Savunma Hakkı

KARAR NO : 1

RG No :29028 -RG.T. : 17.12.2014

B.No: 2012/543 -K.T: 15.10.2014

  1. Suçlamaya dayanak olan bir kısım delillerin ele geçirildiği aramaya ilişkin konutta ikamet eden diğer sanık İ.A.’nın hâkim huzurunda verdiği ifadel­erde aramanın yapılmasına ve delillerin elde edilmesine ilişkin hususlar anlatılm­akta olup, bu yerde ikamet eden kişiye ait beyanlar dikkate alındığında, düzen­lenen tutanakta ikamet sahibinin imzasının bulunmamasının tek başına aramanın ve ele geçirilen delillerin hukuka aykırı kabul edilmesine neden olmayacağı sonucuna varılmıştır.
  2. Başvurucu son duruşmada mazeretlerin davayı uzatma amacıyla beyan edildiği kabul edilerek savunmada avukat yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
  3. Yargılamanın yürütüldüğü davada esasen 4/5/2011 tarihinde karar ve­rilmiş ancak başvurucunun duruşmaya gelmediği, müdafiinin doktor raporu gön­dererek duruşmaya gelmediği ve geçici olarak yerine başka bir avukatın duruşmaya geldiği, duruşmaya giren avukatın geçici olarak çıktığı için savun­masını yapamayacağını beyan ettiği anlaşıldığından dosyanın geldiği aşama, yargılamanın her celse çeşitli nedenlerle sanık ve müdafileri tarafından uzatılmaya çalışıldığı, dosyanın yaklaşık olarak iki yıldan bu yana karar aşa­masında olduğu ve benzeri nedenlerle karara çıkarılamadığı ve yargılamanın ge­reksiz yere uzadığı, yargılamanın tutuklu devam ettiği belirtilerek başvurucu hakkında dosya tefrik edilmiştir.
  4. 54. Başvurucu hakkında tefrik edilen dosyada hükmün verildiği 17/6/2011 tarihli duruşma başvurucu ve müdafiinin savunmalarını yaptıkları ve yazılı ola­rak sundukları, Mahkemece bu hususların duruşma tutanağında belirtildiği görülmektedir.
  5. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilir­lik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  6. 61. Başvurucu genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ifade etmektedir. Bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmektedir.

62.Bir ceza davasında kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Bu bakımdan söz konusu hak, AİHS’nin 6/2 maddesinin yer verdiği suçsuzluk karinesi ilkesine yakından bağlıdır(Kolu/Türkiye, B. No: 35822/97, 2/8/2005; Salduz/Türkiye (BD), B. No: 36391/02, 27/11/2008).

63.AİHM içtihadına göre, susma hakkı ve onun bir görünümü olan kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlanmama hakkı, AİHS’nin 6. mad­desiyle güvence altına alınmış olan ve uluslararası normlar tarafından da ka­bul edilen adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Sanığı, yetkililerin aşırı baskısından koruyan bu güvenceler adli hataların yapıl­masından kaçınmak ve hakkın amacını yerine getirmek için vardır (Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 14246/04 ve 16584/04, 25/11/2008).

64.Müdafi yardımından yararlanmakla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için, kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir. Bu hakkın ancak, davanın kendine özgü koşullan bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler ortaya çıkarması halinde kısıtlanabileceği, avukata erişim hakkının kısıtlanmasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile, bu kısıtlamanın savunma haklarına zarar vermemesi gerektiği, avukat erişimi sağlanmayan sanığın kolluk soruşturması sırasındaki ifadelerinin mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma haklarına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacağı belirtilmektedir (Saldın/Türkiye).

  1. Başvurucunun işlediği kabul edilen 1., 2. ve 3. Eylemlerin sübutunun, başvurucunun daha sonra kabul etmediği kolluk beyanına ve eylemlerle ilgisi belirtilmeksizin arama sonucunda ele geçirilen patlayıcı maddelere ve diğer malzemelere dayandırıldığı, 4., 5., 6., 7. ve 9. Eylemlerin ise diğer sanık A.A.’nın daha sonra içeriğini kabul etmediği, müdafi olmaksızın alınan gözaltı ifadelerine ve bu sanığın ikametinde ele geçirilen malzemelere dayandırıldığı görülmektedir.Başvurucunun iştirak ettiği kabul edilen 8. Eylem ile ilgili olarak yine diğer sanık A.A.’nın daha sonra içeriğini kabul etmediği kolluk beyanı yanında tanık ifadelerinin hükme esas alındığı görülmektedir.
  2. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele ve işkence altında verildiğinin belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi halinde, esasa geçilmeden bu konunun irdelenmeksizin, ikrarın dayanak olarak kullanıl­masını önemli bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Güneş/Türkiye, B. Mo: 28490/95,19/6/2007).
  3. Bunun yanında gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlan­maması yönünde bir kurala dayanan uygulama tek başına adil yargılanma şart­larının yerine getirilmemesi sonucunu doğurabilir (Salduz/Türkiye).
  4. Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlarda dört gün gözaltında tutulduğu görülmektedir.

72.Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendisinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

  1. Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra mahkemede doğrulanmayan ifadesi doğrultusunda anılan eylemeleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir.
  2. Yargılama devam ettiği sırada yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de, ilk derece yargılamasında bu husus tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.

75.Gözaltı aşamasında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilenifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması bir bütün ola­rak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur.

  1. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar ve­rilmesi gerekir.

KARAR NO : 2

RG No :29235-RG.T. : 13.01.2015

B.No :2012/542-K.T: 04.11.2014

  1. Görüldüğü üzere, her ne kadar başvurucu, gözaltında bulunduğu sırada bir avukatın hukuki yardımından yararlanamamış ise de hâkim huzurundaki sor­gusuna kadar devam eden süreçte susma hakkını kullanmasına izin verildiği için, kendisini suçlayıcı herhangibir beyanda bulunmamış veya aleyhineherhangi bir delil göstermemiştir. Başvurucunun, bir avukatın hukuki yardımından mahrum bırakılmış olması savunma hakkının kullanılması bakımından bir eksiklik ise de bu durum, başvurucunun savunma hakları bakımından telafisi mümkün olmayan bir zarara neden olmamış ve belirtilen bu eksiklik, sorgu işleminde avukatın katılımı ile giderilmiştir. Bu açıklamalar çerçevesinde, başvurucunun belirtilen iddialarının, adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açıktır.
  2. Görüldüğüüzere,hakkaniyeteuygunyargılanmahakkınınceza muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup, özellikle yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin, savunma hakkının gerek­tiği gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektir­mektedir. Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının ini­siyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fırkasındaki hakları güvence altına alma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Aynı yönde AÎHM kararı için bkz. Barbera,Messegıte ve Jabardo/İspanya, B. No:10590/83, 6/12/1988,§75; Kerojarvi/Fmlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, § 42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir.

63.Bir delilin, diğer yan delillerle desteklenmemiş olması, mutlak su­rette adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Mahkemece hükme esas alınan bir delilin çok kuvvetli olması ve güvenirliği konusunda herhangi bir risk bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğun­luğunu azaltır. Buna karşılık, gücü ve güvenilirliği konusunda bir takım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması halinde, bu durum, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir.

  1. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların et­kili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliği üzerinde ciddi sorunlar doğurur. Zira, işkence vekötümuamele sonucundaeldeedilendelillerin kabul edilebilirliğine karar veril­mesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir toler­ans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntem­lere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Aynı yöndeki AÎHM ka­rarı için bkz. Gafgen’Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178). Ancak suç şüphesi altındaki kişinin yargılama sırasında verdiği ikinci ikrarın, tek başına veya bunu doğrulayıcı tartışmasız nitelikteki maddi delillerle birlikte mah­kumiyetine ve cezalandırılmasına yeterli bulunduğu ve özellikle kullanılan yasak sorgu yöntemleri sonucunda tartışmalı hale gelen maddi deliller ile kişinin mah­kumiyeti ve cezalandırılması arasındaki nedensellik bağının kesildiği durum­larda, salt, işkence ve kötü muamele yasağına aykırılık nedeniyle yargılamanın bütün olarak adil olmadığının kabul edilmesi mümkün değildir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Gaf geni Almanya, B. No: 22978/05,1/6/2010, § 180).

65.Özetle, hüküm kurulurken, işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı mua­mele ile toplanan delillere dayanılması, hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile bağdaşmamaktadır (Aynı yöndeki AİHM karan için bkz. Gafgen’Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 166). Ancak, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı bir biçimde soruşturma aşamasında elde edilen bir ikrar yerine, daha sonra kişinin mahkeme huzurunda özgür iradesiyle verdiği ifadeye dayanıla­rak hüküm kurulmuş olması halinde, salt önceki ifadenin işkence ve kötü muamele yasağı ile bağdaşmayan yöntemlerle elde edilmiş olması, yargıla­manın bütününün hakkaniyete aykırı kabul edilmesini gerektirmez. Yargılama kapsamında, dayanılan diğer delillerin sıhhatine bakılarak, hakkaniyete uygun yargılama yapılıp yapılmadığı tespit edilmelidir.

  1. 66. Görüldüğü üzere, işkence ve kötü muamele altında toplanan delillerin, mahkemenin ulaştığı vicdani kanaat üzerinde etkili olması ve bu etkinin önemini ortadan kaldıracak derecede esaslı, güvenilir ve şüpheden uzak başka delillere dayanılmamış olması yargılamanın bütün olarak adilliğini zedelemektedir.
  2. Öte yandan, ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış ol­ması da önemliolup,müdafiinhazır bulunmadığıifadelerin hükme esasalınabilmesiiçin, kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca, ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının, kovuşturma aşamasında, çelişmelibir usulle yargılama makamı ta­rafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası, özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi halinde, işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup, aksi yöndeki uygula­malar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Bkz. Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
  3. A.A. hakkında düzenlenen 9/4/2003 tarihli raporun muayene bulguları kısmında sağ el bileğinde (3×2) cm ebadında cilt sıyrığı, sol el başparmak üstünde (0,3) cm’lik sıyrık, sol uyluk orta ön kısmında (1) cm çapında eski ned­beleşmiş lezyon görüldüğü; psikiyatrik muayenede herhangi bir psikiyatrik araz belirtisi saptanmadığı; sonuç olarak tespit edilen bulguların hayati tehlikeye ma­ruz kılmadığı, bir gün iş ve güç kaybı oluşturacak nitelikte olduğu bildirilmiştir. Yine cezaevine alınmadan önce, dört günlük açlık grevi sırasında ilaç verilerek şuurunun zayıflatıldığı ve darp edildiği şeklindeki iddiaları da gözetilerek yapılan 18/4/2003 tarihli ilk muayene raporunda “sağ göz altında ekimoz, sağ el bileğinde kabuklu yara” tespit edilmiştir. Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Revirinde düzenlenen aynı tarihli adli rapor formunda da aynı bulgular tespit edilmiştir. A.A. ayrıca, işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak müşteki sıfatıyla Cumhuriyet savcısı huzurunda ifade vererek, ilgili görevliler­den şikâyetçi olmuştur. Başvuru formu ve eklerinden, başvurucunun bu şikâyeti sonucunda açılan soruşturma veya kovuşturmanın sonucu hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.

73.İlk Derece Mahkemesinin sübuta ilişkin değerlendirmeleri incelen­diğinde, sanık A.A.’nin kolluk ifadesindeki ikrarı dışında kamera görüntü kayıt­lan, banka çalışanlarına ait teşhisleri, diğer tanıkların anlatımları, olay yeri inceleme raporu ve sanık A.A.’nm ev aramasında bulunan tabancalar gibi başkaca delillere de dayanıldığı; A.A.’nın ikrar içeren ifadesinin, İlk Derece Mahkemesinin sübut konusunda ulaştığı vicdani kanaat bakımından belirleyici yegâne delil olmadığı ve diğer delilleri önemsiz kılmadığı görülmektedir. Bu te­spitler ışığında, başvurucu hakkındaki yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığı söylenemeyeceğinden, başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

  1. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar taraf­ından bildirilmesi olup, kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı nit­eliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemeler­deki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).

KARAR NO : 3

RG No :29252-RG.T. : 30.01.2015

B.No :2014/5844-K.T: 05.11.2014

23.Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı” dır. Ceza yargılamasındaki sa­vunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel birilkesidir.BusebepleAİHM’egöre hakkaniyeteuygunbir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsvîçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Bkz. Articolİtalya, B. No: 6694/74,13/5/1980 § 33).

  1. AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisim bizzat savunmak, kendisinin seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olan­aktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla, suç is­nadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez {Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983).
  2. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamdasavunma hakkınınetkinbirşekildekullanmaimkânınısağlayanmüdafiyardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (B.No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29). Diğer bir anlatımla, müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine hayat vermektedir. Çünkü müdafi adil yargılamanın teminatı olarak belirmektedir.
  3. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için, kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55). AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendinin etkinliğinden söz edilebilmesi için,delillerin toplanması ile ilgili me­vzuatın karmaşık olduğu bu evrede de müdafi yardımından yararlanılmasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır (Imbrioscia/lsviçre, B.No: 13972/88, 24/11/1993, §33).
  4. Diğer taraftan AİHM,müdafiiletemsilhakkınınsınırsızolmadığını {Can/Avusturya, B.No: 9300/81, 30/9/1985, § 57), geçerli bir sebebe dayanılıyorsa, davanın açılmasındanöncekisoruşturma evresindeavukata erişimin kısıtlanmasınınmümkün olabileceğini (John Murray/Birleşik Krallık,B.No:18731/91, 8/2/1996, § 63), önemli olanın yargılamaya bir bütün halindebakıldığında soruşturma evresinde bu hükme aykırılığın, ciddi bir şekilde adil yargılanma hakkına engel olması durumunda hak ihlalinin ortaya çıkabileceğini belirtmiştir (Imbrioscia/’İsviçre, § 36). Ancak, avukata erişim hakkının kısıtlan­masına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile, bu kısıtlamanın savunma haklarına zarar vermemesi gerekmektedir {Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008).
  5. Bu kapsamda mutlak bir hak olarak kabul edilmese de, suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse re’sen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel özelliklerinden biridir (Poitrimol/Fransa, B.No: 14032/88, 23/11/1993, § 34). AİHM, avukatın, müvekkili ile görüşememesi ve bir denetim olmaksızın müvekkilindengizli ta­limatlar alamaması durumunda, avukatın desteğinin yararlılığını büyük ölçüde yitireceğini belirtmektedir [S/İsviçre, B. No: 12629/87, 28/11/1991, §48).
  6. Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma hakkı teme­linde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. AlHS’in 6. mad­desinin üçüncü fıkrasının (c) bendi devletleri, suç isnadı altındaki kişiyi, bir müd­afiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gel­mesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (B.No:2014/3836, 17/9/2014, § 31). Adaletin selametinin gerekleri sanığın müdafi ile tem­silini zorunlu kılıyor ise, devletlerin başkaca bir koşul öne sürmeksizin, müdafi görevlendirme konusundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmeleri gere­kir.
  7. Şüphelinin/sanığın olay hakkında doğrudan doğruya bilgi sahibi olduğu ve açıklamalarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde bulunduğu gerçeği karşısında; başvurucunun, avukatı hazır bulunmadığı halde kendi aleyhine itiraflarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir.
  8. Başvuru konusu olayda, kasten yaralama suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 24-25/1/2010 tarihlerinde sırasıyla Fethiye İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun “şüpheli” sıfatıyla ifadesi alınmıştır. İfadeleri alınırken müdafi yardımından yararlanma­yan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin(3) numaralı fıkrası kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından yarar­landırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür
  9. Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı olan müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak, 5271 sayılı Kanun 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanık için istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Diğer yandan, aynı Ka­nun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince de şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığım beyan ederse. istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun, yasal zorunluluk dışındaki hall­erde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin talebini aramıştır.
  10. Başvuruformu veeklerindekibelgelerdenanlaşıldığıüzere,başvurucu hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma başlatılmış ve bu suç kapsamında ifadesi alınmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesine göre bu suçun gerektirdiği ceza, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Dolayısıyla, soruşturma konusu suç, müdafi görevlendirmesini zorunlu kılan suçlardan değil­dir. Suçun vasfı, Cumhuriyet savcısının soruşturmadan sonuç çıkardığı ve iddi­aname düzenlediği aşamada değişmiştir. Cumhuriyet savcısınca değişen suç va­sfına göre başvurucunun yeniden ifadesi alınmamıştır.
  11. Ancak, soruşturma evresinde kolluk ve Cumhuriyet savcısı tarafından kasten yaralama suçundan ifadesi alınırken şüpheliye (başvurucuya) müdafi seçme hakkının bulunduğuna ve onun hukuki yardımından yararlanabileceğine, müdafiin ifade alma sırasındahazırbulunabileceğine,müdafi seçecekdurumdadeğilsevebirmüdafi yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirebileceğine ilişkin hakları hatır­latılmıştır. Başvurucunun müdafi talebi olmamıştır. Diğer taraftan, ifade alımı esnasında başvurucuya müdafiden yararlanma hakkı dışında başta susma hakkı olmak üzere kanunun şüphelilere/sanıklara tanıdığı diğer haklar da hatır­latılmıştır.

36.Başvuru formu ve ekli belgelerden başvurucunun, müdafi talep etmesine rağmen verilmediğine, haklarının hatırlatılmadığına, soruşturma evresindeki beyanlarının hükme esas alındığına veya savunmasının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Ayrıca, yargılama sürecinin en önemli parçası olan kovuşturma evresinde başvurucunun kendisini müdafi ile temsil ettirdiği görülmektedir.

  1. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının bir ihlal içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Leave a Reply

Your email address will not be published.