Ölçülülük İlkesi

KARAR NO : 1

RG No:29007-RG T.: 22.05.2014

B.No: 2013/1614 -K.T : 03.04.2014

40.Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yal­nızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokra­tik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine ay­kırı olamaz. ”

41.Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasakoyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çer­çevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anaya­sa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de göze­tilmesi gerektiği açıktır (B. No. 2013/2187,19/12/2013, § 35).

42.Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa yargı­sında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (B. No. 2013/2187,19/12/2013, § 36).

45.Ancak belirtilen meşru temellere rağmen, bireyin temel haklarına ya­pılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Anayasa’nın13. maddesinde, bu orantının değerlendi­rilmesi noktasında nazara alınmak üzere, demokratik toplumda gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir.

47.Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağ­lanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne do­kunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sı­nırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kav­ramı içinde değerlendirilmelidir.

48.Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup, bu yönüyle her temel hak açı­sından kişiyedokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçe­vede, hakkın kullanılmasınıönemliölçüdegüçleştiren,hakkıkullanılamazhalegetirenveyaortadankaldıransınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Özel hayatın gizliliği hakkıbağlamındada, buhakkınortadankaldırılması, kullanılamazhalegetirilmesiveyakullanılmasının aşın derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkınözünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da, temel hak ve özgürlükleringereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararlan uya­rınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını ger­çekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınır­lama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçüiçinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçü­süz bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen oranlılık unsurlarını içermek­tedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, K.T. 4/7/2013).

49.Bu noktada, belirtilen ölçütlereriayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için, müdahale teşkil ettiği ve özel hayatın gizliliği hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının göz önünde bulundurulması ve gözetilen genel ya­rarın gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesi vası­tasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hu­susunda geçerli olan bu denge, özel hayatın gizliliğihakkının sınırlandırılma­sında da göz önünde bulundurulmalıdır. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlan­ması mümkün olmakla beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile, sınırlan­dırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir.

50.Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde iki ayrı aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sınırlama ölçütünün seçi­midir. İkincisi ise, ilgili sınırlamaölçütüçerçevesindeizlenenmeşruamacı ger­çekleştirmeküzereyapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak kamusal makam­lara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp, ihlal iddiasına konu önlemin ana­yasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması, yani müdahaleyi meşrulaştır­mak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve orantılı olması gerekir.

51.Belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir kapsama sahip­tir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun bi­rey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak, bu yetkinin kapsamı daral­makta veya genişlemektedir.

52.Mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına veyahut kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda, takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda, özel yaşamın gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda, takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığı şarttır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Oud­geon/Birleşik Krallık, B. No. 7525/76, 22/10/1981, § 52). Zira kişinin mahremi­yet alanının gizliliği ve bu alana saygı gösterilmesi hakkının, bireyin kişisel gü­venliği, varlığı ve kimliği için gerekli ve en temel haklardan biri olduğu açıktır.

53.Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen ge­niş bir takdiryetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda, özel hayat kavramı­nın salt mahremiyetalanına işaret etmeyip, bireylerin özel bir sosyal hayat sür­dürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında, özellikle kamu görevlilerinin meslekî yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları açı­sından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte bu kişilerin de, diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi, asgari güvence öl­çütlerinden istifade etmeleri gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Öz­pınar/Tiirkiye, B. No. 20999/04, 19/10/2010). Özellikle bireyin temel hakların­dan biri olan özel yaşamın gizliliği hakkı ile kamu hizmetinin yukarıda belirtilen temellere uygun yürütülmesini gözetmek konusundaki meşru menfaat arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının göz önünde bulundurulması zorunlu­dur.

54.Başvuruya konu disiplinişleminin yukarıda belirtilenmeşrutemellere dayandığı açık olmakla birlikte, başvurucunun özel hayatına bir müdahale teşkil ettiğianlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne dokunarak, onu anlamsız kılacak ölçüdeolmaması gerekmektedir. Bu noktada, somut başvuru özelinde başvurucunun Anayasa’nın20. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamu­nun yararı ya da yine bir başka bireyin yaran arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı incelenmelidir.

KARAR NO : 2

RG No:29051-RG T.: 05.07.2014

B.No: 2014/256 -K.T : 29.06.2014

78.Anayasa’nın 13. maddesi “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunul­maksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı ola­rak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ru­huna, demokratik toplum düzeninin ve lâikCumhuriyetingereklerine ve ölçülülükilkesineaykırı olamaz” demektedir. Anayasa’nın bu maddesi bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler kullanılarak sınır­landırılabileceğini ortaya koymaktadır. Başka bir deyişle Anayasa’nın 13. mad­desinde yer alan güvence ölçütleri hak ve özgürlükler üzerinde yasayla yapılan bütün sınırlamalar bakımından geçerlidir ve sınırlamanın sınırını oluşturur.

79.Bu sebeple, bir temel hak ve özgürlüğe yönelik müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili mad­desinde belirtilmiş olma,kanunlar tarafındanöngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,demokratik toplumdüzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlen­mesi gerekir. Bu denetim sırasında Anayasa Mahkemesi öncelikle müdahalenin kanunilik şartına uyup uymadığını inceleyecektir. Zira kanuna dayanmayan bir müdahalenin, öze dokunmama, demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma ve ölçülülük gibi diğer güvencelere uygun olup olmadığı incelenmeden bir Anayasal hakkı veya özgürlüğü ihlal ettiği sonucuna ulaşılacaktır. Bu sebeple bir ilk olarak kanunilik unsurunun değerlendirilmesi gerekir. Kanunilik şartının sağlanması halinde müdahalenin Anayasa’da öngörülen amaçla yapılıp yapılmadığı ve daha sonra da diğer koşullara uygunluk denetimi yapılmalıdır.

87.Başkabir ifadeyle, Anayasa’ya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerinebırakılabilir. Buna karşın temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırıl­masının ancak kanunlayapılacağına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi, bir ka­nun hükmü olmaksızın yürütme veidarenin bir hak ve hürriyeti ilk elden düzenleyici işlemle sınırlamasına izin vermez.

88.Dahası,Anayasa’nın 91.maddesinin birincifıkrası uyarınca sosyalve ekonomik haklar hariç olmak üzere temel hak ve hürriyetlere ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile düzenleme yapılamaz. Dolayısıyla kanun hükmünde kararname ile dahi düzenlenemeyecek temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırıl­masına ilişkin bir düzenlemenin ilk elden idari düzenleyici işlemlerle yapıl­ması Anayasa karşısında mümkün değildir.

89.Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının, keyfiliğe izin vermeyen,öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfi uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması Anayasa’ya aykırı olabilecektir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez, aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanarak yürütme organınca alınacak önlemler objektif nitelik taşımalı ve idarenin keyfi uygulamalarına sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemelidir (Bkz. AYM, E.1984/14, K.1985/7, K.T. 13/6/1985). Aksi bir durumda temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13. mad­desi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.

98.Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hakların sınırlandırılması için mutlaka kanuna ihtiyaç vardır. Avukatların duruşmalara “başları açık” olarak katılacaklarına dair bir kanuni sınırlama bulunmamaktadır. Gerek AİHM’in Leyla Şahin kararı ve gerekse deAİHM’nin dayandığı ve Türkiye’de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanındayanağı haline gelen Anayasa Mah­kemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararları, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabil­eceğine ilişkin hükümde yer alan “kanunilik şartı”nı taşıyan kurallar olarak kabul edilemez.

99.Somut olayda avukat sıfatıyla katıldığı duruşmada İlk Derece Mah­kemesinin başvurucuyu başörtüsü takması nedeniyle duruşmayı yapmaya­rak ertelemesi vebaşvurucunun müvekkiline kendisini yeni bir avukat tutmak üzere süre vermesi şeklindegerçekleşen din ve vicdan özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.

100.Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin varlığı halinde bulunması gereken ve Anayasa’nın13.maddesinde öngörülen (bkz. §§ 78-80) Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen meşruamaçlardan biri kapsamında olma, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama gibi kriterlere riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

KARAR NO : 3

RG No:29098-RG T.: 02.07.2014

B.No: 2012/1128 -K.T : 08.05.2014

39.Ancak, AnayasaMahkemesinin kararlarındadabelirtildiğigibi cezaiyaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (E.2010/104, K.2011/180, K.T. 29/12/2011).Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması a­rasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca, yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp, tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetleregetirilecek sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesineaykırı olamayacağını belirtirken, 5237 sayılı TCK’nın 3. maddesine göre de, suç işleyen kişihakkında işlenenfiilinağırlığıyla orantılıceza ve güvenlik tedbirine hükmolunmasıgerekmektedir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 36). AİHM de suçun niteliğinin ve verilencezaların ağırlığının, yapılan müdaha­lenin orantılılığı bakımından dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu kaydetmiş ve gerçekleştirilen müdahalenin “demokratik bir toplum için za­ruri” olması gerektiğini belirtmiştir (Varlı ve diğerleri/Türkiye, 38586/97,19/10/2004).

KARAR NO : 4

RG No :29111 -RG.T. :06.09.2014

B.No: 2012 /1052 – K.T:23.07.2014

34.Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak ka­nunla sınırlanabilir. Ayrıcabu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, de­mokratik toplum düzeninin ve lâikCumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük il­kesine aykırı olamaz.

44.Somut başvuruya konu yargılamada ıslaha yönelik talep hakkı kısıt­lanan başvurucu, bilirkişi tarafından hesaplanan 96.249,00 TL maddi tazminatın ancak 50.000,00TL’lık kısmına kavuşabilmiştir. Bu şekilde tazminat alacağının kayda değer bir kısmındanmahrum kalan ve lehine adli yardım kararı verilmiş olması itibarıyla maddi durumununelverişsiz olduğu anlaşılan başvurucunun, katlanmak zorunda bırakıldığı külfetin, hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olduğu; dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

KARAR NO : 5

RG No:29071-RG T.: 25.07.2014

B.No: 2013/1280 -K.T : 28.05.2014

51.Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin id­dialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiylehukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucular tarafından Avrupa İnsan Haklan Sözleşme­si’nin 13. maddesine ve dolayısıyla Anayasa’nın 40. maddesi hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, yargılama sürecinde hangi talep gerekçelerinin değerlendirilmediğinin belirtilmediği ve söz konusu hükümlerin nasıl ihlal edildiğineilişkinsomut biraçıklama ve kanıtlamada bulunulmadığıan­laşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönün­den incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edile­mez olduğuna karar verilmesi gerekir (B.No. 2013/2103,14/1/2014, § 40).

KARAR NO : 6

RG No:29064-RG T.: 18.07.2014

B.No: 2013/1568 -K.T : 08.05.2014

39.Anayasa’nın35.maddesine göre kişilerin mülkiyetleriancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerin­den alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin haklan arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §37).

49.Yukarıdaki unsurlara bakarak, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamu­laştırma bedeline faizeklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Öden­meyen bu fark, bireyin mülkiyethakkınınkorunması ile kamu yararı arasında olması gereken adildengeyibozarak,Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.

KARAR NO : 7

RG No:29022-RG T.: 06.06.2014

B.No: 2013/843 -K.T : 03.04.2014

38.Anayasa’nın “Temel hak vehürriyetlerinsınırlanması” başlıklı13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Ana­yasa’nınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, busınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laikCumhuriyetingereklerineveölçülülükilkesineay­kırıolamayacağıhükmebağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkınınsınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın13. maddesindeki temel hak ve hürri­yetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ileuyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).

KARAR NO : 8

RG No:28966-RG T.: 10.05.2014

B.No: 2013/1780 -K.T : 20.03.2014

39.Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı açısından her­hangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılmasımümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sı­nırlama nedeni görülmemişolan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak buhakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.

41.Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasakoyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çer­çevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer verilen güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen hak­kın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır.

KARAR NO : 9

RG No:28942-RG T.: 15.03.2014

B.No: 2013/3339 -K.T : 06.02.2014

36.Başvurucunun, Anayasa’nın 40. ve Sözleşme’nin13. Maddelerinde düzenlenenetkilibaşvuru hakkınınihlaledildiğine yönelikiddiasının,bahsigeçenmaddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp,mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer te­mel hak ve özgürlüklerlebağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkının ihlal edilipedilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğükonusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verebilmesi gerekmektedir(B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

37.Başvurucunun, etkili başvuru hakkının sağlanmadığı iddialarının, başvurunun temelini oluşturan adil yargılanma hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak elealınması zorunluluğu vardır. Dolayısıyla etkili başvuru hakkı, bağımsız nitelikte korumaişlevine sahip olmayıp, temel hak ve özgür­lüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuruyollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte bir haktır. Bu çerçevede, başvurucununadil yargılanma hakkı kapsamına giren bir hakkına yönelik müdahale bulunmamasınedeniyle etkili başvuru hakkının somut başvuru açısından uygulanabilmesi mümkündeğildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 34).

38.Sonuç itibariyle, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesine dayanan ihlal iddialarının konusu da, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olantemel hak ve özgürlüklerin koruma alam dışında kalmaktadır.

39.Açıklanan nedenlerle başvurunun, diğerkabul edilebilirlikkoşulları yönünden incelenmeksizin “konubakımından yetkisizlik” nedeniyle kabuledi­lemezolduğuna karar verilmesi gerekir..

KARAR NO : 10

RG No :28942-RG.T. :15.03.2014

B.No:2012/1246-K.T : 06.02.2014

78.Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkedenoluşmaktadır.”Elverişlilik”, öngörülenmüdahalenin,ulaşılmak istenenamacıgerçekleştirmeyeelverişliolmasını,”gereklilik”,ulaşılmakistenen amaçbakımındanmüdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasınınmümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmakistenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Bkz.,B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

79.AİHM de mülkiyet hakkına yapılanbir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararıamaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korun­ması arasında adilbir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin,mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel öden­meden mülklerinden mahrum edilmelerihalinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir. Bununla beraber Sözleşmeilekorunanmülkiyethakkı herdurumda tambedelinödenmesinigüvencealtınaalmamaktadır. Eko­nomik reform ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş çaplıtedbirleri uygulamaya yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı amacıyla yoksun bırakılan mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılmasını ölçülülük ilkesine aykırı bulmayabilmektedir (bkz. Sporrong ve Lönnroth/îsveç, B. No:7151/75ve 72/52/75,23/9/1982, § 69;JamesveDiğerleri/İngiltere, B.No: 8793/79, 21/2/1986, § 54;Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve Diğerleri/İngiltere,B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120-121).

99.Bu çerçevede AİHM, Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç öden­mesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faizödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin en­flasyonun oldukça altında olmasısonucu tespit edilen bedelin değerini koruyucu nitelikte olmaması nedenleriyle birçokdavada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız veaşırı bir yük bindiği ve mül­kiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (bkz.,Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, § 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92,9/7/1997, § 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 57-60).

100.BununlabirlikteAİHM, kamulaştırmabedelinin değerinde en­flasyon nedeniyle meydana gelen ve kamulaştırma bedeliyle kıyaslandığında önemli yekûn tutmayan farkları, kamu yararı ile ilgilinin haklarının korun­ması arasındaki adil dengenin korunması bağlamında hesaplama yöntemin­den kaynaklanabilecek bir hata payı olarak yorumlamakta ve mülkiyet hak­kının ihlali olarak değerlendirmemektedir (Bkz. Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01, 7/3/2002, Kurtuluş/Türkiye, B. No: 24689/06, 17/6/2006).

101.Devlettarafındanödenecekbirbedelinenflasyonkarşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belir­lenmiş bir paraalacağının ödenmemesi halinde daha katı bir tutum sergileye­rek %5’e kadar değerkayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (bkz.,Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması,mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Bunun yanında mahkemelerdegeçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybında isemeydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konudaulusal yargıcın belirli bir takdir imkânı olduğu gerekçesiyle daha esnek yorumlamakta bufarkın başvurucularaçısındanaşırı biryükgetirip getirmediğini inceleyerek kararvermektedir. Örneğin bahsedilen şekilde incelediği bir davada AİHM, %10,74’lük bir değerkaybının aşırı bir yük getirmediğine karar vermiştir (bkz. Güleç ve Armut/Türkiye, B. No:25/969/09,16/11/2010).

104.Başvuru konusu olayda taşınmazın 25/5/2010 tarihi değerine göre te­spitedilen kamulaştırma bedelinin 148.061,69 TL’si başvurucuya gerçek değerin esas alındığıtarihten yaklaşık bir yıl önce 6/5/2009 tarihli acele el koyma ka­rarıyla ödenmiştir. Kalan120.319,75 TL ise bedel tespiti davası sonunda verilen 3/2/2012 tarihli kararla ödenmiştir.İkinci ödemenin yapıldığı tarih ile bedelin esas alındığı tarih arasındaki %14,09 oranında enflasyon nedeniyle ikinci ödemede meydana gelen değer aşınması 16.953,00 TL olarakhesaplanmıştır. Bahsedilen değer aşınmasının kamulaştırma bedeli olan 268.388,44 TL’yeoranı % 6,32 olup bu değer kaybının başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük ge­tirmediğiaçıktır. Ayrıca başvurucunun 25/5/2010 tarihi değerine göre tespit edi­len kamulaştırmabedelinin 148.061,69 TL’sini değer tespitinin esas alındığı ta­rihten yaklaşık bir yıl öncealarak kullanma, tasarruf etme ve yatırıma dönüştürme imkânı ve avantajına sahip olduğudüşünüldüğünde % 6,32’lik değer kaybının başvurucu üzerinde meydana getirdiği yükündaha da hafifleyeceği an­laşılmaktadır.

KARAR NO : 11

RG No:28875 -RG.T. :07.01.2014

B.No : 2013 / 817 -K.T : 19.12.2013

37.Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerin­den alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişi­lerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu ya­rarı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge ku­rulması gerekmektedir.

38.Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapı lan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.

41.Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM,E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003). Bununla beraber gerçek karşılığının altında bir bedel ödenerek bir taşınmazın idareye geçmesi de Anayasa’nın 46. maddesi hükmüne açıkça aykırılığın yanında mülkiyet hakkına Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesini aşanve mülkünden yoksun bırakılan kişiye ulaşılmak istenenkamuyararıylakıyaslandığında ölçüsüzce ağır bir yük yükleyen ve makul olmayan müdahale niteliğindedir.

42.İdarenin, malikin rızasına gerek olmaksızın yapabileceği bir işlem olan kamulaştırma nedeniyle peşin ödemesi gerekenbedeliödemedegecikmesiduru­munda hissedilir değer kaybına neden olan unsurların varlığının dikkate alınma­ması halinde ödenen bedelin gerçek karşılık olaraknitelendirilemeyeceğiaçıktır(BenzeryöndekiAİHMkararı için bkz., AİHM, Yunan rafinerileri Stran ve Stra­tis Andreadis/ Yunanistan, B. No: 13427/87, 9/12/1994, § 82). Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutar­ların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamu­laştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredekihissedilirdeğerkaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması gerekir. (Bkz. Scordino/İtalya (na:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).

60.Bu çerçevede AİHM, Türkiye’ de kamulaştırma bedellerinin geç öden­mesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faiz ödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin en­flasyonun oldukça altında olması sonucu tespit edilen bedelin değerinikoruyucunitelikteolmamasınedenleriylebirçok davada başvuranların üzerinde meşru kamuyararıylahaklıgösterilemeyecekorantısızve aşırı bir yük bindiği vemül­kiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Bkz. Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, § 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 91711997, § 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 61712010 , § 57-60).

62.Başvuru konusu kamulaştırılan taşınmaza enflasyon sonucu değerdeki aşınma ile piyasa değerinden daha düşük bir bedelin ödenmesini haklı gösterecek kamu yararına yönelik hiçbir meşru amaç tespit edilememiştir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Scordino/İtalya (no:J), B. No: 36813/97, 291312006 , § 102). Kamulaştırma bedeline değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması kamu yararı için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi için zorunlu bir durum da arz etmemektedir (Bkz. AYM, E.2008/58, K.2011/37,10/2/2011).

63.Yukarıdaki unsurlara bakarak, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılm­aktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyinmülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gerekenadildengeyibozarak, Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı birşekilde başvurucularüzerineorantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlaletmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 61712010, § 56).

64.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu kamu­laştırma bedelinintespiti davasının 29/5/2003 tarihinde açıldığı ve Develi Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından dava tarihi esas alınarak belirlenen bedelin sekiz yıl sekiz ay sonra mahkemenin 12/1/2012 tarihli kararıyla başvuruculara faiz işletilmeksizin ödendiği, bu süre zarfında Merkez Bankası verilerine göre en­flasyonda meydana gelen artışın %104,63 olduğu, bahsedilen değer kaybı oranı dikkate alındığında, başvurucuların üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yük bindiği sonucuna ulaşılmıştır.

KARAR NO : 12

RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014

B.No : 2013 / 252 – K.T : 26.06.2014

48.Anayasa’nın35.maddesinegörekişilerinmülkiyetleriancakkanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerin­den alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mül­klerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.

51.Bu çerçevede AİHM, Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faizödenerek durumun telafi edilmemesi nedeniyle birçok davada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız ve aşırı bir yük bindiği ve mülkiyethaklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, §48-50; Akkuş/Türkiye)

KARAR NO : 13

RG No :29232-RG.T. :10.01.2015

B.No : 2013 /5447-K.T:16.10.2014

104.AnayasaMahkemesiyerleşikiçtihatlarındademokratiktoplumu, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığırejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hak getirensınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle,temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratiktoplumdüzenininsürekliliğiiçinzorunluolduğuölçüdeveancak yasayla sınırlandırılabilirler” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir.Başka bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak,kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veyaölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsademokratik toplum düzenine aykırı o­lacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T.28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).

105.Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınmasıgereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokra­tik toplum düzeninin gereklerive ölçülülük ilkeleri İki ayrı kriter olarak düzen­lenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasındabir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeniiçin gerekli olma şartı ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “Temel hak veözgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gereklini­telikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle bir­likte, temelhaklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama nit­eliğinde olup olmadığınınincelenmesi gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca,temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi gerektiğinekarar vermiştir.

106.Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçlan ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi,ulaşılmakistenenamaçtanyola çıkılarak bu amaca ulaşılmakiçinseçilenaracındenetlenmesidir. Bu sebeple sendikaya üye olmama özgürlüğüne getirilen müdahalelerde,hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olupolmadığı değerlendirilmelidir.

107.Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlen­dirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan BEM-BİR-SEN’e üye olmayan­ların sosyal yardımdanyararlanmaları için anılan Sendikaya üye olanların öde­dikleri aidatın iki katını ödemekzorundabırakılmaları, sendikaya üye olmama özgürlüğünü kısıtlama bakımından”demokratik bir toplumda gerekir ve “ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığı olacaktır.

108.Bu çerçevede sendikaya üye olmama özgürlüğüne yapılan müda­halenin, izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını belirleyebilmek için olayın bütünlüğünebakılarak bu özgürlüğün özüne zarar verilip ve­rilmediğinin değerlendirilmesi gerekir.Sendikaya üye olmama şeklindeki ne­gatif özgürlüğün özüne zarar verecek ve makulolmayan şekilde sendikaya üye olmaya zorlama, ölçüsüz ve orantısız bir müdahale olarakkabuledilebilir.AİHS’in 11. maddesi temelolarak,maddede düzenlenen haklarınkullanılması sırasında kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşıkorunmayıamaçla­maktadır.

109.Somut olayda, sosyal yardım ödemesi yapılmasının temel şartı olarak BEM- BİR-SEN’e üye olunması veya üye olunmasa dahi sendika üyelik aidatının ödenmesiningösterilmesi ve bu aidatın da üye olanların ödediği aidattan yüksek olması nedeniylesendikaya üye olmama özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı ve sendikayaüye olmama özgürlüğünün özüne müdahale niteliğinde olup olmadığı değerlendirilmiştir. “Sosyal Vardım Sözleşmesi” ile verilen sosyal yardımdan faydalanmak için Sendika üyesiolma zorunluluğu bulunmadığı, Sendikaya üye olmayan­ların da bu yardımdanyararlanabilecekleri, bunun için BEM-BİR-SEN üyesi olanların ödediği sendikal aidatınsadece iki katının ödenmesi şartı (sözleşmenin 14. maddesinin (a) bendi gereği sendikayaüye olanlardan sözleşmedeki aylık ödenek tutarından %2, üye olmayanlardan aylık %4 kadarkesinti yapılması şartı) bulunduğu dikkate alındığında, bu şart müdahale edilen hakkın özünüzedele­mediği gibi, ölçüsüz bir müdahale olarak da nitelendirilemez. Zira sosyal yardımdanyararlanmak için anılan Sendikaya üye olma zorunluluğu bulun­mamakta olup, yalnızca üye olanların ödediği sendika aidatının iki katının ödenmesi yeterlidir. Bu durum ise sendikaya üye olmama özgürlüğünün özüne yönelik orantısız ve makul olmayan bir müdahale olarak değerlendirilemez.

110.Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, BEM-BÎR-SEM’e üye olmayanların sosyal yardım sözleşmesinden yararlanmaları için anılan sendi­kaya üye olanların ödedikleriaidatın iki katını ödemeleri şartının sendikaya üye olmama özgürlüğüne yönelik orantısız birmüdahale olmadığı ve bu bağlamda demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülükilkesine aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 51.maddesinde düzenlenen sendikaya üye olmama özgürlüğünün ihlal edilmediğine kararveril­mesi gerekir. Üye Engin Yıldırım bu görüşe katılmamıştır.

KARAR NO : 14

RG No :29252 -RG.T.:30.01.2015

B.No: 2013 /1821-K.T :05.11.2014

47.Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlen­dirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin ka­rarlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (benzer yöndeki bir karar için bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 98).

48.AİHM de konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin yukarıda anlatılan yaklaşımına (§§, 57-59) benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e göre “gerekli” kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç”ı (pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahale­nin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gere­kecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale ol­malıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının göster­dikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).

49.Dolayısıyla, başvurucunun on adetten fazla kitap bulundurmasına izin verilmemesi nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile oda veya koğuş dü­zeninin sağlanması arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, baş­vurucunun daha fazla kitap bulundurma talebinin reddine ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 87; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97).

50.Yapılacak değerlendirmelerde ifade özgürlüğünün “herkes”e tanındı­ğının hatırda tutulması gerekir. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde kapatılmış bu­lunan bir hükümlü olan başvurucunun da, herkes gibi, Anayasa’nın 26. maddesi hükmünden yararlanacağı hususu her türlü tartışmanın dışındadır. Bununla be­raber, disiplini bozacak faaliyetleri önlemeye yönelik hukuki düzenlemeler ol­madan bir cezaevinde düzen sağlanması da düşünülemez. Bunlardan başka, bir kimsenin kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararına dayanarak cezaevine kapatılma­sındaki amacın, onu özgürlüğünden mahrum etmek yanında, cezasının infazı bit­tikten sonra infaz dönemindeki çalışmalarla yeniden topluma kazandırılması ol­duğu hatırda tutulmalıdır.

51.Son olarak, Anayasa Mahkemesi kendi takdirini davada uygulamadan önce, müdahale ile hak arasında makul bir denge kurma konusunun, öncelikle kamu gücünü kullanan makamlara ait olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu konuda devletin bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu takdir yetkisinin genişliği birçok unsura, özellikle de söz konusu faaliyetin niteliğine ve sınırlamaların amacına bağlı olarak değişmektedir.

52.Somut başvuruya dönecek olursak Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Gü­venlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan başvurucu yanında bulun­durduğu kitap sayısının artırılması için Eğitim Kurulu Başkanlığına talepte bu­lunmuştur. Kurul, 31/8/2012 tarihli kararı ile tutuklu ve hükümlülerin yanlarında kütüphaneye ait beş adet ve kendilerine ait beş adet olmak üzere toplam on adet kitap bulundurmalarına müsaade edildiğini, ayrıca bu kitapları her on beş günde bir değiştirebildiklerini belirterek talebi reddetmiştir. Kurul kararına başvurucu­nun şikâyeti üzerine Ankara İnfaz Hâkimliği, hükümlülere yeterince kitap okuma imkânı verildiği, verilen kitapların da yenisi ile değiştirilme olanağının bulunduğu gerekçesiyle şikâyeti reddetmiştir. Anılan karara başvurucunun yap­tığı itiraz ise Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarihli kararı ile red­dedilmiştir.

53.Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin, olgu­ların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanarak yapıldığı ve keyfi olma­dığının denetlenmesini kapsar. Müdahaleyle elde edilmek istenen amaç ile müdahalenin ağırlığının orantısızlığının açık olduğu bir davada sınırlama ted­birinin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Buna karşın farklı etkenlerin ka­tılması nedeniyle bu orantının tartılmasının kolay olmadığı bir davada kamu gü­cünü kullanan makamlarca kurulan denge göz önünde bulundurulacaktır.

54.Başvuruya konu olayda cezaevinde oda veya koğuş düzeninin sağ­lanması için her on beş günde bir değiştirmek üzere mahkûmun cezaevi dışın­dan beş kitap getirtmesine müsaade edilmektedir. Somut olayda başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ağır olduğu söylenemez. Buna karşın müdahalenin önemi ve ağırlığı bir olayın kendine özgü olguları ile yakın ilişki içerisindedir.

55.Bu sebeple başvurucuya, kütüphaneden alabileceği beş kitap ile bir­likte toplam on kitabı aynı anda yanında bulundurmasına müsaade edilmek su­retiyle yapılan sınırlandırmanın başvurucu üzerindeki etkisinin de değerlendiril­mesi gerekmektedir. Başvurucu kitap sınırlaması nedeniyle araştırma ve ince­lemelerinin engellendiğini ileri sürmektedir. Buna karşın başvurucu araş­tırma ve incelemelerinin kapsamı ve mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yapmamıştır.Başvurucunun daha fazla sayıda kitap bulundurma talebi ise hü­kümlülere yeterince kitap okuma imkânı verildiği ve verilen kitapların da her on beş günde bir kez yenisi ile değiştirilme olanağının bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Üstelik başvurucu, kitap sayısı dışında kitaba erişiminin engel­lendiği yönünde bir şikâyette de bulunmamıştır.

56.Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, yüksek güvenlikli cezaevinde hükümlü olarak bulunan başvurucunun odasında bulundurduğu kitap sayısının on ile sınırlandırılması ile elde edilmek istenen oda ve koğuş düzeninin sağlanması amacına ulaşmak için yapılan sınırlama işleminin ölçülü olmadığı söylenemez. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. mad­desinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik şikâye­tinin reddine karar verilmesi gerekir.

Leave a Reply

Your email address will not be published.