Özgürlük ve Güvenlik Hakkı
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Madde 5 -Özgürlük ve güvenlik hakkı
- Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
a.Yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine bir kimsenin usulüne uygun olarak hapsedilmesi;
b.Bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kim¬ senin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması;
c.Suç işlediği hakkında geçerli şüphe bulunan veya suç işlenmesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla, bir kimsenin yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
d.Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulması veya yetkili merci önüneçıkarılmaküzereusulüneuygunolarak tutulması;
e.Bulaşıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuşturucu madde bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulması;
f.Bir kişinin usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alıkonması veya kendisi hakkında sınır dışı etme ya da geri verme işleminin yürütülmekte olması nedeniyle usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması;
2.Yakalanan her kişiye, yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir.
3.Bu maddenin 1/c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkes hemen bir yargıç veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılmalıdır; kişinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir.
4.Yakalama veya tutulma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde, kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.
5.Bu madde hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkesin tazminat iste¬meye hakkı vardır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1982)
III. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği
MADDE 19– Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması, bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok onbeş gün içinde hâkim önüne çıkarılır. (Değişik 1. cümle: 4709 – 3.10.2001 /m.4) Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişinin durumu, soruşturmanın kapsam ve konusunun açığa çıkmasının sakıncalarının gerektirdiği kesin zorunluluk dışında, yakınlarına derhal bildirilir. (Değişik 6. fıkra: 4709 – 3.10.2001 / m.4 Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal bildirilir. Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir. (Değişik son fıkra: 4709 – 3.10.2001 / m.4) Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.
|
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde yer alan “Özgürlük ve Güvenlik Hakkı”, 1982 Anayasası’nda “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği” başlıklı 19. maddede düzenlenmiştir.
AİHS’nin 5. ve Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında özgürlükten yoksun bırakma kavramı, “bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir” (B. No: 2013/6572, 20.03.2014 § 17).
Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir (B. No: 2012/1137, 02.07.2013, §44).
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise şekil ve şartlan kanunda gösterilen belirli haller dışında, kişilerin başka bir nedenle özgürlüğünden yoksun bırakılması yasaklanmıştır. Anılan ikinci fıkradaki sınırlama nedenlerinden biri de mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi halidir (B. No: 2013/8114, 17.09.2014, §17).
Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Anayasa’nın birinci fıkrası ile paralel bir ifadeye yer verildikten sonra, aynı fıkranın (a) bendinde kişi özgürlüğü ve güvenliğinin istisnası olarak “yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulma” hali düzenlenmiştir. Sözleşmeye göre, özgürlüğe getirilen sınırlamanın meşru kabul edilebilmesi için mahkûmiyet kararı sonrası “tutma” hali veya hapsedilmenin, ‘yetkili mahkeme” kararına dayalı ve hukuka (kanuna) uygun olması şartlan aranmaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yönünden “tutma” hali, geniş anlamda kullanılmakta olup; gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet sonrası tutukluluk ve hükümlülük hallerini içine almaktadır. Sözleşme maddesindeki “yetkili mahkeme” vurgusu, kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucunu doğuran ceza veya güvenlik tedbiri uygulama konusunda kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organı ifade etmektedir (B. No: 2013/8114, 17.09.2014, §18), (Benzer AİHM kararlan için bkz. De Wil(k, Ooms And Versyp/Belçika, B. No: 2832/66, 2835/66, 2899/66, 18/6/1971, § 78; Engel ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5)02/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68).
Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası ve Sözleşme’nin 5. Maddesinin (1) numaralı fırkasının (a) bendi kapsamına, mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet hükmünün yerine getirilmesi hallerinde ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma halleri dâhil ise de anılan kurallar, mahkûmiyet kararının değil, tutmanın hukuka uygun olmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz (B. No: 2013/8114, 17.09.2014, §18).
Anayasa’nın 19. maddesi ile Sözleşmenin 5. Maddesin kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı hükme bağlanıp, bunun istisnaları belirtildikten sonra, bu istisna hallerin tabii olacağı kurallar da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarında ve bu kararlarda atıfta bulunulan AHİM kararlarında, söz konusu Özgürlük ve Güvenlik Hakkının korunmasına ve hayata geçirilmesine ilişkin bazı ilkelerin öne çıktığını görmekteyiz:
—Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §44).
—5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde;azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 49).
—Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 49).
—Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §33).
—Temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden bu aşamada da ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (B. No: 2013 /843, 03.04.2014, §98)
—“Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilkkezyakalanıpgözaltınaalındığı durumlardabutarih,doğrudan tutuklandığı durumlarda İse tutuklama tarihidir. Sürenin sonu İse kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66). “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı hususunun değerlendirmesi belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak yapılacaktır.
—Kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (B. No: 2012/1137,2/7/2013, § 50).
—Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. Maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılamasüresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
—Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıylabaşvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir (B. No:2012/1137, 2/7/2013, § 63).
—Özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşmeye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
—Dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, §117).
—5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılacak değerlendirme resen (ex officio) yapılmakta olup, Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez (B. No: 2012/1158,21/11/2013, §32). 40. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “Derece Mahkemesince resen gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığı’ yönündeki şikâyetlerinin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
—Belli bir süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Derece Mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararlarındakigerekçelerin, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olması ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olmaması gerekir. Bu unsurları taşımayan, ilgilive yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
—Tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. (B. No: 2012/1158, 21.11.2013, §56)
—Tutukluluğunun gözden geçirilmesi esnasında yapılan incelemenin “çelişmeli yargı” ve “silahların eşitliği” ilkelerine riayet edilmesi gerekir. Buna karşın; Hürriyeti kısıtlanan kişinin, salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk derece mahkemesi huzurunda hazır bulunması ancak itiraz incelemesinin yapıldığı mahkemenin önüne çıkmaması ve burada duruşma yapılmaması, silahların eşitliği ilkesi gözetildiği müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile sağlanan teminatları ihlal etmez. Ancak, tutuklu kişinin makul aralıklarla dinlenilmeyi talep etme hakkı vardır (B. No: 2012/1158, 21.11.2013)
|
RG No :28938-RG.T. :11.03.2014
B.No : 2014 /912-K.T:06.03.2014
49.Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu ” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını AİHS’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §33).
50.”Suç isnadına bağlı olarak” özgürlükten yoksun bırakılma hali AİHS’nin 5. maddesinin1. fıkrasının (c) bendi kapsamında, “mahkûmiyet sonrası tutma” olarakdeğerlendirilen özgürlükten yoksun bırakma hali ise 5. maddenin 1. fıkrasının (a) bendikapsamında değerlendirilmektedir.Her ikidurumda da özgürlükten yoksunbırakmasonucunu doğuran kararların “yasanın öngördüğü usule uygun” olma koşulunu sağlaması gerektiğinde tereddüt bulunmamaktadır.
51.“Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilkkezyakalanıpgözaltınaalındığı durumlardabutarih,doğrudan tutuklandığı durumlarda İse tutuklama tarihidir. Sürenin sonu İse kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66). Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır.
64.Hukukun öngördüğü usule uygun olma şartı bakımından kanunen “görevli” olmayan bir yargı merciince verilen mahkûmiyet kararı kapsamında tutulma hali devam ederken mahkûmiyet kararının gerekçesinin yasal süre aşılmasına rağmen açıklanmaması ve tahliye talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle kişi hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmektedir.
65.Başvurucunun, yargılama makamının görevine ve mahkûmiyet kararının gerekçesinin yasal süre içinde dava dosyasına konulmaması nedeniyle tahliye talebihakkında karar verilmemesine ilişkin şikâyetlerinin dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Özgürlükten yoksun bırakmanın “görevli” olmayan yargı merciince verilen karar nedeniyle “kamını” olmadığı yönündeki şikâyete ilişkin başvurunun, tutulma hali devam ettiği sürece olağan kanun yolları tüketildikten sonra yapılması mümkündür.
78.Başvurucunun, eylemlerin nitelendirilmesine ve bu kapsamda yargılama görevininYüce Divan’a ait olduğuna ilişkinitirazınındayanaktan yoksunolmadığıgörülmektedir. Bu kapsamdaki itirazın özgürlükten yoksun bırakmanın kanunun öngördüğü usule uygun olması ölçütü yönünden değerlendirilmesi gerekir.
79.Başvuru konusu yargılamada temyiz süreci sonuçlanmadığından yukarıda belirtilen hususlarda yargısal başvuru yolları henüz tüketilmemiştir. Bununla birlikte,özgürlükten yoksun bırakılma kapsamında bu aşamada da anayasal güvencelerin bulunduğu görülmektedir. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir” kuralı gereğince özgürlükten yoksun bırakmanın “kanuni” olup olmadığının “kısa sürede” incelenmesi gerekir.
80.Anayasanın bu hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbestbırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada kısıtlama sebebi bakımından bir ayrım yapılmadığından, başvuru hakkı kuvvetli suç şüphesive tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlıdeğildir. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen özgürlükten yoksun bırakılma hallerinde de bu güvence geçerlidir.
81.Özgürlükten yoksun bırakmanın hukuka uygunluğu kavramı, buna karar veren merciin kanunen yetkili olmasını da kapsamaktadır. Bu çerçevede, başvurucunu kendisi hakkında karar veren mahkemenin görevli olmadığı, yargılama görevinin Yüce Divan’a ait olduğu yönündeki itirazının özgürlükten yoksun bırakmanın hukukiliğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
82.İsnat edilen suçlara ilişkin eylemlerin nitelendirilmesinin, davanın Yüce Divan’da görülmesi gerektiği iddiasıyla doğrudan ilgili olduğu, bu çerçevede yargılamamerciinin görevli olmadığıyla ve eylemlerin nitelendirilmesiyle ilgili itirazların temyizmerciince resen dikkate alınacağı açıktır.
83.Bununla birlikte, bu hususlara ilişkin kesin bir yargısal karar verilinceyekadar başvurucunun özgürlüğünün kısıtlanmasının devam edebileceği görülmektedir. Bu süre zarfında başvurucunun, “hukukun öngördüğü usule uygun olmadan” özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucu ortaya çıkabilecektir. Bu nedenle, bu aşamada yargılama merciinin görevine ilişkin itiraz dikkate alınarak başvurucunun telafi edilemez şekilde mağduriyetinin ortaya çıkması ihtimalini hukuki çarelerle gidermek gerekir.
84.Hüküm tarihinden itibaren yedi ayı aşan bir süredir gerekçeli kararın dosyaya konulmamış olması nedeniyle başvurucunun, mahkûmiyete bağlı olarak tutukluluğundevamına ilişkin kararın görevli olmayan bir mahkeme tarafından verildiği, dolayısıylaözgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı yönündeki iddiasını temyiz mercii önüne götürememesi sonucu ortaya çıkmıştır. Başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakılmasına ilişkin kararın hukukiliğini temyiz mercii önünde denetletme hakkını kullanamamasının hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik ilkelerine uygun olduğu söylenemez.
85.İlk derece yargılamasında verilen nihai karardan sonraki aşamada başvurucu, 31/12/2013 tarihinde yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinden tahliyeedilmesi talebinde bulunmuştur. Bu tarih itibarıyla Mahkemece gerekçeli kararın açıklanmadığı ve bununla birlikte talep hakkında “kovuşturma aşaması tamamlandığı ve hükmen tutukluluk kararına yapılan itirazın reddine karar verildiği” gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği, bu nedenle işin esasına girilmeksizin talebe ilişkin olarak etkili bir yargısal inceleme yapılmadığı görülmektedir. Bu durum Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında güvence altına alınan hakkı işlevsiz hale getirmektedir.
86.Açıklanannedenlerle,hükmünaçıklanmasındanitibarengeçensürede gerekçeninaçıklanmamasınedeniyle temyiz incelemesininyapılamadığı,özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının ve salıverilme talebinin temyiz merciince incelenemediği dikkate alındığında adli kontrol hükümleri de değerlendirilerek talep hakkında yargılamayıyürütenmahkemecebir karar verilmesigerekir. Bunedenle Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29022-RG.T. :06.06.2014
B.No : 2013 /843 -K.T : 03.04.2014
36.Adalet Bakanlığı, başvurucunun beş yıldan fazla tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin (Sözleşme) 5. Maddesikapsamında tutmanın hukuki sayılabilmesi için birinci fıkranın (a) ve (f) bentleri arasındaki istisnalardanbirinin karşılanması gerektiğini, tutmanın bu anlamdahukuki olduğu anlaşıldıktan sonra, Sözleşmenin, “kanundadüzenlenmiş birprosedürün” izlenip izlenmediği dâhil olmak üzere, esas ve usul kurallarına uyma yükümlülüğünü ulusal hukuka bıraktığını,Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM),Sözleşme’nin5.Maddesi kapsamında sanığın birden fazla suç nedeniyle tek bir davada yargılandığı durumlarda, tutukluluk süresini tek bir tutukluluk olarak değerlendirebileceğini belirtmiştir.
38.Anayasa’nın “Temel hak vehürriyetlerinsınırlanması” başlıklı13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laikCumhuriyetingereklerineveölçülülükilkesineaykırıolamayacağıhükmebağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
39.Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §44).
43.5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerindekişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır cezamahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecekfaktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 49).
- Diğer taraftan, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (B. No: 2012/1137,2/7/2013, § 50).
45.5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin aynı dosya kapsamındaki her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137,2/7/2013, § 53).
46.Tutukluluk süresinin belirlenmesinde ilk derece mahkemesi önünde yargılamaaşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma ” kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir. (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden bu aşamada da ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.
47.Somut olayda başvurucu 18/7/2006 tarihinde gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararı verdiği 19/4/2010 tarihi arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
48.Mahkemenin 19/4/2010 tarihli kararı yapılan temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay tarafından 29/6/2011 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtay’ın bozmakararı tarihi arasındageçen sürede başvurucu, “ilkderece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucu, Yargıtay’ın bozma kararı sonrasında yeniden “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devam edilmiş ve başvurucunun ilk derece mahkemesince tutuklu olarak yargılandığı 18/7/2006-19/4/2010 ile 29/6/2011-11/12/2013 tarihleri arasında”bir suç isnadına bağlı olarak” tutulma sürecinde 28/9/2012 tarihi itibarıyla beş yıllık azami süre dolmuştur.
49.Başvurucunun, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu sürenin beş yılı aşan kısmının hukuki dayanağı bulunmayıp Anayasa’nın19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen “kanunilik” şartına uymamaktadır.
50.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136-RG.T. :01.10.2014
B.No : 2012 /1108-K.T: 16.07.2014
78.Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239,2/7/2013, §43).
80Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesiiçin yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüpheleredayanakoluşturan olgularile cezayargılamasınınsonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir(B. No: 2012/1272,4/12/2013, § 73).
99.Tutukluluksüresininmakulolupolmadığı konusunun,genel birilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın38.maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,kimse suçlu sayılama:'”şeklindeifadesinibulanmasumiyet karinesi,yargılamasüresincekişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
101.Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesiniönlemekmaksadıylabaşvurulabilir.Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve ‘yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir(B. No:2012/1137, 2/7/2013,§ 63). Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış oldukları önlemler de dâhil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No:2014/85, 3/1/2014, §43).
102.Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137,2/7/2013, §§63-64).
103.Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
115.Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerineverdiği 27/7/2012tarihlikararındayeralan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, §117).
|
RG No :29136-RG.T. :01.10.2014
B.No: 2013 /1648-K.T :16.07.2014
36.Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılmasıkabuledilemez(Benzeryöndeki AİHM kararlan içinbkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91). Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı yada sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama karan vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009, § 79).
38.Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237,2/7/2013, §§ 66,67).
43.Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
|
RG No :28711 -RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012/239-K.T:02.07.2013
50.5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır cezamahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler-bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz ününe alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir.
51.Diğer taraftan, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süredoluncaya kadar tutulabileceğianlamına gelmez.Aksine,üstsınırınaşılmadığı durumlarda dahi, tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.
55.Başvurucunun 4/2/2007 tarihinde göz altına alındığı ve 8/2/2007 tarihinde tutuklandığı anlaşılmaktadır. Sultanbeyli Sulh Ceza Mahkemesinin tutuklama kararındabaşvurucuya isnat olunan fiiller hırsızlık, silahlı yağma, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek olarak sayılmıştır. Soruşturma ve kovuşturma bir bütün olarak yürütülmüştür. Buna göre 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi 4/2/2012 tarihinde dolmuştur. Bu durumda başvurucunun bu tarihle hüküm tarihi olan 25/12/2012 arasındaki 10 ay 21 gün süren tutukluluk halinin kanunda öngörülen şekil ve şartlara uymadığı sonucuna varılmıştır.
61.Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (bkz: Labita/İtalya [BD], B. No: , 6 Nisan 2000, § 119).
67.Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibariyle de tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumubir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek AİHM, gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz. Solmaz/ Türkiye, no. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§ 23,24; Şahap Doğan / Türkiye, no.29361/07, 27 Mayıs 2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarihli ve E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar
|
vermiştir.
RG No :29136-RG.T. :01.10.2014
B.No : 2014 /328 -K.T :17.07.2014
34.Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerintemelamacı, tutukluluğun hukuka aykırıolduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerinvarlığı sonaerecekveböylece kişinin serbestkalmasınınyolu açılabilecektir.Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §30).
38.Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rtısya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91). Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (B. No: 2013/2814,18/6/2014, § 70).
39.İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkemekararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılıolarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 71).
42.Kişinin suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak tutukluluk belli bir süreye kadar makul kabul edilebilir ise de, bu süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken davanın genel durumuyanında, serbest bırakılmayı talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve buanlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur.
43.Somut olayda, derece mahkemelerince verilen tutukluluğun devamına dair kararların gerekçeleri incelendiğinde,gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuk uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir.
|
RG No :29111-RG.T. :06.09.2014
B.No :2014/3895 -K.T :23.07.2014
22.Kişiserbest bırakılmadan yargılandığıdavada ilk derece mahkemesinin kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu ” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartlan ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (B. No: 2012/726,2/7/2013, § 33).
|
RG No :29037-RG.T. :21.06.2014
B.No :2013/2814 -K.T : 18.06.2014
37.Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından birgüvence oluşturmaktadır (B. No: 2012/1158, 21/11/2013, §30).
39.5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılacak değerlendirme resen (ex officio) yapılmakta olup Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez (B. No: 2012/1158,21/11/2013, §32).
40.Açıklanannedenlerle,başvurucunun”DereceMahkemesinceresen gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararlarınkendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığı yönündeki şikâyetlerinin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
66.Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğinietkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §62).
83.Anayasa’nın19.maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
84.Her ne kadar bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreyekadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekse de özellikle belli bir süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketlegenelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğimvarsaymak,kişiselleştirmeyiengellediğigibi,özgürlüğünesas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz.
85.Somut olayda, Derece Mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerinilgilive yeterli olduğusöylenemez.İlgilive yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
86.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerininformül gerekçelerle reddedildiği” yönündeki şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29022-RG.T. :06.06.2014
B.No : 2013 /2056-K.T: 03.04.2014
39.1/2/2008 tarihinden itibaren tutuklu bulunan başvurucunun 7/2/2013 tarihinde yapılan duruşmada ilktutuklama müzekkeresinde zikredilen suçlardan Mahkemece tahliyesine karar verilirken, aynı iddianamede yer alan ve yargılaması yapılan kasten yaralama suçuna istinaden ayrıca tutuklanmasına karar verilmiştir. Aynı dosya kapsamında beş yıl süreyle tutuklama tedbiri düşünülmeyen bu isnatla ilgili olarak tutuklama şartlarının var olduğu bir an için kabul edilse bile, aynı dosya kapsamındaki ağır cezalık suçlar için Kanun’da öngörülen beş yıllık azami sürenin uzatılması mümkün değildir. Buna göre, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi 1/2/2013 tarihinde dolmuştur. Bu durumda başvurucunun bu tarihle, hakkında mahkumiyet hükmünün kurulduğu 24/4/2013 tarihi arasındaki tutukluluk hali kanunda aranan şekil ve şartlara uymamaktadır.
40.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
42.Başvuruda Anayasa’nın19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hali sona ermiştir. Bu durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44.Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucunun uğradığım iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.
45.Başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somutolayın özelliklerini dikkate alarak başvurucuya takdiren 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29009-RG.T. :24.05.2014
B.No : 2013 /2228-K.T:15.04.2014
30.Somut olayda 17/8/2007 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla 24/1/2013 tarihli duruşmada tahliye talebinde bulunmuştur. Tahliye talebi, dosya kapsamında isnat olunan “suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik şartlı tehdit ve 6136 sayılıYasayamuhalefet”suçlanbakımındanyerindegörülerekbaşvurucunun tahliyesine, ancak aynı duruşmada dosya kapsamındaki “müşteki İL ‘yi öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedeniyle” yeniden tutuklanmasına karar verilmiştir.
31.Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
35.Somut olayda başvurucu, 17/8/2007 tarihinde tutuklanması ve ilk derece mahkemesinin 14/4/2011 tarihli kararı ile hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmesi arasında 3 yıl 7 ay 27 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
36.Başvurucu, Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. İlk derece mahkemesinin14/4/2011tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesineticesinde 6/11/2012 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ileYargıtay’ın bozma kararı tarihi arasında geçen sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur.
37.Başvurucu, Yargıtay’ın bozma karan ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2013 tarihinde Yargıtay’ın bozma kararına uyarak dosyanın esası hakkında kararvermesi arasında 5 ay 6 gün yeniden “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devamedilmiştir. Dolayısıyla Yargıtay aşamasında geçen süre düşüldükten sonra başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu toplam süre 4 yıl 1 ay 3 gündür.
38.Başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen beş yıllık azami süreyiaşmadığından ve Anayasa’nın19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen “kanuni”lik şartınıkarşıladığından,başvurununbu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun” olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29007-RG.T. :22.05.2014
B.No : 2013 /6065-K.T:03.04.2014
18.Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya dadevamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerinvarlığısonaerecekveböylecekişininserbestkalmasınınyolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
21.Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726,2/7/2013, § 33).
|
RG No :28946 -RG.T. :19.03.2014
B.No : 2012/152-K.T:20.02.2014
54.Başvuru konusu yargılaması devam ettiği sırada, başvurucunun 26/6/2007 tarihinde başlayan tutulma hali, başka derece mahkemelerince verilen üç farklı kararın infaz edildiği dönemlerde kesintiye uğramıştır. Bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda, mahkûmiyet kapsamında infaz edilen cezalara ilişkin süreler toplam tutukluluk süresinin hesabına dâhil edilmez (B. No: 2012/348, 4/12/2013, §49).
55.Bu çerçevede, başvurucunun başvuru konusu yargılama kapsamında “suç isnadına bağlı olarak” tutulma süresi, 26/6/2007 tarihinde tutuklanması ile ilk derecemahkemesinin 16/10/2012 tarihli kararı ile hapis cezası ile cezalandırılmasına kararverilmesi arasında geçen 5 yıl 3 ay 21 günden, başka suçlar nedeniyle infaz olunan 209 gün düşüldükten sonra kalan 4 yıl 8 ay 22 gündür.
56.Başvurucunun, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre ilk derece mahkemesinin karar verdiği 16/10/2012 tarihi itibarıyla 5271sayılı Kanun’un102.maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen beş yıllık azami süreyi aşmamıştır.
57.Açıklanan gerekçelerle, başvuru kapsamında “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
75.Dava dosyasınınincelenmesindederecemahkemesi,başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık ve mağdur üzerinde baskı kurma ihtimaline, başvurucunun üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine, kuvvetli suç şüphesinin varlığına, atılı suç için yasada öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezaların miktarınadeğinmiştir.Derecemahkemelerinceverilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içeriktedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçeler ilgili ve yeterlidir. İlgili ve yeterli gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında tutukluluk süresinin makul olduğu görülmektedir.
76.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir,
|
RG No :29966 -RG.T. :10.05.2014
B.No : 2013/6572-K.T:20.03.2014
16.Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konulduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §42).
17.Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında özgürlükten yoksun bırakma kavramı, bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir. Dolayısıylatutuklu olan bir kişinin serbest bırakılmasıylabirlikte özgürlüğünden mahrumiyet hali son bulmaktadır.
|
RG No :28711 -RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012/338-K.T:02.07.2013
46.Tutukluluk hâli sona erdikten sonra tutuklama süresinin makul olmadığını iddia eden bir başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise bu yolu tüketmesi gerekir (bkz: Gavril Yossifov/Bulgaristan, B. No:74012/01, 6/11/2008, § 40; Rahmani ve Dinevao’Bulgaristan, B. No: 20116/08, 10/5/2012, § 66; Şefik Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 23).
48.5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, makul sürede hakkında hüküm verilmeyen bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (bkz: Şefik Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 33).
49.Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyethükmününkesinleştiği 29/11/201 tarihinden itibaren 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazmini bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yolunabaşvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların Mahkemece incelenmesi, bireysel başvuruyolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
|
RG No :28711 -RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012/726-K.T:02.07.2013
30.Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temelamacı, tutukluluğun hukuka aykırıolduğunun ya dadevamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığ takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı teinin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür.
31.Ancak başvurucu hali hazırda tahliye olmuş ya da hükümlü hale gelmiş ise butakdirde serbest kalma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Bu durumda talep, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun yolları denendikten sonra ve gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır.
33.Ancak kişiserbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davadailk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibariyle de tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetlebirliktekişininkuvvetli suçşüphesivebir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir.Bu açıdan mahkûmiyet kararınınkesinleşmişolmasıayrıca gerekmez.NitekimgerekAİHM, gerekseYargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz. Solma: / Türkiye, no. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§23,24; Şahap Doğan / Türkiye, no.29361/07, 27 Mayıs 2010, g 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarihli ve E. 2011/1-51, K. 2011/42 sayılı kararında, “hakkındamahkûmiyethükmü kurulmakla sanığınatılısuçu islediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekteve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır. ” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir.
35.21/9/2012 tarihli karar duruşmasında verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararakarşıbaşvurucu25/9/2012tarihindeitiraz etmişveitirazıbir başka mahkemetarafından incelenerek 23/10/2012 tarihinde reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra verilmiş olsa bile, kişi hakkındaki tutmanın niteliği üzerinde bu kararın herhangi bir etkisi yoktur. Zira başvurucunun tutukluluk hali 21/9/2012tarihinde davanınesasına ilişkin kararınaçıklanmasıyla birlikte vebu tarih itibariyle sona ermiştir. Kararla birlikte başvurucuya isnat olunan suç sabit görülerek 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Dolayısıyla, hükmen tutukluluğa itiraz ve incelemesinin23/9/2012tarihinden sonra gerçekleştirilmişolmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi üzerinde herhangi bir etkisi olamaz.
|
RG No :28711 -RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012/1137-K.T:02.07.2013
70.Görüldüğü gibi başvurucunun tahliye talebi, üzerine atılı suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması ve birden fazla suçtan dolayı hakkındaki davaların devam ediyor olması gerekçesiyle, bu karara karşı yapılan itiraz da benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir.
72.Başvurucu hakkındaki ceza davası henüz ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.Derecemahkemelerinceverilentutukluluğa itiraz ve itirazınreddinedair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösterecek içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Beş yılı hayli aşan bir tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Ayrıca Bakanlık tarafından ileri sürülen görüş, başvurucunun uzun bir süredir tutuklu bulundurulmasının meşru ve ölçülü olduğunu haklı çıkaracak nitelikte değildir. Bu çerçevede başvurucunun ilk derece mahkemesi önündeki yargılaması devam ederken tutuklu bulunduğu süre makul olarak değerlendirilemez.
|
RG No :29166 -RG.T. :05.11.2014
B.No : 2013/4682-K.T:17.09.2014
23.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hükümlü olup olmadığına bakılmaksızın herkesin Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında kişi özgürlüğü ve güvenliğine sahip olduğunu, bunun da 5. maddenin birinci fıkrasında belirlenen istisnalar dışında özgürlükten yoksun bırakmama veya yoksun bırakmanın devamının engellenmesi ve uygun olduğu ölçüde tutuklama veya gözetim altına alınma durumlarında 5. maddenin (2), (3) ve (4) fıkralarının sağladığı çeşitli koruma mekanizmalarının sağlanması anlamına geldiğini belirtmiştir. Hükümlülerin infaz rejimi kapsamında yararlandıkları koşullu salıverme gibi cezanın infazının ceza infaz kurumları dışında gerçekleştirilmesine dair bir uygulama da Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında değerlendirilmiştir (Bkz. IVeeks/Birleşik Krallık, B.No. 9787/82, 2 Mart 1987, § 40).
29.Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi Özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncüfıkralarında şekil ve şartlan kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrumbırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangibirinin varlığıhalinde söz konusu olabilir (B.No:2012/1137, 2/7/2013, §42).
30.Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ilk istisnası”Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi”olarakbelirlenmiştir.Bukapsamda yargıorganlarıncaverilecek mahkûmiyet kararlarının sonucu olarak hapis cezası veya güvenlik tedbirlerinin uygulanması kişi hürriyeti ve güvenliğihakkının ihlali kabul edilmeyecektir. Diğer taraftan “suç şüphesine bağlı tutma” kapsamında olan durumdan farklı olarak anılan istisna “bir mahkûmiyet kararma bağlı olarak tutmayı” ifade etmektedir. (Benzer kararlar için bkz. B.No: 2012/338, 2/7/2013, § 41, B.No: 2014/912, 6/3/2014, § 70).
32.Bir mahkûmiyet kararının infazına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesi ve AİHS’nin 5. maddesi açık bir hüküm içermemektedir. Bununla birlikte herkesin, kişihürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olması ve bu hakka getirilebilecek sınırlamalarınayrıntılı olarak madde metinlerinde belirtilmesi, “keyfi bir biçimde” bu haktan kimseninmahrum bırakılmamasını amaçlamaktadır.Yetkili bir mahkeme tarafından verilen birmahkûmiyet kararının infazının sağlanması ve ceza infaz kurumunda tutma süresi de bu hak kapsamında değerlendirilmelidir. Ceza mahkemelerinin kararına uygun hareket edilmesi de hakkınkorunmasıaçısındanbirzorunluluktur. Dolayısıylahükümlülerincezainfaz kurumunda kalacaklarısüreninmahkûmiyetkararına uygunolmasıAnayasa’nın 19.maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi ve AİHS’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a)bendi kapsamında güvence altına alınmıştır.
33.Diğer taraftan, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi ve AİHS’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi bir mahkûmun af yasasından ya daerkendenşartla tahliye veya kesin tahliye durumlarından yararlanmasıgibi hususlarıgüvence altına almamaktadır (Mouesca/Fransa, B.No.:52189/99, 18/10/2001, İrfan Kalan/Türkiye, B.No. 73561/01, 2/10/2001. Çelikkaya/Türkiye {kabul edilebilirlik hakkında karar), B.No: 34026/03, 1/6/2010, § 60, Alican Demir/Türkiye, B.No: 41444/09, 25/2/2014, § 89). Ancak AİHM, ulusal mahkemelerin, bu tür bir tedbirden faydalanmak için kanunda belirtilen koşulları yerine getiren herkese, herhangi bir takdir yetkileri bulunmadan, bu tedbiri uygulamakla yükümlü olmaları halinde durumun farklı olacağını belirtmektedir [Del Rio Prada/îspanya [BDj, B.No: 42750/09, 10/7/2012, § 126, Htdır Durmaz/Türkiye (No. 2),B.No. 26291/05, 12/7/2011, § 26). AİHM’in yukarıda belirtilen Alican Demir/Türkiye kararında, şartla tahliyenin süre ve iyi hale ilişkin şartlan gerçekleştikten sonra hâkimin şartla tahliyeye karar vermekle yükümlü olduğunu ve bu kapsamda hâkimin görevi bu koşulların bir araya gelip gelmediğini incelemekle sınırlı olup tahliyenin uygun olup olmadığını değerlendirme imkânınasahip olmadığını vedolayısıylahâkimintakdir yetkisinin bulunmadığını belirtmiştir. Bu çerçevede şartla tahliyeye kadar olan sürenin hesaplanmasını AİHS’in 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında incelemiştir (Alican Demir/Türkiye, §§ 91-92).
38.5275sayılı Kanun’un 105/Amaddesiinfaz hâkiminin takdir yetkisive belirlenecek yükümlülükler çerçevesinde hükümlülerininfaz rejiminin şeklinibelirleyipcezalarının bir kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak ceza infaz kurumu dışında geçirmelerini sağlamaktadır. Anılan kural uyarınca, hükümlünün talebi ve kanuni şartlar oluşmuş olsa dahi infaz hâkimi tedbirin uygulanması talebini reddedebilecektir. Dolayısıyla bütün hükümlüler için Anayasa’nın19. maddesi kapsamında hapis cezasının tamamının veyabir kısmınındenetimliserbestlik tedbirininuygulanmasısuretiyleinfaz edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.Başka bir ifade ile denetimli serbestlik tedbiri kararının yetkili infaz hâkiminin takdir yetkisinde olduğundan Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi ve AİHS’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında güvence altına alındığından bahsetmek mümkün değildir (Bkz., § 33). Ancak bu durumun kişi hürriyeti ve güvenliği açısından infaz hâkimlerine açıkça keyfi bir şekilde karar vermesi sonucunu doğurduğu da söylenemez.Öte yandan başvurucunun denetimli serbestlikten yararlanamaması hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün süresini de uzatmamaktadır.
|
RG No :29166 -RG.T. :05.11.2014
B.No : 2013/8114-K.T:17.09.2014
16.Görüldüğü üzere, kişinin Anayasa ve Sözleşme’de güvence altına alınanözgürlüğünden yoksunbırakılabilmesi hallerinden biri deyetkili birmahkemeninmahkûmiyet kararma dayalı olarak ve hukuka uygun bir şekilde tutulmasıdır. Bu doğrultuda, cezanın infazı devam ederken kişi koşullu salıverildikten sonra, deneme süresi içerisinde işlediği bir suç nedeniyle koşullu salıverilme kararının geri alındığı ve yeniden hapsedildiği durumlar daAnayasa veSözleşme’nin ortak koruma alanıvedolayısıyla Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi kapsamındadır.
17.Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise şekil ve şartlan kanundagösterilenbelirlihaller dışında,kişilerinbaşka birnedenleözgürlüğünden yoksunbırakılması yasaklanmıştır. Anılan ikinci fıkradaki sınırlamanedenlerinden biri de mahkemelerce verilmiş hürriyetikısıtlayıcıcezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerinegetirilmesi halidir.
18.Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Anayasa’nın birinci fıkrası ile paralel bir ifadeye yer verildikten sonra, aynı fıkranın (a) bendinde kişi özgürlüğü ve güvenliğinin istisnası olarak “yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulma”’ hali düzenlenmiştir. Sözleşme’ye göre, özgürlüğe getirilen sınırlamanın meşru kabul edilebilmesi için mahkûmiyet kararı sonrası “tutma” hali veya hapsedilmenin, ‘yetkili mahkeme” kararına dayalı ve hukuka (kanuna) uygun olması şartlan aranmaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yönünden “tutma” hali, geniş anlamdakullanılmaktaolup; gözaltı, tutuklama, mahkûmiyetsonrası tutuklulukve hükümlülük hallerini içine almaktadır. Sözleşme maddesindeki “yetkili mahkeme” vurgusu, kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucunu doğuran ceza veya güvenlik tedbiri uygulama konusunda kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organı ifade etmektedir (Benzer AİHM kararlan için bkz. De Wil(k, Ooms And Versyp/Belçika, B. No: 2832/66, 2835/66, 2899/66, 18/6/1971, § 78; Engel ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5)02/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68). Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası ve Sözleşme’nin 5. Maddesinin (1) numaralı fırkasının (a) bendi kapsamına, mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet hükmünün yerine getirilmesi hallerinde ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma halleri dâhil ise de anılan kurallar, mahkûmiyet kararının değil, tutmanın hukuka uygun olmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz.
19.Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, kural olarak tutma hali, mahkûmiyet kararma bağlı olmalıdır. Koşullu salıverilme kararının geri alınması nedeniyle kişininyenidenhapsedilmesidurumundadainfazına kararverilenceza ileönceki mahkûmiyet arasındaki nedensellik bağının kesilmemiş olması gerekir, AİHM’e göre Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde geçen “mahkûmiyet kararı sonrasında” ibaresi ile kastedilen, sadece “tutma”nın zaman bakımından mahkûmiyet kararından sonra olması değil, aynı zamanda mahkûmiyet nedeniyle olmasıdır (Bkz, Van Droogenbroeck’Belçika,B.No: 7906/77,24/6/1982;’ WeekslBirleşik Krallık,B. No:9787/82,2/3/1987,§42;Stafford/Birleşik Krallığı, [BD],B.No:46295/99, § 64; M./Almanya, B. No: 19359/04,17/12/2009, § 88).
20.Koşullu salıverilme, cezanın çektirilmesinin kişiselleştirilmesi, başka bir deyişle cezaevindeki tutum ve davranışlarıyla (iyi haliyle) topluma uyum sağlayabileceğiizlenimini veren hükümlünün şarta bağlı olarak ödüllcndirilmesidir. Suçlunun kendisineverilen cezadan daha kısa bir sürede uslanması, eyleminden pişmanlık duyması ve bunu iyi davranışıyla kanıtlaması durumunda, cezaevinde daha fazla kalması gereksiz olabilir. Bu durumda koşullu salıverilme, infaz sistemindeki en etkili araçtır. Koşullu salıverilmenin en önemli öğeleri, cezanın belirli bir süre çekilmiş olması, hükümlünün bu süre içinde iyi durumgöstermesi,koşullusalıverildiktensonra gözetimaltında kalmasıvekoşullu salıverilmeningereklerineuyulmamasıdurumundakoşullusalıverilmekararınıngeri alınabilmesidir (AYM, E.2001/4,K.2001/332, K.T. 18/7/2001).
|
RG No :28871-RG T. : 03.01.2014
B.No :2013/9894 -K.T:02.01.2014
52.Anayasa’nın 67. maddesi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını güvenceye almaktadır. 67. maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir”. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
53.Seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, §§ 33, 40). AİHM, milletvekili seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/12/1992, § 42).
54.Anayasa’nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiç bir baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama faaliyetlerini yürütebilmelerini temin etmek için yasamasorumsuzluğu ve dokunulmazlığı kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerineyasama faaliyetleri sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır.Ayrıca milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma, tutuklanma,sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan katılmalarını teminetmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına alınmışlardır. Bu güvenceler,milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleriseçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997 tarihli kararında dokunulmazlığın amacını “yasama organı üyelerini, görevlerini tam olarak yerinegetirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak” şeklinde ifade etmiştir (E.1997/73, K.1997173, K.T. 30/1211997).
55.Bununla birlikte Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliğisüresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce veya sonra herhangi bir suçişlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesimümkündür. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturmasınabaşlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar ise dokunulmazlıkkapsamı dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin gerekçesinden, başvurucunundurumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı yönünde değerlendirdiğianlaşılmaktadır.
56.Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehineyorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişimilletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti vegüvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasamafaaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınmasıgerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunundevamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
57.Bu nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinintutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz halegetirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre içinseçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak korumatedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun ‘un 109.maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkan tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığıgörülmektedir.
58.Başvurucu, milletvekili seçildiği tarihten Anayasa Mahkemesine başvuru tarihine kadar 2 yıl 6 ay 20 gündür tutuklu bulunmaktadır. 5271 sayılı Kanun’un 109.maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibarenbaşvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki tahliye talepleri üzerine verilen kararlar bakımından daha belirgindir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
59.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
68.Siyasi faaliyetlerde her ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar getirilebileceği söylenebilirse de, milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde anayasal birkoruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın siyasi iradesinin engellenmemesi vehakkın özünün etkisiz hale getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasamafaaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir.
69.AİHM “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme’ye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mathieu-Mohin veClerfayt!Belçika, B. No: 9267/81, 21311987, § 47; Zdanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 161312006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No: 10226/03, 817/2008 § 105).
70.Öte yandan, seçilme hakkı, mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Nitekim Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun”olarak sahip olunacağı belirtilmiş, maddede bazı özel sınırlamalara yer verilmiş veAnayasa’nın diğer maddelerinde de bu hakların kullanılmasına yönelik bazı sınırlamalaröngörülmüştür. Anayasa’da belirtilen sebeplere dayanılarak kanunla getirilen sınırlamalarınAnayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Benzer şekilde, AİHM de bu hakların sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların “yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin serbestçe açıklanması”nı ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması gerektiğini belirtmektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mathieu-Mohin ve Clerfayt!Belçika, B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/Moldova [BD], B. No: 7/08, 27/4/2010, §§ 157, 158, 161).
71.Somut olayda başvurucu hakkındaki soruşturma, milletvekili seçilmeden önce başlatılmış, tutuklu olarak yargılanırken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimdemilletvekili seçilmiştir. Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma, gerekse başvurucununtutukluluk hali başvurucunun milletvekili seçilmesine engel teşkil etmemiştir. Bu anlamdabaşvurucunun seçilme hakkına bir müdahale söz konusu olmadığı gibi, buna yönelik biriddia da ileri sürülmemiştir. Bununla birlikte başvurucu, milletvekili seçildikten sonratahliye edilmediğinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yemin edememiş vemilletvekilliği görevini fiilen yerine getirememiştir. Bu görevin yerine getirilmesine engelolan tutukluluk halinin milletvekili olarak siyasi faaliyet ve temsil hakkını engellemesinedeniyle seçilme hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
72.Yukarıda açıklandığı üzere, başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye talepleri ilgili mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Önceki başlıktaki inceleme sonucunda başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye taleplerinin reddine ilişkin kararlarda başvurucunun seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul bir dengenin gözetilmediği, dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
73.Başvurucunun makul olmayan bir şekilde tutuklu kalması, yasama faaliyetlerine katılmasını engellemiştir. Başvurucunun milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bu ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez.
74.Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın l 9. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28711 – RG.T. : 18.07.2013
- No : 2012 /239-K.T: 02.07.2013
70.Ancak, kuvvetli suç şüphesi ile birlikte devamını gösteren haklı nedenlerin gösterilmesi şartıyla soruşturma veya kovuşturmanın tutuklu sürdürülmesi mümkün olabilir. Buna dair gerekçelere mahkeme kararları ve Bakanlık görüşünde yer verilmediği gibi ilk tutuklama müzekkeresi dışında dosyaya herhangi bir karar örneği de sunulmamıştır. Dahası, beş yıllık süre dolmasına rağmen, kanundaki azami sürenin dolmuş olduğu iddiasıyla başvurucu tahliye talebinde bulunmuş, davayı gören ve itirazı inceleyen mahkemeler kararlarında tahliye talebini reddetmişler fakat beş yıllık azami süre konusundaki iddiaya hiçbir şekilde değinmemişlerdir (§§ 12-14). Beş yılı hayli aşan bir tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez.
|
RG No :28711 – RG.T.: 18.07.2013
B.No : 2012 /239 – K.T : 02.07.2013
52.Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması da Anayasa’nın 141. maddesinde yargıya birgörevolarak yüklenmiştir.Azamisürenin,suçsayısıgerekçesiyleuzatılmasına dairyorumlarla veya gerekçe gösterilmeden genel ifadelerle uzatılması, muhtemel özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak, makul sürede yargılanma hakkı açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek niteliktedir. Böyle bir uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse otomatik, makul süredeyargılanmahakkının ihlalini isepotansiyelhale getirebileceğinden kabul edilemez.
53.Diğer yandan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir.Kanunun metni,bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir.
|
RG No : 28864- RG.T. :15.11.2013
B.No: 2013/514 K.T: 02.10.2013
48.Bu belirlemeler karşısında, başvuru konusu yargılama kapsamında 11/7/2007 tarihinde gözaltına alman ve 14/7/2007 tarihinde tutuklanan başvurucunun, başka bir suçnedeniyle 5/8/2011 tarihinde yeniden tutuklandığı, 11/10/2011 tarihinde ikinci tutuklamayailişkin yargılama sonunda mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin devamına karar verildiğianlaşılmaktadır. 11/10/2011 tarihi itibarıyla başvurucu hakkında, başvuru konusu yargılama ve sonraki yargılamaya ilişkin olmak üzere iki ayrı tutuklama karan mevcut olmakla birlikte, 11/10/2011 tarihli karar “suç isnadına bağlı olarak” verilen bir tutuklama kararı olmamakta; hürriyetten yoksun bırakılmanın nedenini bu aşamada ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmü oluşturmaktadır. Başvuru konusu yargılama kapsamındaki tutukluluk hali bu aşamada varlığını devam ettirmekte ise de,11/10/2011tarihinde mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen tutukluluğun devamına ilişkin karar, başvurucunun hürriyetinin kısıtlanmasına tek başına ve “suç isnadına bağlı olma” halinden bağımsız olarak neden olmaktadır.
49.Bu nedenle, 11/7/2007 tarihinde gözaltına alınmayla başlayan başvuru konusu yargılama devam ettiği sırada, başka bir suçtan 11/10/2011tarihinde verilen tutuklulukhalinin devamını da içeren ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararıyla, başvurucunun11/7/2007 tarihinde başlayan tutulma halinin kesintiye uğradığı sonucuna varılmıştır. AİHM, tutukluluğun makul süre şartına uygunluğunun denetlenmesinde, bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda, mahkûmiyet kapsamında çektirilen sürelerin makul süre hesabına dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir (bkz. Borisenko/Ukrayna, B.No: 25725/02, 12/1/2012).
50.Bu çerçevede, başvuru konusu yargılama kapsamında”suç isnadına bağlı olarak” tutulma halinin 11/7/2007 ve 11/10/2011 tarihleri arasında gerçekleştiği, tutuklukalınan sürenin kanunda öngörülen azami tutukluluk süresini aşmadığı, dolayısıyla kanunaaykırı olarak tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyetinin ihlaledilmediği anlaşılmıştır.
Karşı Oy Gerekçesi:
4.Başvuru, 11.7.2007 tarihinde gözaltına alınmayla başlayan suç isnadına bağlı olarak tutulma halinin mahkumiyet kararı üzerine kesintiye uğradığı ve hükmen tutukluluğa dönüştüğü, dolayısıyla kişi hürriyetinin ihlal edilmediği gerekçesiyle reddedilmiştir.
5.Başvurucunun hükmentutukluluğu, karar henüz kesinleşmediğinden,infazı kabil bir özgürlük kısıtlaması değildir. Dolayısıyla, temyiz sürecinde mahkumiyet hükmübozulduğuvetahliyekararıverildiğitakdirdebaşvurucununcezasınamahsup edilemeyecektir. Başvurucu yargılanmakta olduğu ve henüz hüküm aşamasına gelmemiş diğer suçtan da beraat ettiği takdirde haksız yere 6 yıl veya daha fazla tutuklu kalmış olacaktır.
6.Tutukluluğun devamına ilişkin güvencelerin ilkesel olarak uygulanması esastır. İleride ortaya çıkacak yargıkararlarına görebaşvurucununözgürlüğününhaksız yerekısıtlanması şeklinde bir sonuç doğmayabileceği gibi, ihlale neden olacak bir sonuç daortaya çıkabilir.Bunedenle hükmen tutukluluk temyizden geçipkesinhükmedönüşmedikçe, başka bir suçtan kaynaklanan suç isnadına bağlı tutukluluk halinin kendi ölçüleri içinde değerlendirilmesi gerekir. Sanığın aleyhindeki delillerin çok kuvvetli olduğu, nasıl olsa yargılandığı suçların birinden olmazsa diğerinden kesinleşmiş mahkumiyet alacağı varsayımıyla hareketedilmesihalinde, azami tutukluluk süresi ilesağlanangüvence anlamsız hale gelebilir.
7.Anayasa Mahkemesi, her suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanmasının, bireyin tutuklu olarak yargılanabileceği süreyi ölçüsüzce uzatacağı, bunedenle hak ihlali oluşacağı yolunda içtihat tesis etmiştir (2012/239, paragraf 54). Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı, tutukluluğa kanunla getirilen azami sürenin farklı yorumlarla işlevsiz hale getirilmemesi düşüncesine dayanmıştır. Başvurucu yönünden de henüz infazedilebilir nitelik kazanmamış olan hükmen tutukluluğun, başvuru konusu (suç isnadınabağlı) tutukluluk halinin kendi başına hesaplanması gereken kanuni süresini etkilemeyeceğisonucuna varmak gerekir.
8.Başvurucununikinci bir suçtan hükmen tutuklanmasıüzerine, yargılaması devametmekteolansuçnedeniyle kaçmasıveyadelilkarartması tehlikesi ortadankalkacaktır. Tutuklulukla gözetilen amaç bu şekilde sağlanacağından, yasal süre aşılmadan,gerekirse adli kontrol tedbiriyle tahliyesine karar verilmesi gerekir. Bu yapılmayarak kanuni süreyi aşacak şekilde suç isnadına bağlı tutukluluğun devam ettirilmesi, başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alman hakkının ihlalidir. Bu nedenle Bölüm görüşüne katılmamaktayım.
Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
RG No :28851 – RG.T. : 14.12.2013
B.No: 2012/1158 K.T: 21.11.2013
52.Başvurucularıntahliyetaleplerini değerlendirenİstanbul 10.AğırCeza Mahkemesi, “tutuklu sanıklarınüzerlerineatılı suçuişledikleri hususunda;mağdurbeyanları ve tutanaklar göz önünde bulunduğunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu, atılı suçlara öngörülen cezaların alt ve üst sınırına göre kaçma şüphesinin varlığını gösteren olguların varlığı ve atılı suçların 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) fıkrasında gösterilen tutuklama nedenleri arasında yer aldığı,ayrıcatutuklama nedenlerine göre de adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağıve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu” gerekçesiyle başvurucuların tutukluluk hallerinindevamına karar vermiştir.
53.Başvurucular karara itiraz etmiş,İstanbul11. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/10/2012 tarih ve 2012/718 Değişik İş sayılı kararıyla “sanıklar üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti,mevcut delil durumuna nazaran mahkemesince verilentutukluluk halinindevamınailişkinkarardaherhangibirisabetsizlikbulunmadığı”gerekçesiyle tahliye talepleri reddedilmiştir.
54.Suçluluğuhakkındakuvvetli belirti bulunankişiler, ancakkaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibitutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (B. No: 2012/338, 2/7/1013, § 70).
55.Somut olayda başvurucular 31/12/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince 3/1/2009 tarihinde tutuklanmışlardır. Başvuruculardan FirasASLAN 27/12/2012 tarihinde, Hebat ASLAN ise 19/2/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. Buna göre başvuruculardan Firas ASLAN 3 yıl 11 ay 24 gün, Hebat ASLAN ise 4 yıl 1 ay 16 gün boyunca özgürlüklerinden mahrum kalmışlardır.
56.Derece mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dairkararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun deuygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerinilgili ve yeterli olduğu söylenemez.İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucuların özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları an ile ilk derece mahkemesi kararıyla tahliye edilmelerine kadar geçen tutuklu bulundukları süre makul olarak değerlendirilemez.
65.Tutukluluğunun gözden geçirilmesi esnasında yapılan incelemenin “çelişmeli yargı” ve “silahların eşitliği” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHMkararı için bkz: Altınok/Türkiye, B. No: 31610/08, 29/11/2011, § 45).
66.Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası, tutukluluğun yasaya aykırı olup Olmadığının hâkim önünde düzenlenen duruşmalarda etkili olarak incelenmesini talep etme ve tutukluluk halinin gerekli olup olmadığının yetkililer tarafından hızlı bir şekilde tespit edilmesini isteme hakkını da teminat altına almaktadır.
67.Hürriyeti kısıtlanan kişinin, salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk derece mahkemesi huzurunda hazır bulunması ancak itiraz incelemesinin yapıldığı mahkemenin önüne çıkmaması ve burada duruşma yapılmaması, silahların eşitliği ilkesi gözetildiği müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile sağlanan teminatları ihlal etmez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Saghinadze ve Diğerleri/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, § 150; Depo/Polonya, B. No: 62324/00,12/12/2006, §§ 48^9).
68.Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca, tutukluluğun devamına ilişkin olarak mahkemelerce verilen kararlara yapılan her itirazda başvurucunun dinlenilmesi gerekli olmamakla beraber tutuklu kişinin makul aralıklarla dinlenilmeyi talep etme hakkı vardır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Altınok/Türkiye,B. No: 31610/08, 29/11/2011, § 54; Knebl/Çek Cumhuriyeti, B. No: 20157/05, 28/10/2010, § 85).
73.Anayasa’nın19.maddesinin sekizinci fıkrasında öngörülen kural dikkate alındığında hürriyeti kısıtlanan kişinin durumu hakkında kısa sürede karar verilmesi esası dâhil olmak üzere tutukluluk kararına karşı yapılan her itirazda duruşma yapılması cezayargılaması sistemini işlemez hale getirecektir. Bu nedenle, Anayasa’nın 19. Maddesininsekizinci fıkrasında yer alan yargılama usulüne ilişkin yükümlülükler, duruşma yapmayıgerektirecek özel bir durum olmadığı sürece, tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Benzer yöndeki AİHM kararlan için bkz:Çatal/Türkiye, B. No: 26808/08,17/4/2012, §40; Altınok’/Türkiye,B. No: 31610/08,29/11/2011, §54).
74.Somut olayda başvurucular, tutukluluk halleri ile ilgili itirazlarını İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan 4/10/2012 tarihli duruşmada dile getirme ve mahkemeönünde sözlü savunma yapma fırsatı bulmuşlardır. Bu nedenle, İstanbul 10. Ağır CezaMahkemesince yapılan incelemeden 11 gün gibi makul bir süre sonra, 15/10/2012 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapılan itiraz incelemesi sırasında duruşma yapılması gerekli değildir.
75.Açıklanan nedenlerle, itiraz incelemesi esnasında başvurucular hakkında verilen tutuklulukkararına ilişkin olarak duruşmayapılmamış olmasının Anayasa’nın 19.maddesinin sekizinci fıkrasını ihlal etmediğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28850 -RG.T. :13.12.2013
B.No: 2012/1272K.T: 04.12.2013
76.Somut olaydabaşvurucu, hakkındayürütülen soruşturmakapsamında 5/3/2009 tarihinde göz altınaalınmışve 6/3/2009 tarihinde İstanbul Ağır CezaMahkemesi’nde Nöbetçi Hâkim tarafından tutuklanmıştır. Tutuklamaya gerekçe olarak,”atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçunCMK. 100/3 maddesinde sayılı suçlardan olması, kaçma ve delilleri karartma şüphesi”gösterilmiştir. Başsavcılık, 8/3/2009tarihinde şüphelileriarasındabaşvurucunun dabulunduğu iddianameyle dava açmıştır. İddianamede başvurucunun isnat edilen suçlardancezalandırılması talep edilmiş ve delil olarak, “hukuka aykırı olarak çekilmiş görüntülere”,”kitaplarında kullanılan belgelere”,”bilgisayarından sildiği halde teknolojik imkanlarlageri getirilen verilere “, “kendisinin yaptığı telefon görüşmelerine ” “üçüncü şahısların kendi aralarında yapmış oldukları telefon görüşmelerine”yer verilmiştir (§§ 11,12). Dosyanın incelenmesinden başvurucunun evinde ve işyerinde yapılan aramalarda devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararlan bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken 436 adet belgenin bulunduğu, bilgisayarının belleğinde yapılan incelemede darbe planlarına ilişkin bilgilere rastlandığı ifade edilmiştir. Ayrıca Başsavcılık tarafından sunulan esas hakkındaki mütalaada, devletin iç ve dış siyasal yararları gereğince gizli kalması gereken çok sayıda belgeyi başvurucunun gazeteci sıfatıyla değil, Ergenekon Terör Örgütünün temel amaçlarından biri olan bilginin paraya çevrilebilirliği ve istihbarat toplamanın örgütsel açıdan önemine binaen ve örgütsel çalışmalar gereği irtibat kurduğu kişilerden elde ettiği, çoğunluğu devletin güvenliğine ilişkin bubelgelerin içerik ve miktarları göz önüne alındığında başvurucunun bunları gazetecilik kimliği ile elde etmesinin mümkün olmadığı, mensubu olduğu örgüt üyelerinden elde ettiği belirtilmiştir.
77.Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi için inandırıcı nedenlerinbulunmadığıhaldesaltgazetecilikfaaliyetlerinedeniyletutuklandığıvetutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutuklama vetutukluluğun devamı kararlarında mahkemelerin bu konudaki hukuki yetki ve görevleriçerçevesinde kararlarını verdikleri anlaşılmaktadır. Başvuru kapsamında bunun aksini ifadeeden bir husus da yer almamaktadır. Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterliolup olmadığı meselesinin ise tutukluluğun makul olup olmadığının incelenmesi sırasındaele alınması gerekir.
111.Seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilenkullanabilmesinigerektirir. Bubağlamdaseçilmiş milletvekilininyasamafaaliyetinekatılmasınayönelikmüdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamandaseçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir(aynıyöndekiAİHMkararıiçinbkz.SadakveDiğerleri/Türkiye,B.No.25144/94,26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, § 33, 40). AİHM, milletvekili-seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerinisavunduğunu,dolayısıyla bir muhalif milletvekilininifadeözgürlüğüne yönelikmüdahalenindaha sıkı birdenetimigerektirdiğinivurgulamıştır(bkz. Castells/İspanya, B.No. 11798/85, 23/12/1992, § 42).
112.Anayasa’nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiç bir baskı ve tehdit altındakalmadan serbestçe yasama faaliyetlerini yürütebilmelerini temin etmek için yasamasorumsuzluğu ve dokunulmazlığı kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerineyasama faaliyetleri sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma, tutuklanma,sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan katılmalarını teminetmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına alınmışlardır. Bu güvenceler,milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleriseçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997 tarihli kararında dokunulmazlığın amacını “yasama organı üyelerini, görevlerini tam olarak yerine getirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak” şeklinde ifade etmiştir (AYM, E. 1997/73, K. 1997/73, K.T: 30.12.1997).
113.Bununla birlikte Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliğisüresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce veya sonra herhangi bir suçişlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesimümkündür.Ağırcezayıgerektirensuçüstühaliileseçimdenöncesoruşturmasınabaşlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar ise dokunulmazlıkkapsamı dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin gerekçesinden, başvurucunundurumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı yönünde değerlendirdiğianlaşılmaktadır.
114.Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna,Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehineyorumlanmalıdır. Bunedenletutukluluğunun devamıhakkında kararverilenkişimilletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti vegüvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasamafaaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınmasıgerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunundevamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiğigibideğerlendirilipdeğerlendirilmediğinedebakılmalıdır.Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
115.Bu nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinintutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz halegetirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre içinseçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak korumatedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271sayılı Kanun’un 109.maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucundabunların sayısının artırıldığıgörülmektedir (§ 63).
116.Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesibir zorunluluktur Başvurucununtahliyetaleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, aynı zamandamilletvekili seçilmişolanbaşvurucunun kaçacağınaya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
117.Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesitalebiüzerineverdiği 27/7/2012tarihlikararındayeralan,davakapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazısanıklarındelillerikarartma girişimindebulunmasışeklindeki gerekçeleri,diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, kişiselleştirmeyi engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez.
|
RG No : 28842-RG.T. :05.12.2013
B.No : 2012/1303-K.T:21.11.2013
43.Somut olayda başvurucu, 20/5/2005 tarihinde gözaltına alınması ile ilk derecemahkemesinin 19/4/2010 tarihli kararı ile hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında 4 yıl 10 ay 29 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
44.Başvurucu,Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir.İlk derece mahkemesinin19/4/2010 tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesineticesinde 29/6/2011tarihinde bozulmuştur, ilk derece mahkemesinin karar tarihi ileYargıtay’ın bozma kararı tarihi arasında geçen sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı sonrasındayeniden “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devam edilmiş ve 30/7/2011 tarihiitibariyle “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre 5 yılı doldurmuştur.
45.Başvurucunun, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre 30/7/2011 tarihi itibariyle 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen 5 yıllık azami süreyi doldurmuştur. Başvurucunun bu tarihten sonraki tutuklu bulundurulmasının hukuki dayanağı bulunmayıp Anayasa’nın 19.maddesininüçüncü fıkrasında belirtilen “kanunilik” şartını karşılamamaktadır.
46.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın19. maddesininüçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
63.İlk derece mahkemesi önünde yargılaması devam eden başvurucunun tutukluluk hali,AnayasaMahkemesinebaşvurudabulunduğu tarihitibariyledevametmektedir.Buna görebaşvurucu,özgürlüğündenmahrumbırakıldığıilk tariholan20/5/2005 ile Anayasa Mahkemesince işbu kararın verildiği 21/11/2013 tarih arasında,Yargıtay’da temyiz aşamasında geçen 1 yıl 2 ay 10 günlük süre çıkarıldıktan sonra, toplam 7 yıl 3 ay 21 gün boyunca özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
64.Derece mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukukauygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkinbu gerekçelerin ilgilive yeterli olduğu söylenemez.İlgilive yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden beş yılı hayli aşan bir süre boyuncamahrumbırakıldığı dikkatealındığındatutukluluksüresininmakul olduğu söylenemez.
65.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlaledildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29232-RG.T. :10.01.2015
B.No : 2012 /1221-K.T:16.10.2014
28.Tutukluluk süresinin makul olup olmadığıkonusunun,genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. Maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137,2/7/2013, § 61).
30.Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya dadevamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığıtakdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilenhukukisebeplerin varlığısona erecek ve böylece kişininserbest kalmasının yoluaçılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §30).
53.Somutolaydabaşvurucunun 9/12/2011 tarihindetutuklanmasısonrasında açılan kamu davası kapsamında ilk duruşma 11/7/2012 tarihinde yapılmıştır. Bu tarihlerarasında başvurucunun tutukluluk durumu duruşmayapılmaksızın dosya üzerindenincelenmiştir. Başvurucunun isnat edilen suç kapsamında tutukluluk durumunun duruşmasız olarak incelenmesi ve yedi ay boyunca bu şekilde devam eden bir usule göre özgürlüğünden yoksun bırakılması yeterli güvencelerin sağlanmaması sonucunu doğurmuştur.
|
RG No :29232-RG.T. :10.01.2015
B.No : 2014 /2159-K.T:16.10.2014
54.Ancak, kuvvetli suç şüphesi ile birlikte devamını gösteren haklı nedenleringösterilmesi şartıyla soruşturma veya kovuşturmanın tutuklu sürdürülmesi mümkün olabilir. Somut olayda, derece mahkemelerince verilen tutukluluğun devamı ve tutukluluğa itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
|
RG No :29195 -RG.T.:04.12.2014
B.No: 2014/648-K.T :18.09.2014
45.Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya dadevamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığıtakdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilenhukukisebeplerinvarlığısona erecek veböylecekişinin serbestkalmasınınyoluaçılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek birkarar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmekşartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726,2/7/2013, §30).
46.Ancak kişi hakkında ilk derece mahkemesinde hüküm verilmiş ise bireysel başvuru açısından talep, “bir suç isnadına bağlı olarak tutukluluğun” hukuka aykırılığınıntespitiyle sınırlı kalacaktır (B. No: 2014/912,6/3/2014, § 48).
48.“Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kezyakalanıp gözaltınaalındığı durumlardabu tarih, doğrudantutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §66).
49.Somut olayda başvurucu, isnat edilen suç nedeniyle 13/4/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 17/4/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklu olarak devam edenyargılamada mahkûmiyet kararının açıklandığı5/8/2013tarihinde tutukluluk halibuanlamda sona ermiştir.
50.Başvuru formunda belirtilmeyen ve daha sonra Adalet Bakanlığı görüşünekarşı beyanda ifade edilen mahkûmiyete ilişkin kararın gerekçesinin yazılmamış olmasınedeniyle temyiz incelemesinin yapılamaması ve tahliye talebi hakkında bu aşamada birkarar verilmemesi tek basma” mahkumiyete bağlı olarak tutulma” halini hukuka aykırıkılmamaktadır. Bu durum makul süre çerçevesinde adil yargılanma hakkı kapsamındaincelenebilecek olmakla birlikte, özgürlükten yoksun bırakmanın mahkûmiyet kararınadayandığıve “mahkumiyetebağlıolarak”özgürlüktenyoksunbırakılmanınhukukaaykırılığına ilişkin bir şikâyet de bulunmadığı dikkate alındığında, başvurudan sonra ilerisürülen bu iddia nedeniyle farklı bir sonuca ulaşılması mümkün değildir.
51.Başvurucunun 5/8/2013 tarihine kadar”bir suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, 5/8/2013 tarihinden sonra özgürlükten yoksunbırakmanın “mahkûmiyet kararına bağlı olarak” tutulma olduğu anlaşılmaktadır.
53.Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş iseihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (B. No:2013/2001, 16/5/2013, § 14,15).
54.Somut olayda tutuklu olarak devam eden yargılamada mahkûmiyet kararının açıklandığı 5/8/2013 tarihinde “bir suç isnadına bağlı olarak”tutulma hali sona ermiştir.
55.Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği şikâyetleri yönünden başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
56.Açıklanan nedenlerle, başvurunun gerekçesiz kararlarla ve sağlık durumu dikkate alınmadan tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle “kişi özgürlüğü ve güvenliğinin” ihlal edildiğine ilişkin kısmının “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
65.AİHM, hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanmakoşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacakyoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Kudlaı/Polonya, B. No: 30210/96,26/10/2000, §94).
|
RG No : 29235 – RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2013/69 – K.T : 04.11.2014
36.Başvurucuların özgürlüklerinin kısıtlandığı 5/1/2010-21/3/2014 tarihleri arasında temyiz aşamasında geçen 1 yıl 1 ay 29 gün çıkartıldığında. 3 yıl 17 gün bir suçisnadına bağlı olarak tutuldukları anlaşılmaktadır.
37.İlk Derece Mahkemesi, başvurucuların tutukluluk durumunu 19/10/2010, 27/12/2010,26/1/2011,11/7/2012 ve 13/9/2013 tarihlerinde incelemiş ve atılı suçun vasıf vemahiyeti, dosya kapsamındaki deliller, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, tutuklu kalınansürenin verilmesi muhtemel ceza ile orantılı olması şeklindeki gerekçelerle tutuklulukhalinin devamına karar vermiştir.
38.Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
39.Somut olayda, İlk Derece Mahkemelerince verilen tutukluluğun devamına ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğundevamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili veyeterli olmayangerekçeleredayanılarakbaşvurucuların özgürlüğündenmahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
40.Açıklanan nedenlerle, başvurucuların “tutukluluğun makul süreyi aştığı” yönündeki iddialarına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlaledildiğine karar verilmesi gerekir.
Son Yorumlar