Adil Yargılanma Hakkı
- Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı
- Makul Sürede Yargılanma Hakkı
- Aleniyet İlkesi
- Masumiyet Karinesi
- Hukuki Güvenlik ve Belirlilik İlkesi
- Yargılamaya Etkin Katılım Hakkı
- Öngörülebilirlik İlkesi
- Mahkemeye Erişim Hakkı
- Silahların Eşitliği İlkesi – Çelişmeli Yargı
- Bariz Takdir Hatası – Keyfi Yorum Yasağı
- Ölçülülük İlkesi
- Kararların Gerekçeli Olması
- Savunma Hakkı
V- Adil Yargılanma Hakkı
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Madde -5 Adil Yargılanma Hakkı
Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygunve açık olarak görülmesini istemehakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratki bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a.Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b.Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c.Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
d.İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
e.Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşmadığı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1982)
XIII. Hakların Korunması İle İlgili Hükümler
Hak Arama Hürriyeti
MADDE 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Ek ibare: 4709 – 3.10.2001 /m.14) “ile adil yargılanma” hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
Suç Ve Cezalara İlişkin Esaslar
Madde 38 – Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
(Ek: 3/10/2001-4709/15 md.) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez. Ceza sorumluluğu şahsidir.
(Ek: 3/10/2001-4709/15 md.) Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.
(Ek: 3/10/2001-4709/15 md; Mülga: 7/5/2004-5170/5 md.)
(Değişik onuncu fıkra: 7/5/2004-5170/5 md.) Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez. İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir.
(Değişik son fıkra: 7/5/2004-5170/5 md.) Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.
Mahkemelerin Bağımsızlığı
Madde 138 – Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Duruşmaların Açık Ve Kararların Gerekçeli Olması
MADDE 141 – Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.
Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.
Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.
|
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi esas anlamda iki hukuki duruma ilişkin düzenleme getirmektedir. Bunlardan birincisi; kişisel (medeni) hak ve yükümlülükler, ikincisi ise; kişi hakkında bir suç isnadı bulunan uyuşmazlıklardır.
Yani AİHS, yalnızca cezai anlamda insan haklarını değil özel hukuk alanında da insan haklarını korumaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin kararları göz önüne alındığında bu hakkın 13 adet ilkeden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar; 1- Bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma; 2- Makul sürede yargılanma, 3- Aleni olarak yargılanma, 4-Hukuki güvenlik ilkesine uygun olarak yargılanma, 5- Kararların gerekçeli olması, 6-Yargılamada silahların eşitliği ilkesinin gerçekleştirilmesi, 7-Kararların Bariz Takdir Hatası ile malul olmaması, 8- Yargılamada masumiyet karinesinin korunması, 9- Önlemde ölçülülük ilkesi, 10-Öngörülebilirlilik ilkesi, 11- Mahkemeye Erişim Hakkı, 12- Etkin katılım hakkı ve 13-Savunma hakkı
Bir yargılamanın AİHS 6. ve Anayasa’nın ilgili maddelerine uygun olabilmesi için yukarıda açıklanan 13 ilkeye uygun olarak yürütülmüş olması gerekmektedir. Bu 13 ilkeden biri dahi eksik olsa adil yargılama hakkı bütünüyle ihlal edilmiş olacaktır.
Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, esasen bireysel başvuruda; başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin ve bu çerçeve ile sınırlı bir değerlendirme yapılır.
Adil yargılanma hakkının unsurları ve somut görünümleri olan alt ilke ve hakların her biri aşağıda ayrı başlıklar halinde ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Bununla birlikte, söz konusu alt ilke ve hakları aynı karar içerisinde temel unsurları yönünden ele alan aşağıdaki Anayasa Mahkemesi kararı bu yönü ile özel önem arz etmektedir.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /1780 -K.T: 20.03.2014
A. Başvurucunun İddiaları
20.Başvurucu, kat maliklerinden olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği davada, ileri sürdüğü iddialarının derece mahkemelerince değerlendirilmediğini, özellikle davanın sonucunu etkiler nitelikte olan imzasının sahteliğine ilişkin talebinin göz önünde bulundurulmadığını ve bu hususa ilişkin bir gerekçeye mahkeme kararlarında yer verilmediğini, yargılama sırasında hakim tarafından usule uygun olmayan çekinme kararları verilerek yargılamanın uzatıldığını, kısa karar ve gerekçeli karar arasında farklılık bulunduğunu, yargılamayı yapan hakimin tarafsız davranmadığını, bu yönüyle yapılan yargılamada adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, yargılama sırasında gereksiz çekinme kararları verilmesi ve hukukçu bilirkişi görüşü alınması nedeniyle kanuni hakim güvencesinden yoksun bırakıldığını, yargılama sürecinde hakimlere noter vasıtasıyla gönderdiği ihtarname nedeniyle maddi ve manevi baskı gördüğünü ve karar düzeltme ilamında aleyhine para cezasına hükmedildiğini, ayrıca bazı polis memurları hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine verilen, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına ilişkin olarak yaptığı itirazın dokuz ay boyunca itirazı incelemeye yetkili makama iletilmediğini ileri sürerek, Anayasa’nın 17., 36., 37. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
i.Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlali iddiası
21,Başvurucu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/10260, K.2012/11736 sayılı geri çevirme kararının kendisinetebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
22.Adalet Bakanlığı görüşünde, Yargıtay’ın geri çevirme kararı ile eksikliklerin tamamlanması için ilgililerden bilgi ve belge istendiği, bu işlemin klasik bir yargılama işlemi olmayıp, bir eksiklik tamamlama işlemi olduğu, bu yönüyle ilgili kararın başvurucuya tebliğ edilmemesinin yargılamanın sıhhatini etkilemeyeceği, kaldı ki ilgili kararın kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle ne tür bir hakkının ihlal edildiğinin ve kararın tebliğ edilmesi durumunda sunamadığı hangi hukuki delilleri sunacağı hususunun başvurucu tarafından ortaya konulmadığı belirtilmiştir.
23.Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarakkabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak adilyargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadıışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafziiçeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No.2012/13,2/7/2013, § 38).
24.Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğinsağlanması ve budengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B.No. 2013/2116, 23/1/2014, § 18; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belçika, B. No. 19983/92,24/02/1997, §53).
25.Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir.Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi,yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/lspanya, B. No.12952/87, 23/06/1993, § 63). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği İlkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır bulunması da dahil olmak üzere, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını gerektirir.
26.Anayasa Mahkemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkeleri bağlamında yapacağı inceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olupolmadığının değerlendirilmesidir (B. No. 2013/2116,23/1/2014, § 22).
27.Somut yargılama açısından, kararın temyiz edilmesi üzerine verilen, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/10260, K.2012/11736 sayılı geri çevirmekararı ile, bir kısım kat malikleri yerine kat malikleri kurulu toplantısına katılan vekillereverilen vekaletnamelerin temini ile dosyaya eklenmesinin talep edildiği, Mahkemecebelirtilen evrakı uhdesinde bulunduran davalı site yönetiminden ilgili evrak talep edilerekdosyaya eklendiği, bu kapsamda davalı tarafın ilgili belgeleri ibraz dışında bir beyan veyasavunmasının söz konusu olmadığı, başvurucu tarafından geri çevirme kararının kendisinetebliğ edilmesi halinde mahkeme önünde dile getiremediği ve sonuca etki edebilecekmahiyette hangi ilave tez veya delilleri ileri sürebileceği hususunda bir açıklamada dabulunulmadığı, bu nedenle başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli birimkândan mahrum bırakılmasının söz konusu olmadığı (Benzer yöndeki kararlar için bkz. B. No. 2013/1134, 16/5/2013, §§ 32-37; B. No. 2012/998, 7/11/2013, §§ 40-41; B. No.2012/660, 7/11/2013, §§ 42-48) ve başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarakbakıldığında, başvurucuya karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına intikal eden davamalzemesine ulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını ileri sürme imkanı verilerekyargılamaya aktif katılımının temin edildiği anlaşılmakla, başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii.Aleni Yargılanma Hakkının İhlali iddiası
28.Başvurucu, kısa kararda, davacının davasının kısmen kabulü ile denetçinin dışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali İle, diğer hususlarda açılandavanın reddine dair hüküm kurulup, yargılama masrafları ve vekalet ücreti konusunda karar verilmemiş olmasına rağmen, gerekçeli kararda yargılama masrafları ve vekalet ücreti yönünden dehükümkurulmuşolmasınınçelişki yarattığını iddiaetmişolmakla, başvurucunun belirtilen iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamında, aleni yargılanma hakkı açısından değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
29.Adalet Bakanlığı görüşünde, Sözleşme’nin 6. maddesinin aleni yargılanma hakkını da içerdiği ve bu hakkın genellikle “adillik başlığı üzerinden tartışıldığı, mahkemekararının yayınlanması hakkının da aleni yargılanma hakkının içeriğine dâhil olduğu, bukapsamda kararın okunması yükümlülüğü söz konusu olmayıp, kararın tamamının yazılıolarak yayınlanmasının yeterli olduğu,bunun yanı sıra kararın incelenmesi amacıyla mahkeme kaleminde bulundurulması zorunluluğunun bulunduğu, başvuru konusu yargılama açısından da; mahkemenin yargılamanın sonucu ile ilgili konuları duruşmada hazır olanların yüzüne karşı okuduğu, maddi vakıalarla ilgili olmayan yargılama giderlerine ilişkin hususları ise gerekçeli kararla birlikte hüküm fıkrasında değerlendirdiği belirtilmiştir.
31.Sözleşme’nin 6. maddesinde belirtilen aleni yargılanma hakkı, davanın aleni (açık) duruşma ile görülmesinin yanı sıra mahkeme kararının da aleni olarak açıklanması gereğine işaret etmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinde açıkça aleni yargılanma hakkından söz edilmemekle birlikte, adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olan bu hak esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olup, ayrıca duruşmaların herkese açık olduğunu belirten ve aleniyetin hem kişinin adil yargılanma hakkından yararlanmasına hemde toplumunadaletegüveninisağlamak bakımından kamu yararına hizmet ettiğine işaret eden madde gerekçesi denazara alındığında, yargılamanın aleniyetinin yanı sıra hükmün aleniyetine de işaret ettiği anlaşılan Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, aleni yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
32.Hükmün aleni olması mahkeme kararlarının mutlaka açık duruşmada tefhimi anlamına gelmeyip, ilgililerin bilgi edinmesi amacıyla kararın yayınlanması veya mahkemekalemine bırakılması da, yargılamanın bütünü dikaçısından yeterli görülebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretto veDiğerleri/İtalya, B. No. 7984/77, 8/12/1983, §§ 20-28).
33.Başvuruya konu yargılamada ilk derece mahkemesi tarafından, gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere “başvurucunun davasının kısmen kabulü ile denetçinindışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali ile, diğer hususlarda açılandavanın reddine” şeklinde hüküm kurulup, hükmün esasına bağlı olan yargılama masraflarıile vekalet ücreti konusunun ise gerekçeli karar evrakında değerlendirildiği, kararın ilgiliusul hükümleri uyarınca yargılamanın taraflarına tebliğinin de sağlanmış olduğu görülmekle, başvurucunun aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii.Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali iddiası
34.Başvurucu, karar düzeltme talebinin reddine dair Yargıtay ilamında aleyhinepara cezasına hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddiaetmiştir.
35.Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM kriterleri çerçevesinde, söz konusu uygulamanın mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasında nazara alınması gereken meşru amaç, orantılılık ve hakkın özünü zedelememe ölçütleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
36.Sözleşme’nin 6. maddesi mahkemeye başvurma hakkını açıkça düzenlenmemekle beraber, AİHM tarafından, mahkemeye başvurma hakkının hukukun temel prensibi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hale geleceği kabul edilmektedir {Golden/Birleşik Krallık, B. No. 4451/70, 21/2/1975, § 35). Bununla birlikte AİHM, mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olarak görülemeyeceğini belirterek, bu hakka yönelik sınırlamaların meşru bir amaç gütmesini, hakkın özünü zedeleyecek şekilde olmamasını ve güdülen amaçla orantılı olmasını aramaktadır (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No. 8225/78,28/5/1985, § 57).
37.Anayasa’nın 36. maddesi herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahipolduğunu belirtmek suretiyle, Sözleşmeden farklı olarak mahkemeye başvurma hakkınıaçıkça düzenlemekte, bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesi de AİHM içtihadına paralelşekilde, mahkemeye başvurma hakkının adil yargılanma hakkının önkoşulu olduğunu ifadeetmektedir (AYM, E. 2010/41, K. 2012/19, K.T. 9/2/2012).
38.Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmeyi ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep edebilmeyi ifade etmekte olup,kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No.2012/791, 7/11/2013, § 52).
39.Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.
41.Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasakoyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortayakoymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer verilen güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır.
42.Bu noktada özellikle, AİHM içtihadında da vurgulanan ölçülülük ve öz ölçütlerinin denetlenmesi büyük önem taşımaktadır. Zira, mahkemeye erişim hakkı açısından genel olarak yargılama giderleri ve hüküm sonucuna bağlanan para cezaları ile amaçlanan kamusal menfaat ile başvurucunun mahkeme kanalıyla iddiasını ispat etme menfaati arasında iyi bir denge sağlanması gerekmekte olup, çok yüksek yargılama giderleri ve hüküm sonucuna bağlı para cezalan mahkemeye ulaşma hakkının özünü zedeleyerek, bu hakka ölçüsüz bir sınırlama teşkil edebilecektir (AYM, E. 2012/54, K. 2011/42, K.T. 20/10/2011; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kreuz/Polonya, B. No. 28249/95, 19/6/2001, §§ 62-67; Toyaksi ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 43569/08,20/10/2010, § 1).
44.İddiaya konu düzenlemenin, verilen yargı hizmeti karşılığında bireylerin az da olsa bu hizmetin maliyetine katkı sağlamasını temin ederek, gereksiz yere karar düzeltme yoluna başvurulmasının önlenmesi ve sonucu itibarıyla temelden yoksun ihtilafların ve aşırı masrafların önünün alınmasıyla yargının aşırı yoğun iş yükünden kurtarılarak adaletin doğru yönetimi ve yargı hizmetinin daha iyi verilmesinin sağlanması, genel olarak adaletin uygun bir biçimde yerine getirilmesi ile de tüm bireylerin haklarının korunmasının temin edilmesi meşru amacına yönelik olduğu, başvurucunun karar düzeltme kanun yolu öncesinde de hukuki korunma talebini ilk derece mahkemesi ve temyiz mercii olmak üzere iki dereceli bir yargılama prosedüründe ileri sürme imkânının bulunduğu ve başvuru dosyası kapsamından karar düzeltme talebinin reddi neticesinde hükmedilen para cezasının başvurucu üzerinde önemli bir ekonomik yük teşkil ettiğine dair bir kanaate ulaşılmadığı, bu suretle, karar düzeltme başvurusunun reddedilmesi üzerine başvurucu aleyhine hükmedilen para cezasının mahkemeye başvurma hakkının gerçekten, fiilen ve etkili bir biçimde kullanılmasını engellemediği sonucuna varılmakla, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
45.Başvurucu, yargılama sırasında hâkim tarafından usule uygun olmayan çekinme kararları verilerek yargılamanın uzatıldığını ve bu suretle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
46,Somut başvurunun dayanağım oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 39).
47.Somut başvurunun dayanağım oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman adil yargılanma hakkının kapsamınadâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasınınyargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 39).
48.Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukukiuyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde gözardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuruaçısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 40).
49.Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili Makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olupolmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No. 2012/13,2/7/2013, §§ 41-45).
50.Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No. 2012/13,2/7/2013, § 46).
52.Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemi ile sulh hukuk mahkemesinde açılan bir iptal davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılıKanun’da yer alan usul hükümlerine tabi somut yargılama faaliyetinin, medeni hak veyükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13, 2/7/203, § 49).
53.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkarara bağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 20/6/2011 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğuzaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, bu tarihmevcut başvuru açısından Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2012/15374, K.2013/668 sayılı, karar düzeltme talebinin reddine dair ilam tarihi olan 21/1/2013 tarihidir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 52).
54.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde,dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No. 2012/13,2/7/2013, § 51).
55.Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemi olduğu, 20/6/2011 havaletarihli dava dilekçesi üzerine Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sırasınakaydı yapılan davanın 21/6/2011 tarihli tensip zaptını takiben, başvurucu tarafından ileri sürülen ihtiyati tedbir talebinin Mahkemenin 25/7/2011 tarihli ara kararıyla reddedilmesi üzerine, başvurucu tarafından Konya 6. Noterliğinin 28/7/2011 tarihli ihtarnamesi ile, ihtiyati tedbir kararı verilmemesi nedeniyle hâkimin sorumluluğuna hükmedilebileceği hususunun yetkili hâkime ihtar edildiği, bunun üzerine ilgili Mahkeme hâkimi tarafından çekinme kararı verilerek, çekinme kararının Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/8/2011 tarih ve 2011/578 Değişik İş sayılı kararı ile uygun bulunduğu, belirtilen kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/11/2011 tarihli kararı ile bozulduğu, bu süreçte Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sırası üzerinde yürütülen yargılamanın çekinme kararına ilişkin temyiz prosedürünün tamamlanması amacıyla ertelendiği, belirtilen sürecin tamamlanmasını müteakip, yargılamanın 1/12/2012 tarihli celsesinde davanın kısmen kabulüne dair hüküm tesis edildiği görülmektedir. İlk derece mahkemesi kararının temyiz edilmekle Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/7050, K.2012/8712 sayılı kararı ile onandığı, başvurucunun karar düzeltme talebinin Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/15374, K.2013/668 sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmaktadır.
56.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali talebi olduğu, ilgili site yönetimialeyhine açılan davada kat maliklerinin bu haklarını tespite yarayan evrakın tapu sicilmüdürlüğünden talep edildiği ve yargılama sürecinde tensip zaptı sonrasında iki celseyapılarak uyuşmazlığın sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesi nezdinde ve kanun yoluincelemesinde geçen toplam bir yıl yedi aylık yargılama sürecinde, başvurucu tarafındanMahkeme hâkimine hitaben keşide ve tebliğ edilen ihtarname üzerine verilen çekinme kararının neticelendirilmesi hususunda dört aylık bir zaman diliminin geçtiği görülmektedir. Yargılamanın iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle açılan bir dava olmasına bağlı olarak uygulanması gereken usul hükümleri de nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen bir yıl yedi aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
57.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartlan yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v.Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
58.Başvurucu,yargılamasırasında çekinmekararıveren,ancakçekinme kararının uygun bulunmasına dair kararın temyizen bozulması üzerine yargılamaya devam ederek uyuşmazlığı karara bağlayan hâkimin tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
60.Sözleşmenin 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36.maddesindemahkemelerintarafsızlığındanaçıkçabahsedilmemekle beraber, Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca, bu hak da adil yargılanma hakkının zımnibir unsurudur (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004). Ayrıca, mahkemelerintarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında,Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T. 5/1/2006; E. 1992/39, K. 1993/19, K.T. 29/4/1993).
61.Genel olaraktarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ve davanın tarafları karşısında ve onların leh vealeyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.
62.Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu bulunmakta o kapsamda hâkimin birey olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra, kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T.5/l/2006).Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardanbiriyle veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veyayargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaatuyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumdabulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak, belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürütenhâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatininveya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyanbir delil bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe, tarafsız olduğunun bir karineolarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra, yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin her hangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup, bu husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No. 22299/93, 25/02/1997, §§ 43-49; Fey/Avusturya, B. No. 14396/88, 24/2/1993, §§ 28-36; Hauschildt/Danimarka, B. No. 10486/83, 24/5/1989, §§ 46^8; McGonnell/Birieşik Krallık, B. No.28488/95, 08/2/2000, §§ 55-57).
63.Başvuruya konu yargılamada, başvurucu tarafından ileri sürülen ihtiyati tedbir talebinin Mahkemece,talep edilen tedbirinderdest olanbaşka bir yargılamadosyasındaileri sürülmesi imkanı bulunduğundanbahislereddedilmesinimüteakip,başvurucu tarafından Konya 6. Noterliğinin 28/7/2011tarih ve13546 yevmiye noluihtarnamesi ile, ihtiyati tedbir talebinin reddi nedeniyle hâkimin sorumluluğun hükmedilebileceği hususunun ilk derece mahkemesi hâkimine ihtar edildiği, bunun üzerineilgili Mahkeme hâkimi tarafından çekinme kararı verildiği, çekinme kararının Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/8/2011 tarih ve 2011/578 Değişik İş sayılı kararı ile uygunbulunduğu, belirtilen kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20.Hukuk Dairesinin11/11/2011 tarih ve E.2011/14632, K.2011/12724 sayılı kararı ilebozulduğu ve bozma gerekçesinde, yargılama devam ederken taraflardan birinin mahkemehâkimi hakkında şikayette bulunması veya aleyhine dava açmasının veya mahkemehâkiminin davanın taraflarından birihakkında şikayettebulunmasının hâkimintarafsızlığından şüpheye düşürecek önemli bir sebep olarak değerlendirilemeyeceğininbelirtildiği, ilk derece mahkemesi hâkimince verilen çekinme kararının kesin olmayıp,denetime tabi olduğu, çekinme kararı ve devamındaki prosedürünün ilgili usul hükümlerineriayetle yürütüldüğü, bu kapsamda başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından, ilgili usulhükümleri uyarınca yargılama faaliyetini devam ettiren yargılama makamlarının taraflarınadil yargılanmaya ilişkin meşru beklentileri üzerinde menfi etkide bulunacak bir izlenimesahip olmadığı gibi, hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde,yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun,kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusuolduğunu ortaya koyan bir delil de bulunmadığı ve bu hususun kanıtlanmadığı anlaşılmakla, başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartlan yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
vi.Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
64.Başvurucu, kat maliklerinden olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararlarıniptalinitalepettiğidavada,ilerisürdüğütaleplerininmahkemece değerlendirilmediğine yönelik iddiası kapsamında,özellikledavanınsonucunu etkiler nitelikte olan toplantı çağrı listesindeki imzanın sahteliğine ilişkin talebinin göz önünde bulundurulmadığınıvebuhususailişkinbirgerekçeyemahkemekararlarında yer verilmediğini iddia etmiştir.
65.Adalet Bakanlığı görüşünde, mahkeme kararlarında tarafların tüm iddialarına cevap verme zorunluluğu bulunmadığı ve somut yargılama açısından, ilk derece mahkemesi kararında davanın hangi nedenlerle kısmen kabul kısmen reddedildiğinin dosyadaki deliller ve mevzuattaki dayanaklarıyla ortaya konulduğu, Yargıtay kararında ise, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verildiği belirtilmiştir.
66.Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir (B.No. 2013/1213, 4/12/2013, § 25).Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup,kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur.
67.Mahkemekararlarınıngerekçeliolmasıadilyargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia vesavunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçegösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birliktebaşvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarınıncevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra, kanun yolumahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiğişeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilkderece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklindeyorumlanması uygun olup, bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkemekararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (B.No. 2013/1213,4/12/2013, § 26)
68.Başvuru konusu olayda, iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle yürütülen yargılama neticesinde kurulan hükmün gerekçesinde, özellikle başvurucununtoplantıya çağrı tutanağının kendisi tarafından imzalanmadığı ve imzanın sahte olduğuiddiasına karşılık olacak şekilde, 7201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinde yer alan vebağımsız bölüm maliklerine tebligat hususunu düzenleyen özel hükme dayanılarak yapılantebligatın geçerli olduğuna karar verildiği, bu suretle başvurucu tarafından ileri sürülen vehüküm sonucunu etkilediği iddiaedilentalebinin ilkderecemahkemesi kararındadenetlenerek reddedildiği, ilk derece mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukukauygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bu kapsamda yerelmahkemegerekçesinibenimsediğianlaşılankanunyolumerciincekararlarda ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği anlaşılmakla, başvurucunun gerekçeli kararhakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönündenincelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2.Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlali İddiası Yönünden
75.Başvurucu, yargılama sırasında gereksiz çekinme kararları verilmesi ve hukukçu bilirkişi görüşü alınması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinden yoksun bırakıldığını iddia etmiştir.
76.Adalet Bakanlığı görüşünde,somut yargılama faaliyetinin daha önceden belirlenmiş kurallara göre yürütülereksonuçlandırıldığı ve hukukçu bilirkişiye başvurulmasının, yargılamanın mahkemehâkimi tarafından yapılmadığı anlamına gelmeyeceği yönünde görüş bildirilmiştir.
77.Sözleşme’nin 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuruolarak, yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkındansöz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman adil yargılanmahakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T.5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37.maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
79.Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenleme ile ve dava konusu olay ortaya çıkmadan öncebelirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi karalarında, kişinin hangimahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkimilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, K.T. 20/11/2008; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zand/Avusturya, B. No. 7360/76, 16/5/1977; Crociani, Palmiotti, Tanassi, Lefebvre D’Ovidio/ltalya, B. No. 8603/79, 8722/79, 8723/79, 8729/79,18/12/1980).
80.Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil, her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargıyetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tümdüzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılırbiçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır.
81.Başvuruya konu olayda, başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlık, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde kurulmuş olan mahkemelerde, yine daha önceden belirlenmiş usulkurallarına göre yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Dosyanın bilirkişiye tevdii ile raportanzim ettirilmesi, ilgili usul kuralları gereğince yargılamayı yürüten makamlar ve taraflarca başvurulabilecek takdiri bir delil olup, bir davada hâkim tarafından vakıf olunmayan özel ve teknik bilgiyi gerektiren hususlarda bilirkişi görüşüne başvurulabileceğine ve bilirkişi raporunun hâkimin delilleri serbestçe takdir hakkı kapsamında, hâkimi bağlamayacağına ilişkin usul kuralları birlikte gözetildiğinde, nihai kararın hâkim tarafından tarafların iddiaları ile dosyadaki delillerin takdiri ve kanunun yorumlanması suretiyle verileceği sonucuna ulaşılmakla, başvurucunun kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Adil Yargılanma Hakkının Unsurları
Alt İlke ve Haklar
1- Bağımsız ve Tarafsız MAHKEMEDE
Yargılanma Hakkı
|
RG No :28864 -RG T. : 27.12.2013
B.No : 2013/5486 -K.T: 04.12.2013
43.Mahkemelerin ”bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil yargılanmanın koşulları arasındadır. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin bağımsızlığı ile eş anlamlı kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığı, onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak olarak adalet dağıtacakları yolundaki güven ve inancı yerleştirme amacına yöneliktir. Demokratik bir toplumda, hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı değil, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar ile kişilere karşı da sağlanması gerekir. Başka herhangi bir kişi, kurum veya organdan emir almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış unsurların etki alanının dışında olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık, tarafların etki alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı da kapsamaktadır (AYM, E.2011/29, K.2012/49, 30/3/2012).
44.Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. Maddesi bakımından bir mahkemenin “bağımsız” olup olmadığı incelenirken, üyelerinin atanmabiçimi ve görev süreleri, dıştan gelecek baskılara karşı mevcut güvencelerin olup olmadığı ve bir bağımsızlık görüntüsü verip vermediğine bakılması gerektiğini tekrarlamaktadır. Bu hükmün altındaki anlamıyla “tarafsızlık” şartıkonusunda uygulanacak iki test vardır: Birincisi belirli bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaati konusundaki kararı içerir. İkincisi ise hâkimin yasal yöndeki şüpheleri uzak tutmak konusunda yeterli garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır. Bu, heyet olan bir makama uygulandığında heyet üyelerinin kişisel davranışlarından uzak olarak tarafsızlığına şüphe getirebilecek araştırılabilir gerçeklerin olup olmadığına karar vermek anlamına gelir. Bağımsızlık konusunda ise görünümün önemi olabilir. Bir makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin var olup olmadığına karar verilirken, tarafsız olmadığını savunanların dayandığı nokta önemlidir. Buna rağmen bu kesin değildir. Kesin olan, endişenin tarafsız olarak doğruluğunun kanıtlanmasıdır (bkz. Çıraklar/Türkiye,B. No. 70/1997/854/1061, 28/10/1998).
45.AİHM, Sözleşme’nin 6 maddesinin 1. paragrafı bakımından bir mahkemenin “tarafsızlığını” tespit ederken, öznel bir sınamaya yani belli bir olayda, belli bir yargıcınkişisel kanı ve davranışları ile nesnel bir sınamaya yani hiçbir şüpheye mahal vermeksizinyargıca yeterli güvence verilip verilmediğine bakılarak belirlenmesi gerektiğini hatırlatmıştır (bkz. Şahiner/Türkiye, B. No. 29279/95, 25/9/2001, § 35, 36).
46.Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AÎHK), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı ile ilgili başvuruda, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını, yargıç bağımsızlığının ihlali için yeterli bir neden olarak görmemiştir (AİHK, Uslu/Türkiye, B.No. 29860/96, 20/5/1998).
47.Tüm bu açıklamalar ışığında, AİHM, hâkimlerin yürütme ve diğer organlara karşı bağımsızlığına dikkat çekmekle beraber, hangi organ tarafından atandıkları hususunu tek başına mahkemelerin bağımsızlığını etkilediğini kabul etmemektedir. AİHM’ye göre önemli olan yargılama yaparken hâkimlerin talimat almamalarıdır.
48.Öte yandan, 2802 sayılı Kanun’un 7. maddesine göre hâkim ve savcı adayları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndaki Genel İdare Hizmetleri Sınıfında bulunup,hâkimlik ve savcılığın sınıf ve derecelerine dâhil değildirler ve haklarında, Devlet Memurları Kanunu’nun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. Kanun’un 9. maddesinde, aynı Kanun’un 8. maddesinde belirtilen niteliklere sahip olup, yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı gösterenlerin Adalet Bakanlığınca adaylığa atanacakları, 10. maddesinde adaylık süresinin4954 sayılı TürkiyeAdaletAkademisi Kanunu hükümlerinetabiolduğu belirtilmiş, 11. maddesinde adaylar hakkında düzenlenecek belgeler hâkim ve savcı adayları için ayrıca gösterilmiş, 12. maddesinde de kimi hallerde adaylık süresi içinde adaylığa son vermeişlemininAdaletBakanlığınca yapılacağıöngörülmüştür.AynıKanun’un 13. maddesinde de, stajım tamamlayan ve mani hali görülmeyen adayların mesleğe kabullerine, Anayasa’nın 159. maddesine koşut olarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verileceği belirtilmiştir. Ayrıca mesleğe kabul, 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun4. maddesinde de Hâkimler ve Savcılar Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır (AYM, E.2005/47, K.2007/14, K.T. 7/2/2007).
49.Diğer taraftan, 4954 sayılı Kanun’un 28. maddesinde, adli ve idari yargıdahâkim ve savcı adaylığına atananların meslek öncesi eğitim süresinin iki yıl olduğu ve bu eğitim sonunda yazılı sınavda başarı gösteremeyenlere iki ay içinde bir sınav hakkının daha tanınacağı; bu sınavda da başarılı olamayanların talepleri halinde Bakanlıkça merkez veya taşra teşkilatında genel idare hizmetleri sınıfında bir kadroya atanabileceği, aksi halde bunların adaylığına Bakanlıkça son verileceği öngörülmüştür.
50.Anayasa’da yer alan “mahkemelerinbağımsızlığı”, “hâkimlik ve savcılık teminatı” ve “hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin ilkeler, hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul edilen ve fiilen bu görevi yapan hâkim ve savcılar için öngörülmüştür. Hâkimlik ve savcılık ise ancak Anayasa uyarınca mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup, görev yapan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca mesleğe kabul etme işlemi ile mümkündür. Mevcut düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda, adayların mesleğe kabulden önceki dönemde, adaylığa atama sürecinde Kurul tarafından hâkimlik ve savcılıkmesleğinekabullerininyapılmamışolması veadaylıkdönemindeyargılama faaliyetinde de bulunmamaları nedeniyle hâkim ve savcı statüsünde sayılmaları mümkün değildir (AYM, E.2005/47, K.2007/14, 7/2/2007).
51.Somut olayda başvurucu, hâkimlerin mesleğe başlamalarının ve stajlarının Adalet Bakanlığına bağlı olarak gerçekleştirildiğini, adaylık eğitiminin Adalet Bakanlığınabağlı olan Adalet Akademisinde verildiğini, fiziki şartları kötü adliyelerde yoğun iş yüküaltında çalışmalarınınve kamumemurlarıolarak görevyapmalarınınbağımsızlık vetarafsızlıklarını zedelediğini ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ilerisürmüştür. Başvurucunun ihlal iddiaları incelendiğinde Mahkemenin ve hâkiminbağımsızlığı ve tarafsızlığını kuşkuya düşürecek olgunun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
52.Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkı yönünden açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /2738 -K.T: 16.07.2014
38.Sözleşmenin 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir.Anayasa’nın 36. maddesindemahkemelerin tarafsızlığından açıkçabahsedilmemekleberaber, Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca, bu hak da adil yargılanma hakkının zımnibir unsurudur (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004). Ayrıca, mahkemelerintarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkınındeğerlendirilmesindegözönündebulundurulması gerektiği açıktır (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T. 5/1/2006; E. 1992/39, K. 1993/19, K.T. 29/4/1993).
39.Genel olarak tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ve davanın tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.
40.Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu olup, bu kapsamda hâkimin birey olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra, kurum olarakmahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E.2005/55, K. 2006/4, K.T.5/1/2006).Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardanbiriyle veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veyayargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak, belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe, tarafsız olduğunun bir karine olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra, yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup, bu husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No. 22299/93, 25/02/1997, §§ 43-49; Fey/Avuslurya, B. No. 14396/88, 24/2/1993, §§ 28-36; Hauschild/Danimarka, B. No.10486/83,24/5/1989, §§ 46-18; McGonnell/Birleşik Krallık, B. No.28488/95, 08/2/2000, §§55-57).
|
RG No :28875 -RG.T. :07.01.2014
B.No: 2012/989- K.T:19.12.2013
34.Kanunla kurulmuş bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı “bağımsız” olup olmadığının belirlenmesinde; üyelerinin atanma şekli ve görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: İbrahim Gürkan/ Türkiye, B. No: 10987110, 317/2012, § 13).
35.Bir mahkemenin “tarafsız” olup olmadığına karar verilirken ise, mevcut davanın koşullarında, objektif olarak hiçbir şüpheye mahal vermeksizin davanın hakimine yeterli güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Feti Demirtaş/Türkiye, B. No: 5260/07, 17/01/2012, § 117).
38.AYİM’e atanan askeri hakimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hakimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek birhususunolmadığı,kararlarındandolayıidareyehesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM YüksekDisiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığıgörülmektedir (B. No: 2013/1134,16/5/2013, § 29).
39.AYİM’de üye olarak atanan sınıf subayları yönünden ise, salt olarak Genelkurmay Başkanlığınca önerilen üç aday arasından seçilmesi sebebiyle bu üyelerin bağımsızlığının zedelendiği söylenemez. Sınıf subayıüyelerin nihai atama yetkisi Cumhurbaşkanı’na aittir. Bunların atanmasından sonra, sınıf subayı üyeler,askerihakim üyeler gibi, görevlerini yerinegetirirkendışmüdahaleyekarşıanayasalgüvence altındadırlar. Bu üyeler hakimlik görevleri süresince askeri veya idari organlar tarafından görevlerinden alınamazlar. Sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilenDisiplinKurulunatabikılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (BenzeryöndekiAİHM kararları içinbkz:MustafaYavuzveDiğerleri/Türkiye(kk.),B.No:29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye, B. No: 23522/05, 20141201 O,§ 30).
|
RG No :28946 -RG.T. :19.03.2014
B.No: 2012/1096- K.T:20.02.2013
34.Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiğiüzere, AYİM’nin oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’ye atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan, sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mustafa Yavuz ve Diğerleri/Türkiye (B. No: 29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye, B. No: 23522/05,20/4/2010, §30).
35.Açıklanan nedenlerle, mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması”nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28806 -RG.T. : 30.10.2013
B.No : 2012/1334-K.T:17.09.2013
35.AYİM’de üye olarak atanan sınıf subayları yönündenise salt bunların Genelkurmay Başkanlığınca önerilen üç aday arasından seçilmesi sebebiyle bu üyelerin bağımsızlığının zedelendiği söylenemez. Sınıfsubayı üyelerin nihai atama yetkisiCumhurbaşkanına aittir. Bunların atanmasından sonra, sınıf subayı üyeler, askeri hakimüyeler gibi, görevlerini yerine getirirken dış müdahaleye karşı anayasal güvencealtındadırlar. Bu üyeler hakimlik görevleri süresince askeri veya idari organlar tarafındangörevlerinden alınamazlar. Sınıf subayı üyelerinin en fazla dört yıllık bir süre ile görevyapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları,görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir. (Benzer yöndeki AİHMkararları için bkz. Mustafa Yavuz vd./Türkiye, 29870/96, 25/5/2000; Bek’Türkiye, 23522/05, 20/4/2010)
36.AYİM’nin bağımsız ve tarafsız mahkeme olmadığına somut gerekçe olarak, başvurucunun iddiasıyla benzer nitelikte olan davaların genel idari yargı ve Danıştay’dakabul edilmesine rağmen AYİM’de reddedilmesi gösterilmektedir. Başvurucunun bu iddiası içtihat farklılığına ilişkin olup, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi AYİM’nin bağımsız ve tarafsız mahkeme olmadığını da göstermez.
40.Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM nezdinde temyiz, yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak veözgürlüklerden olmadığı gibi, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerdenherhangi birinin kapsamına da girmemektedir.
|
RG No :29130-RG T. : 25.09.2014
B.No : 2013 /5574 -K.T: 30.06.2014
25.Başvurucu, başvuruya konu kararlan veren İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtay ilgili dairesinin bağımsız ve tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
30.6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarımvedayanılanAnayasahükmününkendilerinegöreİhlaledildiğinedair açıklamalarda bulunarak iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer.
31.Başvurucu, adı geçen gazetede yayımlanan haberin, gazete sahibi hakkında yürüttüğü soruşturma üzerinde baskı kurmak amacı taşıdığını; Cumhuriyet Başsavcısı sıfatı ile yürüttüğü mesleki faaliyetleri nedeniyle hedef haline getirildiğini; 2010 yılı Anayasa değişiklikleri ile yeni bir Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) oluştuğunu, yargıda kadrolaşmaya gidilmesi nedeniyle davasının bağımsız ve tarafsızlıktan uzak biçimde incelendiğini ileri sürmüştür.
32.Başvurucunun iddialarına dayanak yaptığı HSYK seçimleri, Anayasa’nın 159. maddesinin7/5/2010tarihve5982sayılıTürkiyeCumhuriyetiAnayasası’nınBazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 22. maddesi ile değiştirilmesi ve söz konusu değişikliğin 12/09/2010 tarihinde yapılan referandum ile kabul edilmesinden
sonra yapılmıştır.
33.Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda başvurucularınbaşvurularını titizlikle hazırlama ve takip etme yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvurucu, ihlal edildiğini iddia ettiği Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalardabulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlamak zorundadır. Başvurucu tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulması iddiaların ispatlandığı anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, Anayasa’ya aykırılığının soyut biçimde ileri sürülmesini sağlayan biryol olarak düzenlenmemiştir.
34.Somut başvuru dosyasında, söz konusu HSYK seçimleri ve HSYK’nın işlemleri ile İlk Derece Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığı iddiaları arasında bir ilişki kurulamamış; sübjektif veya objektif esaslar doğrultusunda İlk Derece Mahkemesinin bağımsızlığını ve tarafsızlığını kuşkulu hâle koyacak bir durum tespit edilememiş ve yargılamanın bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin herhangi bir husus da saptanmamıştır.
35.Açıklanan nedenlerle, ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşullan yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29252-RG.T. : 30.01.2015
B.No :2013/ 6986 -K.T: 05.11.2014
83.AvrupaİnsanHaklarıMahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin6.Maddesi bakımından bir mahkemenin “bağımsız” olup olmadığı incelenirken, üyelerinin atanmabiçimi ve görev süreleri, dıştan gelecek baskılara karşı mevcut güvencelerin olup olmadığıve bir bağımsızlık görüntüsü verip vermediğine bakılması gerektiğini tekrarlamaktadır. Buhükmün altındaki anlamıyla “tarafsızlık” şartı konusunda uygulanacak iki test vardır:Birincisi belirli bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaati konusundaki kararı içerir.İkincisi ise hâkimin yasal yöndeki şüpheleri uzak tutmak konusunda yeterli garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır. Bu, heyet olan bir makama uygulandığında heyet üyelerinin kişisel davranışlarından uzak olaraktarafsızlığına şüphe getirebilecekaraştırılabilir gerçeklerin olup olmadığına karar vermek anlamına gelir. Bağımsızlık konusunda ise görünümün önemi olabilir. Bir makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin var olup olmadığına karar verilirken, tarafsız olmadığını savunanların dayandığı nokta önemlidir. Buna rağmen bu kesin değildir. Kesin olan, endişenin tarafsız olarak doğruluğunun kanıtlanmasıdır (bkz. Çıraklar/Türkiye, B. No. 70/1997/854/1061, 28/10/1998).
85.Avrupa İnsan Haklan Komisyonu (AİHK), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı ile ilgili başvuruda, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını, yargıç bağımsızlığının ihlali için yeterli bir neden olarak görmemiştir (AİHK, Uslu/Türkiye, B.No. 29860/96,20/5/1998).
86.Tüm bu açıklamalar ışığında, AİHM, hâkimlerin yürütme ve diğer organlara karşı bağımsızlığına dikkat çekmekle beraber, hangi organ tarafından atandıkları hususunu tek başına mahkemelerin bağımsızlığını etkilediğini kabul etmemektedir. AİHM’e göre önemli olan yargılama yaparken hâkimlerin talimat almamalarıdır (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 33).
87.Anayasa’da yer alan “mahkemelerin bağımsızlığı”, “hâkimlik ve savcılık teminatı” ve “hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin ilkeler, hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul edilen ve fiilen bu görevi yapan hâkim ve savcılar için öngörülmüştür (AYM, E.2005/47, K.2007/14, 7/2/2007).
– Makul Sürede Yargılanma Hakkı
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /2738 -K.T: 16.07.2014
56.Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yerverilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. Maddesive AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yeralan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke vehaklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13,2/7/2013, §38).
62.Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hakve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuksisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucuitibarıyla özel niteliktekihaklarveyükümlülüklerüzerinde belirleyiciolan uyuşmazlıkları konu alan davalar da,Anayasa’nın 36.maddesi ve Sözleşme’nin 6.maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yerverilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir karar aleyhineaçılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu sürecin, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen bir tazmin talebine ilişkin olduğu görülmekle, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılamanın söz konusu olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §44).
63.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, süreninbaşlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı kararabağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazaraalınacakzamandilimininbaşlangıçtarihi,başvurucutarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat talebinin Komisyona iletildiği 3/1/2006 tarihidir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 45). Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, somut başvuru açısından bu tarih, Komisyon karan aleyhine başlatılan yargısal süreçte verilen nihai karar olan, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Danıştay 15. Dairesinin E.2012/10867, K.2012/14757 sayılı karar tarihi olan 25/12/2012 tarihidir.
65.İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilebilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özeningösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi devlete, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No:2012/13, 2/7/2013,§ 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü yoğunluğu nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelebilmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, §55).
66.Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına yapılan başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir artış olması nedeniyle,başvuruların birikmesine bağlı olarak meydana gelen gecikmelerin, zamanında ve yeterlitedbirlerin alınması koşuluyla, makul sürede yargılanma hakkı açısından devletinsorumluluğunu doğurduğu söylenemez (B. No:2013/3007,6/2/2014, § 61-62).
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /5274-K.T: 16.07.2014
95.Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §66).
116.Anayasa’nın 36. maddesi ile kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da {suç isnadı) makul süredekarara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasınınyetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (B. No: 2013/695,9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz: Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72,5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B. No: 2013/695,9/1/2014, § 32).
121.Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanınsüratlesonuçlandırılmasıhususunda gerekliözenin gösteri I memesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veyabelgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamadamakul sürenin aşılması durumundadayetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198,7/11/2013, § 55).
122.Ancakyargılama süresinin uzunluğunun tespiti açısından davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yargılamanın kaç dereceliolduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu gibi hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
129.Dava dosyasınınincelenmesinde derece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerineatfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılamasüresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekendavadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,atılı suçun vasıf ve mahiyeti, isnat olunan suçun organize suç olup olmaması gibi unsurlarbir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makulolduğu görülmektedir.
130.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /1326-K.T: 17.07.2014
47.Adil yargılanma hakkı Devlete uyuşmazlıkların makul süre içinde nihaiolarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdininişveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen bir çalışanın, bu işlemin hukukauygunluğu hakkında kısa sürede bir yargı kararı verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir birey, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde, bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
48.Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşıkolması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususunbirliktedeğerlendirilerekkarar verilmesigerekmektedir(B.No: 2013/772, 7/11/2013, §49).
54.Başvurunundeğerlendirilmesineticesinde,başvuruyakonufesheitiraz davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerintoplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık sayısı gibi kriterler dikkate alındığındakarmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarınıkullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına sebep olduğu da söylenemez.Sonuç olarak iş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların özellikle de işe iade talebini içeren fesheitiraz davalarınınniteliği, başvurucuaçısından taşıdığıdeğer ve başvurucunundavadaki menfaati dikkate alındığında, 3 yıl 4 ay gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
59.Başvurucu uğradığı haksızlık nedeniyle mahrum kaldığını iddia ettiği 22 yıllık kıdem tazminatı ile uzun yargılama nedeniyle kaybettiği 3 yıllık gelir kaybı karşılığıtazminat talep edilmişse de başvurucunun makul süre dışındaki şikâyetleri kabul edilemezbulunmuştur. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmaklaberaber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığıanlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29064 -RG.T. : 18.07.2014
B.No : 2013 / 2294-K.T: 08.05.2014
57.Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya benzer başka başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No: 2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014),bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluyla, geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan belli bir süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı, ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devletin, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B, No: 2013/3007,6/2/2014, §§ 65-67).
58.Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, 5233 sayılı Kanun uyarınca uğranılan zararların giderimi için oluşturulan idari başvuru yolunda iş yükündeki artış geçici olup her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre değerlendirmesi yapılırken bu olgunundikkate alınması gerektiği görülmektedir. Budurumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açıpaçmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan bu sisteminetkilibir şekilde işlemesinoktasında yetkilikişilerin yeterliçabayı gösteripgöstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir.Ancak bu değerlendirme yapılırken elbette ki, uğranıldığı ileri sürülen maddi zararların tazmini amacıyla yapılan idari başvurunun ve idari dava yoluna başvurulması halindeyargılama sürecinin kesinleşmesine kadar geçen toplam sürenin çok uzun olmaması, diğerbir ifadeyle, bazı nedenlerle makul kabul edilebilecek gecikmelerin başvurucuların makulsürede yargılanma haklan açısından belirli bir sınırının bulunduğunun kabul edilmesigerekir.
59.5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu kanun kapsamında kurulan komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak zararlarıtespit ettiği, bu kapsamda, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı olarak, uğranılan zararlarıntespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporlarıaldığı, başvurucuların taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğindeolanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze, meyve ağacı olmasına)bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir. 360.000’in üzerinde başvuru için çokdeğişken ve ayrıntılı hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarınıntespiti amacıyla yürütülen bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zamanalıcı olduğu ortadadır (B. No: 2013/3007,6/2/2014, § 69).
60.Bu konuda daha önce yapılan başvurular kapsamında yapılan incelemelerde görüldüğü üzere komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun başvuru yapılmış ancak belirli birtarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok yüksek olduğu dönemlerde Batman ve Siirt örneklerinde görüldüğüüzere (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 70, B. No: 2013/2625, 8/5/2014, § 73) illerde kurulankomisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının düşürüldüğüve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke genelinde hem de Siirt,Batman ve Diyarbakır illerinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların sayısınabakıldığında çok az sayıda başvurunun kaldığı anlaşılmaktadır.
61.Ülke genelinde ve Diyarbakır ilinde karara bağlanan başvuru sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz önünde bulundurulduğundakomisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının kabulü gerekmektedir. Komisyonlarınoluşumunu düzenleyen5233sayılıKanun’un4.maddesinde belirtildiğiüzere,bukomisyonların yürüttüğü işlemleri yerine getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahipkişilerin komisyon üyesi olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yan zamanlı görev alankamu görevlileri oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirlibir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir (B. No: 2013/3007, 6/2/2014,§72).2013/3309, 6/2/2014).68.Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari başvuru sürecinde komisyonlarda incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamındayürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylıhesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvurularöncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması ve bunların yanı sırayargılama sürecinin göreceli olarak kısa bir süre içerisinde ilk derece, temyiz ve karardüzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alınaraktoplamda 8 yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul süredeyargılanma hakkınınihlaline yol açmadığısonucuna ulaşılmıştır (B. No:2013/3007,2013/3008, 2013/3202 ve
|
RG No :29028 -RG.T. : 12.06.2014
B.No : 2013 /4785 -K.T: 15.04.2014
41.Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ileadaletingerektiği şekilde teminivehukukaolaninancınmuhafazasıolup,hukukiuyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetindegözardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuruaçısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
42.Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamlarınyargılamasürecindekitutumuvebaşvurucunundavanınhızlasonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olupolmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13,2/7/2013, §§41^5).
43.Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bukriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesiaçısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 46).
44.Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasıiçinöncelikleuyuşmazlığıntürünegöredeğişebilen,başlangıçvebitiştarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
45.Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvurukonusu olayda,sebepsiz olarak vekâlettenazledilmevevekâletücretinin ödenmemesi üzerine, vekalet ücretininödenmesi amacıyla açılan alacak davasında,18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin,medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:2012/13,2/7/2013, §49).
46.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkarara bağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 22/3/2005 tarihidir.
47.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmasıhalinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 51).
49.Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusu, sebepsiz olarak vekâletten azledilme ve vekâlet ücretinin ödenmemesi nedeniyle vekâletücretinin tahsili istemine ilişkindir.Mahkemece, 22/3/2005havale tarihli dilekçe ileyargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, yargılamasürecinde birçok duruşma yapılmış olup, belirtilen celseler arasında genellikle 2,5 aylıksürelerin bulunduğu anlaşılmıştır.
60.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusu ve taraf sayısı dikkate alındığında karmaşık bir niteliğe sahip olmadığı, ancak yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, yazılı yargılama usulünde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda yapılması gereken işlemlerin uzun sürelerle yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.
61.Başvuruya konu yargılama sürecine bütün olarak bakıldığında, davanın açıldığı 22/3/2005 tarihinden itibaren, Yargıtay 13. Hukuk Dairesince onama tarihi olan 16/4/2013 tarihine kadar 8 yıl 1 ay 24 gün devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29022 -RG.T. : 06.06.2014
B.No : 2013 /5881 -K.T: 03.04.2014
32.Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş kazasısonucu yaralanan bir çalışanın, bu fiil sonucu ortaya çıkan zararının karşılanması için derhalbir yargı karan verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira çalışma gücünükısmen veya tamamen kaybedenbir bireyin hukuki durumununivedilikleaçıklığakavuşturulması gerekir. Çalışanın, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun sürebelirsiz bırakılması halinde, çalışan bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle kazasonucu meydana gelen zararların derhal tazmin edilmesinde ve bu uyuşmazlıkların ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
34.Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolaybir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
38.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmasıhalinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 51).
39.Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul süredeyargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinindevamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacaksürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 52).
44.Başvurucunun,çalıştığısırada işkazasısonucu yaralanmasınedeniyle uğradığı zararın tazmini amacıyla açtığı davada yargılamanın halen devam ettiği ve Adli TıpKurumu Genel Kurulu raporunun beklendiği, duruşmanın 9/6/2014 tarihine ertelendiğianlaşılmıştır. Davanın açıldığı1/7/2005 tarihinden itibaren bireysel başvurunun kararabağlandığı tarihe kadar, 8 yıl 9 ay 2 gündür yargılamanın devam ettiği belirlenmiştir.
45.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu tazminat davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerintoplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşıkolmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırkenözensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
47.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /1780 -K.T: 20.03.2014
53.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkarara bağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 20/6/2011 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğuzaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, bu tarihmevcut başvuru açısından Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2012/15374, K.2013/668 sayılı,karar düzeltme talebinin reddine dair ilam tarihi olan 21/1/2013 tarihidir (B. No. 2012/13,2/7/2013, § 52).
56.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali talebi olduğu, ilgili site yönetimialeyhine açılan davada kat maliklerinin bu haklarını tespite yarayan evrakın tapu sicilmüdürlüğünden talep edildiği ve yargılama sürecinde tensip zaptı sonrasında iki celseyapılarak uyuşmazlığın sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesi nezdinde ve kanun yoluincelemesinde geçen toplam bir yıl yedi aylık yargılama sürecinde, başvurucu tarafındanMahkeme hâkimine hitaben keşide ve tebliğ edilen ihtarname üzerine verilen çekinme kararının neticelendirilmesi hususunda dört aylık bir zaman diliminin geçtiği görülmektedir. Yargılamanın iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle açılan bir dava olmasına bağlı olarak uygulanması gereken usul hükümleri de nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen bir yıl yedi aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /3442 -K.T: 20.03.2014
39.Kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemeler dışında özel bir iş yargılaması sistemioluşturmuş ve iş davalarının konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basitve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Bu doğrultuda 5521 sayılı Kanun’da,yazılı yargılama usulüne göre daha çabuk sonuçlanması amacıyla iş mahkemelerinde sözlüyargılama usulünün uygulanacağıöngörülmüşvebaşvurucununaçtığıhizmet tespitidavasında da bu hüküm uyarınca, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1/10/2011 tarihine kadar 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 473 ila 491. maddelerinde düzenlenen sözlü yargılama usulü uygulanmıştır.
40.İş uyuşmazlıklarının daha çabuk sonuçlanması amacıyla kabul edilen sözlü yargılama usulünde, mülga 1086 sayılı Kanun’un sistemine göre davanın kural olarak üçduruşmadatamamlanması gerekmektedir. Bu usulde davalı için bir cevap süresiöngörülmemiş olup, davalı esasa ilişkin cevaplarını en geç ilk oturumda sözlü olarakbildirebilmektedir.Yine buusuldekuralolarak taraflarınilk duruşmada delillerinigöstermeleri gerekmektedir. Bunun mümkün olmaması halinde hâkim taraflara delillerinigöstermeleri için süre vermektedir. Taraflar tahkikat safhası bitinceye kadar iddia vesavunmalarınıispatiçin yenidelilgösterebilmektedirler.İkinciduruşmada delillerinincelenmesinden sonra hâkim taraflara tahkikat sonucu hakkında bir layiha sunmaları içinsüre vermemişse sözlü yargılama safhasına geçilmekte ve bu safhada kural olarak taraflaraikişer defa söz verdikten sonra hükmün tefhimi için yeni bir duruşma günü belirlemektedir.
41.Bunun yanında 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. Maddesiyledaha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usullerikaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basityargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda hizmet tespiti davalarında takip edilmesi gerekenyargılama usulü de 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibarenbasit yargılama usulü olmuştur (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64).
42.Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken hizmet tespiti davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak,yargılamasürecindeki gecikmelervegecikmeyenedenolan unsurlarile bunlarıngecikmedeki toplam etkisinin tespiti gerekmektedir.
43.Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından 1/1/2005 tarihinde İzmir 3. İş Mahkemesi nezdinde açılan hizmet tespiti davasında Mahkeme, yaklaşık 36 ay gibi bir süresonunda 24/12/2007 tarihinde davanın kabulüne karar vermiş, temyiz edilen karar Yargıtay10. Hukuk Dairesi tarafından 21/1/2010 tarihinde eksik inceleme ve araştırma nedeniylebozulmuş, ilk derece mahkemesi tarafından bozma kararına uyularak yapılan yargılamasonunda 19/11/2012 tarihinde tekrar davanın kabulüne karar verilmiş ve davalı kurumtarafından temyiz edilen karar Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından 17/1/2013 tarihindeonanmıştır. Bu durumda iki dereceli yargılama sisteminde davanın yaklaşık sekiz yılsürdüğü anlaşılmaktadır.
44.İlk derece Mahkemesinde 36 ay süren yargılama sürecinde toplam14 duruşma yapılmıştır.Dava tarihinden 21/2/2007 tarihine kadar 25 aylık süredegerçekleştirdiği ilk yedi duruşmada Mahkeme, tarafların sundukları ve re’sen tespit edilentanıklara ulaşmak ve tanıkları mahkemeye getirterek ifadelerinin dinlenmesiyle meşgulolmuştur.Bu süreçte tanıkların tespiti amacıyla yazılan müzekkerelere Mahkemeninbelirlediğitarihtendahageçtarihlerde cevapverildiği,tanıklarayapılması istenentebligatların yapılamadığı veya geç yapıldığı görülmektedir.
45.Sigortalı hizmetlerin tespiti davaları kamu düzenine ilişkin davalar olduklarından bu davalarda resen araştırma ilkesi uygulanmaktadır. Buna göre söz konusudavada da resen tanık belirlenerek ifadeleri alınmıştır.Gerek İzmir CumhuriyetBaşsavcılığının, gerek posta müdürlüğünün yazılan müzekkerelere istenilen zamanda cevapvermemeleri ve ihzaren celplerine karar verilen tanıkların belirlenen tarihte hazır edilememeleri, idari ve yargısal kurumlara atfedilmesi gereken kusurlar olup, devletin uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi ve bu amaçla mahkeme kararlarını zamanında ve gereği gibi yerine getirecek adli ve idari mekanizmalar oluşturma yükümlülüğünü yerine getiremediğini göstermektedir.
46.Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 21/1/2010 tarih ve E.2009/16168, K.2010/629 sayılı kararıyla, temyiz tarihinden yaklaşık 25 ay sonra eksikinceleme ve araştırma gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin söz konusu kararını bozmuştur.
47.Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yeniden görülen davada bazı davacı ve davalılara tebligat yapılamaması nedeniyle davanın esastan görülmeye başlanması beş aygecikmiştir. Davaların makul sürede tamamlanması ilkesinin hayata geçirilebilmesi içintebligat işlemlerinin usulüne uygun, pratik ve güvenilir biçimde yapılarak davacı vedavalıların duruşma gününden haberdar edilmeleri devletin yükümlülüklerindendir.
48.İlk derece mahkemesinin ikinci yargılamasında da tanıkların mahkemeye getirtilmesi sorunları yaşanmış, re’sen belirlenen bazı tanıkların Mahkemede dinlenebilmesiyaklaşık dokuz ay, bir tanığın ise adresine ulaşılamadığından dinlenebilmesi 17 ay sonundamümkün olmuştur.Başvuruya konu dava açısından tanık delilinin önemi dedüşünüldüğünde, tanıklara ulaşma ve tanıkları mahkeme önünde hazır etme konusunda idari ve yargısal sorunlar olduğu ve bu sorunlar nedeniyle devlete atfedilmesi gereken kusursorumluluğunun artacağı konusunda şüphe yoktur.
50.Mahkemeler arasında karşılıklı yazılan müzekkerelerden anlaşıldığı kadarıylabirbirlerinden defaatle dosya talebinde bulundukları anlaşılmaktadır. Bu kapsamda İzmir 4.İş Mahkemesinin istenilen dosyayı 14 aylık bir süre sonunda göndermesi yargılamanın makul süreyi aşmasında önemli bir etken olmuştur. Aynı bina içinde hatta muhtemelen aynıkoridorda bulunan iki mahkeme arasındaki yazışmanın 14 ay sürmesinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu aşikârdır. Ayrıca, başvuru konusu davada 4. İş Mahkemesinde devameden davanın sonuncu beklerken 4. İş Mahkemesinde başvuruya konu davanın sonuncubeklemesi her iki davanın da uzamasına etki ettiği anlaşılmıştır.
51.Mahkemelerin birbirilerinin kararlarını beklemeleri, birbirlerinden dosya talep etmeleri bazı durumlarda bir ihtiyaç olmakla beraber, birbirini etkileyen davalardauyuşmazlığın bütün olarak çözümü konusunda hangi davanın öncelikle görülmesi gerektiğive hangi dava dosyasının sonucunun diğerinin sürecini etkileyeceği konusunda belirlemeyiyaparak uyuşmazlığı makul sürede sonuçlandırmak yargının ve nihai olarak devletinyükümlülüğünde olup, bu hususta başvurucuya atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.
52.BozmasonrasıyargılamadaİzmirBüyükşehirBelediyesiUlaşım Koordinasyon Merkezine yazılan müzekkere adres yetersizliğinden iade edilmiş ve bukurumun cevabı ancak sekiz ay sonra Mahkemeye gelmiştir. Mahkemenin idari bir birime çıkardığı tebligatın adres yetersizliğinden iade edilmesi ve bu müzekkereye zamanında cevap verilmemesi yargılamanın uzamasında devlete atfedilmesi gereken kusurlardır.
53.Son olarak bozma kararından sonra ilk derece mahkemesi önünde, bozmaya uyularak görülen davaya beşfarklıhâkimin nezaret ettiği görülmüştür.Hâkimleringörevlerinin sık aralıklarla değiştirilmesi nedeniyle farklı hâkimlerin aynı dosyayı tekrar elealarak incelemek zorunda kalmalarının davaların uzamasının yanı sıra yargının iş yükünün artması üzerindeki olumsuz etkileri de göz önünde tutulmalıdır.
55.Başvurunun konusu olan hizmet tespiti davasında yargılama sürecindeki gecikme dönemleri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, bozma kararından önce ve sonra ilk derecemahkemesince re’sen belirlenen tanıkların makul sürede duruşmada hazır edilemedikleri,yazılan müzekkerelere zamanında cevap verilemediği, temyiz makamının 25 aylık süreninsonunda karar verdiği; sonuç olarak haklı görülemeyecek derecede uzun bir süre olan sekizyılda yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklarınniteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkatealındığında, sekiz yıl gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
56.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvencealtına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
59.Başvuruya konu iş mahkemesinde görülensigortalı hizmetlerin tespiti davasının, başvurucunun kişisel yararı ve davanın başvurucu için taşıdığı değer de gözönünde bulundurulduğunda, yaklaşık sekiz yıl sürmesi sebebiyle başvurucuya yalnızca ihlaltespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28711 -RG.T. : 18.07.2013
B.No : 2012 /13-K.T: 02.07.2013
43.Hukuk sistemimiz açısından taraflarca hazırlanma ilkesi ve resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu yargılamalar arasında tarafların etkinliği noktasında farklılıklarbulunmakla beraber, genel olarak tarafların tutumunun yargılama sürecinin uzamasındakietkisi, yargılama süresinin makul olma niteliğinin değerlendirilmesinde nazara alınmasıgereken önemli bir unsurdur. Zira tarafların yargılamayı uzatmaya yönelik davranışlardankaçınması ve kendisine tanınmış olan usuli hakları kullanırken dikkat ve özen göstermesigereklidir.
44.Yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede göz önünde bulundurulması gereken bir diğer unsur ilgili makamların tutumudur. Bu kapsamda sadeceyargı makamlarınıntutumu dikkate alınmayıp, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesisorumluluğunu yüklemektedir.
45.Yukarıda belirtilen unsurların yanı sıra, değerlendirmeye esas alman sürenin makul olup olmadığınıntespitinde, başvurucu içinhukuki korumanınbiran öncegerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğunun da nazara alınması gerekmekte olup, buunsur her bir yargılama süresinin makullüğü açısından ortak bir standart oluşturulmamasıtercihini güçlendirmektedir.
56.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın birtaşınmazın mülkiyetine ilişkin bir uyuşmazlık olduğu, davanın taraflarında toplam kırk ikikişinin bulunduğu, yargılamanın özellikle vefat eden tapu maliki mirasçılarının davaya dâhiledilerek taraf teşkilinin sağlanması ve taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık birniteliğe sahip olduğu, ancakyargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrıdeğerlendirildiğinde duruşmalar arasında geçen sürelerin oldukça uzun tutularak yıldaortalamaüç duruşmayapıldığı ve verilen arakararların birçoğundadavacıtarafaeksikliklerin ikmali hususunda usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verildiğianlaşılmaktadır.
58.Her ne kadar belirtilen usul hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetininmakul sürede neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz,
59.Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarakkabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır.
60.Somut yargılama açısından, davacı tarafa defalarca ve kesin sürelere ilişkin hükümlere aykırı mahiyette, bir kısım eksikliklerin ikmali hususunda süreler verildiği, arakarar gereklerinin yerine getirilmemesi karşısında usul kanununda yer alan kesin sürelereilişkin müeyyidelerin uygulanmadığı, defalarca verilen keşif ara kararlarının özelliklemüracaat yokluğu nedeniyle yerine getirilmediği, ara kararı gereklerinin yerine getirilmediğine keşiflerin icra edilmediği süreçlerde davacı vekili mazeretlerinin bir çok kez kabul edildiği, ancak yine kesin süreye riayet edilmemesinin müeyyidelerinin ve celse harcı tayini gibi usuli imkanların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (1086 sayılı Kanun md. 163, 271, 278/son, 282, 414; 6100 sayılı Kanun md. 94, 114/1-g, 115/2, 120,253, 269, 280; 2/7/1964 tarih ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).
61.Yukarıda belirtilen hususların yanı sıra, taşınmaza ilişkin uygulama çalışmaları yapıldığını bildirir 27/12/2011 tarihli Fethiye Kadastro Mahkemesi yazısının16/2/2012 tarihli celsede dosya içine alındığı, aynı celsede dosyanın incelemeye alınarak üçaydan uzun bir süre sonra 29/5/2012 tarihinde görevsizlik kararı verildiği ve dosyanıngörevli Mahkemesine 22/4/2013 tarihi itibariyle yaklaşık on bir aylık süreçte devredilmemişolduğu görülmektedir.
64.Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /3253 -K.T: 16.07.2014
43.İlgiliyargılamaevrakınınincelenmesinden ilkderece mahkemesince yargılama sürecinde ilgili usul hükümlerine genel olarak riayetle ara karar gereklerininyerine getirildiği, toplam dört yıl iki aylık yargılama sürecinin sekiz ayı aşkın bölümünün taraf vekillerinin mazeretleri nedeniyle duruşmaların tehir edilmesi nedeniyle geçirildiği, ayrıca ilk derece mahkemesi hükmünün karardan yaklaşık dört ay sonra tebliğe çıkarıldığı ve kanun yolu mercii nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemeleri kapsamında geçen toplam yargılama süresinin ise, onama kararının ve karar düzeltme talebinin ilk derece mahkemesince taraflara tebliği aşamalarıyla birlikte yaklaşık bir yıl beş aylık bir zaman dilimini kapsadığı, yargılamanın özellikle boşanma ve tazminat taleplerini konu alan bir ihtilaf olması nedeniyle, ilgili kurumlar nezdinde tahkikat ve tanık dinlenilmesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak belirli usul işlemlerinin yapılmasını gerektirdiği, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen dört yıl iki aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /5274 -K.T: 16.07.2014
88.Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarıngerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itirazbaşvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olupolmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığıdevam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
95.Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önceyakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda isetutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancakkişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş isemahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66-67).
129.Dava dosyasınınincelenmesindederece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerineatfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılamasüresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekendavadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,atılı suçun vasıf ve mahiyeti, isnat olunan suçun organize suç olup olmaması gibi unsurlarbir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makulolduğu görülmektedir.
130.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /4495 -K.T: 17.07.2014
89.Başvurunun konusu olan alacak davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, Mahkemece yapılan yargılama süreçleri ve temyizsüreçleriyle beraber yargılamanın makul olmayan uzun bir süre olan 5 yıl 2 ay 22 gündetamamlandığı görülmektedir. Tüketici mahkemelerinde görülen alacak davalarının niteliği,başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında,bu sürenin makul olmadığı açıktır.
|
RG No :29116 -RG.T. : 11.09.2014
B.No : 2013 /2263 -K.T: 26.06.2014
28.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularınincelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmas halinde,dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51). Bu kapsamda,başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığın karara bağlanması için geçen sürenin makul olupolmadığı noktasında nazara alınacak zaman dilimi, yaklaşık Uç yıl sekiz aylık bir süreyikapsamaktadır.
30.Başvuruya konu yargılamanın tabi olduğu yargılama usulü, bu usule bağlı olarak uygulanması gereken usul hükümleri ve yargılama aşamaları nazara alındığında, yaklaşık üç yıl sekiz aylık yargılama süresinin somut davada ve iki dereceli yargılama prosedüründe makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :29071-RG.T. : 25.07.2014
B.No : 2013/1280 -K.T: 28.05.2014
100.Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanınsüratlesonuçlandırılmasıhususunda gerekliözeningösterilmemesindenkaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adilyargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunuyüklemektedir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 44).
101.Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, §55).
103.Öte yandan, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında geçen toplam iki yıl üç aylık sürenin de yargılama faaliyetinde kısmen bir gecikmeye sebebiyet verdiği görülmektebirlikte söz konusu aşamaların yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargısisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinden kaynaklandığıanlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince,yargılamasisteminin,mahkemelerindavalarımakulbir süreiçindekarara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimdedüzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olanyapısal ve organizasyonailişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul süredegerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
105.Yapılan butespitler çerçevesinde davayabütün olarak bakıldığında, başvuruya konu uyuşmazlığın Diyarbakır Koşuyolu Parkı yakınına bırakılan bir bombanınpatlatılması sonucu kızlarının yaşamını yitirdiğinden bahisle başvurucuların uğradıklarımaddi zararın tazminine yönelik olmasına, maddi tazminat hesaplamasının bilirkişiincelemesi gerektirmeyip ilgili Kanun’da belirtilen basit bir yönteme dayanmasına vedolayısıyla dava kbeş yıl on ay on bir gün süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No :28875 -RG.T. : 07.01.2014
B.No : 2012 /673 -K.T: 19.12.2013
33.Başvuru konusu davanın açılış tarihi 6/2/1979 olmakla beraber, başvurucunun verdiği 15/4/1993 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında, asli müdahil sıfatıylayargılamada yeralmaya başladığıanlaşılmaktadır. Bunedenle,başvurucuaçısındanyapılacak makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı,davanın açıldığı tarih değil, müdahale talebinde bulunulduğu 15/4/1993 tarihidir (Benzeryöndeki AİHM kararları için bkz. Cocchiare/İtalya, B. No. 64886/01, 29/3/2006, § 113;Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No.21136/95, 19/5/2005, § 25).
38.Başvurunundeğerlendirilmesi neticesinde, başvuruyakonuyargılamanın başlangıçta iki adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebini içerdiği, anca daha sonra muhtelif parsellere ait davaların da işbu dava dosyası ile birleştirilmesine kararverildiği, davanın taraflarındaelliyi aşkın kişinin yer aldığı, yargılamanın özellikletaşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usulişlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılamasürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrıdeğerlendirildiğinde,Kadastro Mahkemesindegeçen yargılama sürecinde, Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin masraf ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği ve dosyanın defalarca tetkike alındığı anlaşılmaktadır.
40.Özellikle Kadastro Mahkemesinde geçen somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında, yargılama makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha dikkatli bir şekilde ele alınması gerekmektedir ((B. No. 2012/12,17/9/2013, § 58; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan Kaplan/Türkiye, B. No.24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, B. No.57407/02, 4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No.51963/99, 23/5/2007; Nalbant/Türkiye, B. No.61914/00.10/8/2006).
41.Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarakkabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bugirişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, yukarıda belirtilen özelusul hükümleri nedeniyle başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle biretkisi olduğu tespit edilememiştir.
42.Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliğibaşvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaklabirlikte, davaya bütün olarak bakıldığında başvurucu açısından söz konusu olan yaklaşıkyirmibir yıllık yargılama sürecinde makul olmayanbir gecikmenin olduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No :28875 -RG.T. : 07.01.2014
B.No : 2013 /3283 -K.T: 19.12.2013
36.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı kararabağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 30/3/1961 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğuzaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devameden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içerenbaşvurularınyargılamafaaliyetinindevamısırasındadayapılabilmesiolanağıbulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
37.Başvuruya konu dava, başvurucuların miras bırakanlarından intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımındandikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların yargılamaya katıldıkları an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (AİHM’nin benzer yaklaşımı için bkz. Cocchiarella/İtalya, B. No: 64886/01, 29/3/2006, § 113; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No:21136/95, 19/5/2005, § 25).
47.Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarakkabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bugirişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucular vekili de dâhil olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri sunulduğugörülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nedeniyle başvurucularıntutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.
48.Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaklabirlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu elli iki yıllık yargılama sürecindemakul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
|
RG No :28897 -RG.T. : 29.01.2014
B.No : 2013 /695 -K.T: 09.01.2014
35.Cezamuhakemesindeyargılamasüresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlartarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takımtedbirlerin uygulanması anıdır (Benzer yöndeki AtHM kararı için bkz: Eckle/Almanya, B.No: 8130/78, 15/07/1982, §§ 73-75). Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suçisnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden iseAnayasa Mahkemesinin makul süre şikayetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir.
42.Başvuru dosyasınınincelenmesinde,başvurucunungözaltına alınması ile hakkında ilk derece mahkemesince ilk kez hüküm verilmesi arasında yaklaşık 1 yıl 2 aygeçmiştir. Ancak derece mahkemesince verilen karar dört defa temyiz edilmiş ve üç kezbozulmuştur. Başvurucu hakkında derece mahkemesince verilen cezanın 4 yıl 7 ay 10 günolduğu mevcut yargılamada, dava dosyasının Yargıtay ve derece mahkemesi arasında dörtkez gidip gelmesi üzerine geçen sürelerin toplamı ise yaklaşık 10 yıl1 aydır. Yargısisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruyailişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın36.maddesiileSözleşme’nin 6.maddesi gereğince,yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu gözönünde bulundurulduğunda,hukuk sistemindevarolanyapısal ve organizasyonailişkineksikliklerin,yargılamafaaliyetininmakulsürede gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır.
|
RG No : 28940 – RG.T. : 13.03.2014
B.No : 2013 /3007 – K.T : 06.02.2014
65.Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına yapılan başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir artış olması nedeniylebaşvuruların birikmesine bağlı olarak başvuruların karara bağlanmasında meydana gelengecikmelerin, zamanında ve yeterli tedbirlerin alınması koşuluyla, makul sürede yargılanmahakkı açısından devletin sorumluluğunu doğurduğu söylenemeyecektir (benzer yöndekiAİHMkararları içinbkz.Buchholz/Almanya, B.No: 7759/77, 6/5/1981, § 51-52;Kçpa/Polonya,B.No:43978/98,30/9/2003; Vincent Lynch/Birleşik Krallık,B. No:19504/06, 6/10/2009). Bu kapsamda AİHM, Buchholz/Almanya davasında, toplam 4 yıl 9 aysüren iş uyuşmazlığına ilişkin bir yargılamada, Almanya’da 1970’li yıllarda ortaya çıkanekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmalara ilişkin davalarda anormal artış olması nedeniyleyargılamanın karara bağlanmasında yaşanan gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir. Benzer şekilde AİHM, Kçpa/Polonya davasında toplamda 8 yıl 4 ay süren bir yargılamada, (ilgili davanın temyiz aşamasında 1 yıl 6 ay hiçbir işlem yapılmaksızın beklemesine rağmen)başvurucuların yargılamanın uzamasına yol açan eylemleri de göz önünde bulundurularak Yargıtayın iş yükünün artmasından kaynaklanan gecikmenin bu hakkı ihlal etmediğine karar vermiştir. Son olarak, Vincent Lynch/Birleşik Krallık davasında AİHM toplamda 4 yıl 6 ay süren bir yargılamada 2003 Aralık ayında yürürlüğe giren bir kanun sonrasında bir anda çok sayıda başvurunun gelmesi, tek bir davanın karara bağlanması için yaklaşık bir yıl sürecin başlamasının gecikmesi, 2005-2007 yılları arasında söz konusu kanun kapsamında öncelikle görülmesi gereken binin üzerinde davanın karara bağlanması gibi nedenlerle başvurucunun davasının karara bağlanmasında yaşanan gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır. Bütün bu davalarda geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmaması, bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluna bağlanmıştır. Ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devlet, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale gelecek ve daha etkili ve ilave tedbirler alması kendisinden beklenebilecektir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zimmermann ve Steiner-/İsviçre, 13/7/1983, § 29, Vincent Lynch/Birleşik Krallık, B. No: 19504/06, 6/10/2009).
73.Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı kadarıyla, 20/5/2008 tarihinde komisyona başvuru sonrasında başvurucunun zararının tespiti için komisyontarafından yürütülen ilk işlemin 6/9/2010 tarihinde Kaymakamlık İlçe Zarar Tespit BilirkişiKomisyonu tarafından gerçekleştirilen keşif işlemi olduğu görülmektedir. Bir anlamdakomisyona yapılan başvurular arasında başvurucunun dosyasının incelenme sırası bu tarihtegelmiştir. Bu tarihten sonra yaklaşık kırk beş gün içerisinde sırasıyla (13-17/9/2010,12/10/2012 ve 18/10/2010 tarihlerinde) ziraat, kadastro ve inşaat bilirkişilerinden ayrı ayrırapor alınmış ve başvurucunun talebi 14/12/2010 tarihinde karara bağlanmıştır. Komisyondatoplam 2 yıl 6 ay 24 günde karara bağlanan başvurunun işleme konulabilmesi için 2 yıl 3 ay16 gün sıra beklediği anlaşılmaktadır.
74.Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya çıktığı açıktır. Yukarıdaaçıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu iş yükü artışının yapısal bir sorunadönüştüğü ve yetkililerin bu konuda üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.
80.Sonuçolarak,idaribaşvurusürecindekomisyonlardaincelenentoplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında yürütülen keşif, bilirkişi raporlarıalınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması, başvurunun komisyonda işleme alınması sonrasında yaklaşık 3 ayda kararın verilmesi ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin (dosyanın Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen) 1 yıl 9 ay 16 gün içerisinde ilk derece, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alındığında toplamda 4 yıl 7 ayda (20/5/2008-19/12/2012 tarihleri arasında) başvurunun karara bağlanmasında kamu otoritelerine ve yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu söylenemez.
|
RG No :28942 -RG.T. : 15.03.2014
B.No : 2012 /1246 -K.T: 06.02.2014
48.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında ilk derece mahkemesi ve temyiz mahkemesinin ihtilaf konusuolayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık göstermediği, yargılamanın iki derecelimahkeme önünde toplam 29 ay sürdüğü, ilk derece mahkemesinin bu süre zarfında,başvurucunun ve davacı idarenin iddialarına ilişkin karar vermek için davanın esasınıincelediği, bedel tespitine esas verileri topladığı, bilirkişi raporuna başvurduğu, taraflaraitiraz için süre verdiği, tarafların itirazlarını dikkate aldığı, bu itirazlara istinaden ek bilirkişiraporu aldığı; başvurucu vekilinin mazeret bildirerek iki duruşmaya katılmadığı; davanıntemyiz incelemesinin 8 ayda tamamlandığı görülmüş ve yargılama süresinin bütünü dikkatealındığında mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde gecikmeolmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :28946 -RG.T. : 19.03.2014
B.No : 2012 /152 -K.T: 20.02.2014
100.Dava dosyasınınincelenmesindederecemahkemesininyargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerineatfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılamasüresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekendavadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurlar birbütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makulolduğu görülmektedir.
|
RG No :28982 -RG.T. : 25.04.2014
B.No : 2012 /1254 -K.T: 07.03.2014
59.Hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları farklı olduğundan, ceza mahkemesi kararları, hukuk davaları için kural olarak kesin hüküm oluşturmaz. Haksız fiil nedeniyle açılan tazminat davalarınıçözmek bütünüyle hukuk hâkiminin göreviiçindedir. Bir “bekletici sorun” iddiası karşısında kalan hâkimin, görevi dışındaki buiddianın mutlaka görevli mahkemede çözülmesini bekleme yükümlülüğü yoktur. Kendisi debirçok durumda ileri sürülen hususu karara bağlayabilir. Kaldıki, 818sayılı mülgaKanun’un 53. maddesi gereğince hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararıylabağlı ise de, maddi olayı tespit etmeyen beraat kararı hukuk hâkimini bağlamaz. Onun içinhukuk hâkimi, topladığı deliller doğrultusunda karar verebilir. Ceza mahkemesinin delilleritespit ve takdiri ile hukuk mahkemesinin delilleri tespit ve takdirinin farklı olmasının birsonucu olarak, bir olayda sebep sonuç bağı bulunmadığına dair ceza mahkemesi kararı dahi hukuk hâkimini bağlamayabilir.
62.Başvurucu aleyhine Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan manevitazminatdavasında, Ankara 19. AsliyeCezaMahkemesinde açılan kamudavasınınsonuçlanmasının beklenmesi yargılama sürecini uzatmıştır.
63.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvurucunun hakarette bulunduğu iddiasıyla aleyhine açılanmanevi tazminat davası; hukuki meseleninçözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılanengeller, tarafsayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.Başvurucunun,tutumvedavranışlarıylaveusulihaklarınıkullanırkenözensizdavranmasıyla yargılamaların uzamasına sebep olduğu da söylenemez.
64.Başvurununkonusu olantazminatdavasında, yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilkderece Mahkemesince uzun aralıklarladuruşmalar yapıldığı Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesindeki ceza davasının sonucununbeklendiği, temyiz süreciyle beraber makul olmayan uzun bir süre olan 5 yıl 9 ay 7 gündeyargılamanın tamamlandığı görülmektedir. Başvurucualeyhine açılanmanevi tazminatdavasının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaatidikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.
65.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28982 -RG.T. : 25.04.2014
B.No : 2013 /6261 -K.T: 07.03.2014
38.Başvuruya konu dava, başvurucuların miras bırakanlarından intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımındandikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların yargılamaya katıldıkları an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (B. No:2013/1115, 5/12/2013, §51).
39.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmasıhalinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
47.Başvuru konusu yargılamada söz konusu olduğu gibi, verilen birleştirmekararının adaletin daha iyi gerçekleştirilebilmesi için makul olduğu değerlendirilebilirse de,bu tür kararların yargılamayı uzatacağı göz önünde bulundurularak, yargılamanın diğeraşamalarında sürecin hızlandırılması hususunda daha fazla gayret ve özen gösterilmesigerektiği açıktır.
49.Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaklabirlikte, davaya bütün olarak bakıldığında yaklaşık elli altı yıllık yargılama sürecinde makulolmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
50.Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
51.Başvurucular ayrıca, uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazlardan yararlanamadıkları gibi taşınmazlardan sağlanan gelir desteklerinden de mahrum kaldıklarını belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişolmaklaberaber, somutyargılamabağlamında başvurucularınmakul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönünde yukarıda yer verilen tespit ışığında, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
|
RG No :28864-RG.T. :27.12.2013
B.No : 2012 /650 – K.T : 05.12.2013
50.Belirtilen hususların yanı sıra, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında bilirkişi raporunda başvurucunun ticari defterlerinde davalılar adına herhangi bir kayda ve bu kapsamda dava konusu çek kaydına rastlanmadığının tespit edildiğinin ve karar gerekçesinin takip eden kısmında dava konusu çekin başvurucunun ticari defterlerinde kayıtlı olmamasının çekin bedelsiz olduğunun kanıtı sayılamayacağının belirtilmesi karşısında, bilirkişi incelemesi için geçen yedi ayı aşkın bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, dosya aslının farklı yargı mercilerine gönderilmesi neticesinde, yargılama dosyasının ilgili mahkemeye iadesinin sağlanması hususunda yaklaşık bir yıl sekiz aylık bir sürenin geçtiği görülmektedir. Yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgili mercilerden talep edildiği ve belirtilen tüm bu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
51.Başvurucu vekilince yargılama süresince dört defa mazeret dilekçesi sunulduğu görülmekle birlikte, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
52.Yapılan bu tespitler çerçevesinde davayabütün olarak bakıldığında, başvuruya konu on iki yıl beş aylık yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmeninolduğu sonucuna varılmıştır.
|
RG No :28864-RG.T. :27.12.2013
B.No : 2013/1213 -K.T : 04.12.2013
55.Somut yargılama açısından, bir ceza dosyası akıbetinin on bir ayı aşkın bir süre beklenildiği ve bu uzun bekleme sürecine rağmen ilgili dosyanın somut yargılamaaçısından nasıl bir değerlendirme için kullanılmak istendiği hususuna hüküm gerekçesindeyer verilmediği, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında uyuşmazlığın dava konusuçekin teminat amacıyla verilip verilmediği noktasında toplandığı, çekin bir ödeme vasıtasıolduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğinin kabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilince beyan edildiği ve bu itibarla başvurucuların iddialarını ispat edemedikleri gerekçesine yer verildiği ve hükmün gerekçesinde dinlenilen başvurucu tanıkları ile yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına da dayanılmadığınazara alındığında, tanık dinlenilmesi, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usuli işlemler için geçirilen on ayı aşkın süreyi içeren bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen hususların yanı sıra, davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde belirtilen usule ilişkin itirazlar arasında yer verilen dava harcının eksik olduğu noktasındaki itirazın yaklaşık iki yıl sekiz ay sonra değerlendirilerek eksik harcın tamamlanması hususunda başvurucular vekiline süre verildiği ve ilgili hususun ikmal edilmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgilimercilerden talepedildiği ve belirtilen tümbu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
56.Kanun yolu incelemesinde geçensüreninise temyiz ve karar düzeltmeaşamaları dâhil bir yıl iki aylık bir yargılama dilimini kapsadığı görülmektedir.
57.Başvurucular vekilince üç defa mazeret dilekçesi sunulduğu ve eksik harcıntamamlanmasınedeniyle dosyanınişlemdenkaldırıldığı süreçte başvurucuların tutumunedeniyle yaklaşık iki aylık bir gecikme periyodu yaşandığı anlaşılmakla birlikte, başvurucularıntutumununyargılamanınuzamasına özelliklebiretkisi olduğutespit edilmemiştir.
58.Yapılan bu tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, davanıntaraflarında yer alan kişi sayısı ve davanın konusu itibariyle karmaşık olaraknitelendirilemeyecek olan yargılama faaliyetinde, yetkili makamların yargılamaya ilişkinusul işlemlerinde yeterli özeni göstermemeleri nedeniyle, başvuruya konu beş yıl üç ay süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
|
RG No :28842-RG.T. :05.12.2013
B.No : 2012 /1198-K.T : 07.11.2013
45.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süredeğerlendirmesinde, süreninbaşlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı kararabağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığınortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzeryöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almatrya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24;Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru açısından benzer birdurum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman dilimininbaşlangıç tarihi, başvurucu tarafından park alanına dönüştürülen ancak uzun süredirkamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarakbedelininödenmesi,bunun mümkünolmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imaraaçılması hususlarını içeren taleplerini ilgili idarelere ilettiği 18/3/2002 tarihidir.
46.Uyuşmazlığın başlangıç tarihiileAnayasa Mahkemesinin bireyselbaşvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklıolabilmekle beraber, zaman bakımından yetkiyi belirleyen hükümlerin, olay ve olgularınmeydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecekkanunyollarının tüketildiği,yani işlemveyakararınkesinleştiği tarihi esas aldığıgörülmektedir. Başvuru konusu uyuşmazlığın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımındanyetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihiitibarıyla yaklaşık on yıl dokuz ayı aşkın bir süredir devam ettiği ve belirtilen tarih itibarıylauyuşmazlığa ilişkin davanın halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkinolarak yapılacak makulsüre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı,18/3/2002 tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
47.Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekildeyargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul süredeyargılanma hakkınınihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinindevamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacaksürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §52).
66.Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on bir yıl sekiz aylıkyargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğusebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olanmanevi zararları karşılığındabaşvurucuya takdiren 10.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28842 -RG.T. :05.12.2013
B.No : 2013 /772-K.T : 07.11.2013
62.Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler kural olarak kesin ve hakdüşürücü nitelikte olmasına rağmen, Kanun’un 20. maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade davalarının sonuçlandırılması için öngörülen ikiaylık süre,mahkemelereyönelikbirsüre olduğundandüzenleyicinitelikteolup, mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur.
63.Nitekim AİHM de, işe iade davalarının 4857 sayılı Kanun’un 20. Maddesindeöngörülen yasal süre içerisinde sonuçlandırılamaması nedeniyle Türkiye aleyhine yapılmışbaşvurularda, Türkiye’nin bu tür bir kanunu kabul etmekle, iş hukukuna ilişkinanlaşmazlıklarıçözmek,özellikleişten çıkarma durumlarında iş hukuku konusundakiçekişmelerin süresini kısaltmak amacıyla hızlandırılmış bir usul düzenlemiş olduğunusaptamakta ve kanunun bu amacını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasalsüreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarınıdenetlemenin görevi olmadığını belirterek başvuranların davasının “makul süre” içerisindetamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü elealarak, bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır.AİHM bir yıl beş ay süren bir işe iade davasıyla ilgilideğerlendirmesinde, sözü edilen davada ulusal mahkemelerin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık göstermediğini, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde bir yıl beş ay sürdüğünü, ulusal mahkemelerin bu süre zarfında, başvuranın iddialarına ilişkin karar vermek için davanın esasını incelediğini ve tanık ifadeleri ile bilirkişi raporları aldıklarını ifade ederek yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında ulusal mahkemeler nezdinde gecikme olmaması nedeniyle Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında “makul sürenin” aşılmadığı yönünde karar vermiştir (Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; benzer bir karar için bkz. Dildirim/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013).
73.Adalet Bakanlığı görüşünde tanık sayısının çokluğundan bahsedilmişse debaşvurucu ve davalının Mahkemeye yargılamanın uzamasına sebebiyet verecek derecedeçokolarak değerlendirilemeyeceksayıda(üçer) tanık sundukları, 14/7/2009 tarihliduruşmada başvurucunun tanıklarının, 18/8/2009 tarihli duruşmada ise davalı tanıklarınındinlendiği ve bu tarihte yani yargılamanın başladığı tarihten üç buçuk ay sonra bilirkişiraporunun alınması dışındadosya tekemmülünün gerçekleştiği, sonuçolaraktanıkdinlemenin davanın uzamasına esaslı bir etkisinin olmadığı anlaşılmıştır,
74.Başvurucu vekili, mazeret dilekçeleriyle 24/9/2009 ve 22/7/2010 tarihli ikiduruşmaya katılmamıştır.Başvurucuvekilininkatılmadığı 24/9/2009tarihliduruşmabilirkişi raporunun beklendiği sürece denk geldiğinden herhangi bir gelişme olmamış ve buduruşmaya katılmamanın davanın uzamasına etkisi görülmemiştir. Başvurucu vekilininkatılmadığı 22/7/2010 tarihli duruşmaya ise davalı vekili de katılmadığından bilirkişiraporunun geldiği görülerek okunmuş ve dosyasına konulmuştur.Bu durumda başvurucuvekilinin katılmadığı ilk duruşma nedeniyle davanın uzamasınasebebiyetverdiğisöylenemez. Başvurucu vekilinin 22/7/2010 tarihli duruşmaya katılmamasının davanınuzamasında belli bir rolü olmuş ise de bu duruşmaya davalı vekilinin mazeretsiz olarakkatılmadığının da göz önünde bulundurulması gerekir.
82.Söz konusu başvurunun konusuolanfesheitiraz davasında yargılamasürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesincetalep edilen bilirkişiye ulaşılamadığı, temyiz aşamasında dava dosyasının iş bölümü gereğidairelerarasında gidipgeldiği veeksikliğintamamlatılması içintekrarilkderecemahkemesine gönderildiği; sonuç olarak İş Kanunu’nda öngörülen sürelere oranla haklıgörülemeyecek derecede uzun bir süre olan 3 yıl 5 ayda yargılamanın tamamlandığıgörülmektedir. İş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların özellikle de işe iade talebiniiçeren feshe itiraz davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunundavadaki menfaati dikkate alındığında, 3 yıl 5 ay gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
87.Başvurucu tarafından davanın 4857 sayılı Kanun gereği bitirilmesi gereken üçaylık süreden kararın kesinleştiği tarihe kadar geçen süre için aylık asgari ücret üzerindenyapılan hesaplama sonucu maddi tazminat talep edilmişse de bu süreçte uzun sürenyargılama ile başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar arasında illiyet bağı kuracakbir delil sunulmamıştır. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmişolmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağıbulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
88.Başvurucu açısından işe iade konulu davanın başvurucunun kişisel yararı gözönünde bulundurulduğunda, yaklaşık üç yıl beş ay süren yargılama sürecinin uzunluğusebebiylebaşvurucuyayalnızcaihlaltespitiyle giderilemeyecek olanmanevi zararıkarşılığında davanın başvurucu için taşıdığı değer de dikkate alınarak takdiren 3.000,00 TLmanevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28808 -RG.T. :01.11.2013
B.No : 2012 /367 -K.T : 17.09.2013
25.Başvuru konusudavanın açılıştarihi 15/3/1965 olmaklaberaber,başvurucunun vekili vasıtasıyla verdiği 14/6/2012 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında, asli müdalıil sıfatıylayargılamadayer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, başvurucu açısından yapılacak makulsüre değerlendirmesibakımından dikkate alınacak süreninbaşlangıçanı,davanınaçıldığı tarihdeğil, usuleuygun olarakasli müdahale talebindebulunulduğutarihtir (Benzer yöndekiAİHMkararlarıiçinbkz. Cacchiarelta/ltalya,64886/01,29/3/2006, § 113; Namlıve Diğerleri/Türkiye,51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, 21 136/95, 19/5/2005, § 25).
27.Başvuru konusu olayda başvurunun asli müdahil sıfatıyla davada yer almayabaşladığı tarih 14/6/2012 olup, dava halen derdest olmakla, başvurucu açısından yargılamayaklaşık bir yıl üç aylık bir süredir devam etmektedir. Bu kapsamda, başvurucunun tarafıolduğu uyuşmazlığın karara bağlanması için geçen sürenin makul olup olmadığı noktasındanazara alınacak zaman dilimi bir yıl üç aylık bir süreyi kapsamaktadır.
29.Başvurunundeğerlendirilmesi neticesinde, başvuruyakonu yargılamanınseksen üç adet taşınmaza ilişkin müdahalenin meni ve ecrimisiltalebiyle genel mahkemelerde açılan ve görevsizlik kararıyla kadastro mahkemesine devredilen bir mülkiyet uyuşmazlığı olduğu, kırk beş davalı aleyhine açılan davanın yargılaması sırasında birçok taraf mirasçısının yargılamaya dâhil edilmesine karar verildiği, ayrıca iki yüze yakın kişi tarafından davaya müdahale talebinde bulunulduğu,başvurucunun da bu meyanda başvuruya konu İzmir Kadastro Mahkemesinin 2003/14 esas sayılı dosyasında yürütülen yargılamaya asli müdahil sıfatıyla katıldığı, başvurucunun müdahale talebinde bulunmasını takiben yapılan dört celsede, belirtilen müdahale taleplerine ilişkin eksikliklerin ikmali ve bu taleplerin değerlendirilmesine ilişkin ara kararlar ihdas edildiği, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında, başvurucu açısından geçerli olan bir yıl üç aylık yargılama süresinin somut davada makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğiiddiasınınaçıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
|
RG No :29232-RG T. : 10.01.2015
B.No : 2013 /1401 -K.T: 16.10.2014
30.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süredeğerlendirmesinde,süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkararabağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından, başvuruya konu boşanma davasının açılmış olduğu19/11/2008 tarihidir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 45). Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zamanicra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, davanın reddihükmüyle sonuçlanan başvuru konusu yargılama açısından bu tarih Yargıtay 2. HukukDairesinin E.2012/23462, K.2012/30316 sayılı karar düzeltme talebinin reddine dair ilamtarihi olan 13/12/2012 tarihidir.
32.İlgili yargılama evrakının tetkikinden, ilk derece mahkemesince yargılamasürecinde ilgili usul hükümlerine genel olarak riayetle ara karar gereklerinin yerinegetirildiği,birleşennafaka davası ve boşanma davası kapsamında tarafların bilirkişiraporlarına dair itirazlarının da karşılanması amacıyla rapor ve ek raporlar alındığı, yürütülenyargılamanın tüm celselerinde esaslı usuli işlemler yapıldığı ve hiçbir yargılama celsesindedosyanın tetkike alınmadığı, duruşma aralıklarının genel itibarıyla bir ay olarak tanzimedildiği ve celse aralarında taraflara tebliği gereken bilirkişi rapor ve ek raporlarına ilişkintebligatişlemlerininsüresinde yapılarak,ilgilikurumlar nezdinde yapılmasıgerekenaraştırmalara dair evrakın verilen sürelerde tanzim edildiği görülmektedir. Söz konusuyargılamanın özellikle boşanma, tazminat ve nafaka taleplerini konu alan bir ihtilaf olmasıve ilgili kurumlar nezdinde tahkikat, bilirkişi incelemesi ve tanık dinlenilmesi gibi belirliusul işlemlerinin yapılmasını gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir nitelikte olduğu, bunedenle, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında,söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen dört yıl bir aylık yargılama süresininmakul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılamamakamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :29232-RG T. : 10.01.2015
B.No : 2013 /3771 -K.T: 16.10.2014
61.Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, İlk DereceMahkemesinde29/5/2008 tarihinde açılan dava hakkında 31/12/2008 tarihinde kararverildiği ve yargılama süresinin 7 ay 2 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesi karar tarihindenDanıştay On ikinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi kararına kadar geçen sürenin ise4 yıl 1 ay 18 gün ve toplam yargılama süresinin ise 4 yıl 8 ay 20 gün olduğu, İlk DereceMahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise de Danıştay On ikinciDairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal veorganizasyonailişkin eksikliklerinyargılamafaaliyetininmakulsürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2012 /827 -K.T: 15.10.2014
50.Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde, şikayetin yapıldığı tarihten 8 yıl 3 ay 1 gün sonra yani 8/10/2012 tarihinde zamanaşımı nedeniyle sonbulmuştur. Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde (§ 45, 46, 47) mahkemelerin fizikselbütünlüğe yönelik saldırılardan dolayı suçlanan kişilere ilişkin yargılamaları ivediliklesonlandırması ve dolayısıyla davanın zamanaşımına uğramasını önlemesi gerekirken, somut olayda davanın zamanaşımına uğradığı görülmektedir. Böylece ilk derece Mahkemesince aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek cezalandırılan sanık ile ilgili davanın sonuçta zamanaşımına uğradığı görülmüştür. Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir gecikmenin olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sanığın cezasız kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği ve cezai başvurunun etkisiz olmasına sebebiyet verildiği belirlenmiştir.
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2012 /1036 -K.T: 15.10.2014
46.Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makulsüre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasınınyetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veyagözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, yakalandığı25/9/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir.
Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğiiddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesiolanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurununkarara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625,9/1/2014, § 32).
Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucu hakkındakimahkumiyet kararlarının kesinleşme tarihi olan11/11/2013 tarihi olup, yağma suçuyönünden yargılamanın bu tarihten sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır.
49.Başvuruya konu davada yer alan sanık ve mağdur sayısı, suçlamaların niteliğiile yargılama kapsamında icrası gereken usul işlemleri dikkate alındığında yargılamanınkarmaşık olduğunun kabul edilemeyeceği, yargılama sürecinde başvurucunun tutukluolduğu, davaya bir bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir kararverilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve temyiz incelemelerinde yaklaşık 4 yılıngeçtiği toplam 7 yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2013 /4454 -K.T: 15.10.2014
46.Makul süre incelemesinde; icra dairesine intikal eden maddi vakıalar, tarafların genel olarak icra safhasındaki tutumu, icra sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; icra makamları yanında icra süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve Mahkeme kararının süratle icra edilmesi hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi icranın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir.
47.İcraişlemleriyle ilgili olarakmakul süredeğerlendirmesindesüreninbaşlangıcı, icra takibinin başlatıldığı tarihtir. Sürenin bitiş tarihi ise, kural olarak icra takibi sonucu alacağın tahsil edildiği tarihtir.
48.Başvuru konusu olayda, iş akdini haklı nedenlefesheden başvurucutarafından İzmir 7. İş Mahkemesinde açılan dava sonunda tazminat ve alacakların davalıBMC San. ve Tic. A.Ş.’den tahsiline karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara dayalıolarak 5/6/2013 tarihinde davalı aleyhine ilamlı icra takibi başlatmıştır. Ödeme emri7/6/2013 tarihinde davalıya tebliğ edilmiş ve itiraz edilmeksizin icra takibi kesinleşmiştir. Başvurucu vekilinin 21/6/2013 tarihli talebi üzerine davalının 39 aracına haciz konulmuş,ancak satış gerçekleştirilmemiştir. Davalı tarafından başvurucuya halen herhangi bir ödemeyapılmamış olup, icra takip dosyası derdesttir.
49.İcra takibinin başlatıldığı 5/6/2013 tarihinden itibaren, bireysel başvurununyapıldığı 17/6/2013 tarihine kadar geçen sürenin başvurucu açısında bir ihlal oluşturmadığıaçıktır. Öte yandan,alacağın tahsili amacıyla haciz işlemlerinin yapıldığı ancakbaşvurucununtalebi olmadığı için satış işlemlerininhenüzgerçekleştirilmediği deanlaşılmaktadır. Yapılan icra takibi, özel hukuk kişileri arasındaki bir takip olup, Devletintaraf sıfatı buyürütülmesi esas olup, İcra Müdürlüğünün kendiliğinden hareket etmesi de mümkündeğildir. Başvuru konusu olayda,icra takibinin devam etmesinde İcra Müdürlüğüneyüklenebilecek herhangi bir kusur da isnat edilmemiştir. Sonuç olarak, başvuru tarihiitibarıyla 12 gündür devam eden icra süreci nedeniyle adil yargılanma hakkına yönelik birihlal bulunmadığı anlaşılmıştır.
53.Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak korumaalanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna kararverilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ileAvrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanmahakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilenadil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. Maddesiuyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHMiçtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerekAİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağınıoluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adilyargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olansüratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. Maddesininde Anayasa’nın bütünselliğiilkesi gereği, makulsürede yargılanma hakkınındeğerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:2012/13,2/7/2013, §§38-39).
59.Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve işdavalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılamasısistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğuncahızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/4701,23/1/2013, §47).
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2014 /7204 -K.T: 15.10.2014
37.Başvurucunun gözaltına alındığı 19/12/2006 tarihinden İstanbul10. AğırCeza Mahkemesinin 15/4/2013 tarihli kararı arasında 6 yıl 3 ay 128 günlük bir süreningeçtiği görülmektedir. 24 şüphelinin yargılandığı davada toplam 24 celse yapılmış vebaşvurucu tutuklu olarak yargılanmıştır, İlk derece mahkemesince karar verildiği 15/4/2013tarihinden bireysel başvurunun karara bağlandığı 15/10/2014 tarihi arasında ise 1 yıl 6 aylıkbir sürenin geçtiği ve davanın henüz sonuçlanmamış olduğu ve temyiz aşamasındabulunduğu da dikkate alınmalıdır.
38.Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, 8yıla yakınyargılamasürecindemakulolmayanbir gecikmeninolduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No :29125-RG T. : 04.12.2014
B.No : 2013 /6585 -K.T: 18.09.2014
67.Kanun yolu incelemesi sürecinin değerlendirilmesinde, ilk derece mahkemesikararının temyiz edilmesi üzerine, temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığındayaklaşık dört yıl bir ay sonra onama kararının verildiği anlaşılmaktadır. Bu haliyle kanunyolu merciinde geçen yargılama süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen,Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların, 2577 sayılı Kanun vediğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için BaşkanlarKurulunca; diğer mahkemeler için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibarıylatespit edilip Resmî Gazete’de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde bulundurulmaksuretiyle geliş tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül ettikleri sıra dâhilinde bir kararabağlanacağı, bunların dışında kalan dosyaların ise tekemmül ettikleri sıraya göre vetekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılacağı hükmüne rağmen, uzunbir yargılama süresini kapsadığı anlaşılmaktadır.
68.Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler,yargılamanın süratlesonuçlandırılması hususundagerekli özeningösterilmemesindenkaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerindavaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adilyargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesisorumluluğunuyüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
69.Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevlersırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §55).
70.Başvuru konusu yargılama sürecideğerlendirildiğinde,İlkDereceMahkemesince dosyanın karara bağlanma sürecinde ve Danıştay’a şevki sürecinde gecikmeyaşandığı,kanun yolu incelemesinde de benzerşekilde kararınalınmasınoktasındaaksamalar olduğu tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikleyargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somutbaşvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğuanlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince,yargılama sisteminin,mahkemelerindavalarımakulbir süreiçinde karara bağlamayükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimdedüzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyonailişkin eksiklikler yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeretsayılamaz.
|
RG No :29235 -RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2014 /7226 -K.T: 04.11.2014
47.Başvurucunun gözaltına alındığı 21/2/2006 tarihinden İstanbul 11. Ağır CezaMahkemesinin 18/6/2010 tarihli kararı arasında 4 yıl 3 ay 28 günlük bir sürenin geçtiğigörülmektedir. Altı sanığın yargılandığı davada, mahkemece başvurucunun savunması21/7/2006 tarihinde alınmıştır. 24/2/2006 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılanansanığın (başvurucunun) 21/2/2007 tarihinde salıverilmesine karar verilmiştir. İlkyargılamada başvurucu hakkında hüküm kurulmasının unutulması üzerine dosya,başvurucununkusuruolmaksızın bir kez daha elealınmıştır. Yargılamailk derecemahkemesince toplam olarak 15 celsede tamamlanmıştır. Davanın kanun yolu (temyiz)aşaması ise 3 yıl 6 ay 29 gün sürmüştür.
48.Dosyanın sürüncemede bırakılmasında ve yargılamanın 7 yıl 10 ayı aşkınşekilde sürmesinde yaklaşık bir yıl tutuklu olarak yargılanan başvurucuya veya müdafineyüklenebilecek bir kusur bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yargılamanın yürütülmesinde izlenen yöntem dikkate alındığında, 21/2/2006 tarihinde gözaltına alınmakla başlayıp 16/1/2014 tarihli Yargıtay ilamı ile sonuçlanan davadaki yaklaşık sekiz yıllık yargılama süresi makul olarak değerlendirilemez.
|
RG No :29235 -RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2012 /542 -K.T: 04.11.2014
82.Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makulsüre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasınınyetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veyagözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, kollukgörevlileri tarafından başvurucunun konutunda arama işleminin yapıldığı ve müteakibengözaltına alındığı 9/4/2003 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararınverildiği tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32). Bukapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındakimahkumiyet kararının Yargıtay’ca onandığı ve bu şekilde kesinleştiği 25/9/2012 tarihi olduğuanlaşılmaktadır.
86.Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyleicrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunuortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklıbir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık dokuz yıl beşaylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
87.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvencealtına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3- Aleniyet İlkesi
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /1780 -K.T: 20.03.2014
28.Başvurucu, kısa kararda, davacının davasının kısmen kabulü ile denetçinindışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali İle, diğer hususlarda açılandavanın reddine dair hüküm kurulup, yargılama masrafları ve vekalet ücreti konusunda kararverilmemiş olmasına rağmen, gerekçeli kararda yargılama masrafları ve vekalet ücretiyönünden dehükümkurulmuşolmasınınçelişki yarattığını iddiaetmişolmakla,başvurucunun belirtilen iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamında, aleni yargılanmahakkı açısından değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
29.Adalet Bakanlığı görüşünde, Sözleşme’nin 6. maddesinin aleni yargılanmahakkını da içerdiği ve bu hakkın genellikle “adillik başlığı üzerinden tartışıldığı, mahkemekararının yayınlanması hakkının da aleni yargılanma hakkının içeriğine dâhil olduğu, bukapsamda kararın okunması yükümlülüğü söz konusu olmayıp, kararın tamamının yazılıolarak yayınlanmasının yeterli olduğu,bunun yanı sıra kararın incelenmesi amacıylamahkeme kaleminde bulundurulması zorunluluğunun bulunduğu, başvuru konusu yargılamaaçısından da; mahkemenin yargılamanın sonucu ile ilgili konuları duruşmada hazır olanlarınyüzüne karşı okuduğu, maddi vakıalarla ilgili olmayan yargılama giderlerine ilişkinhususları ise gerekçeli kararla birlikte hüküm fıkrasında değerlendirdiği belirtilmiştir.
31.Sözleşme’nin 6. maddesinde belirtilen aleni yargılanma hakkı, davanın aleni(açık) duruşma ile görülmesinin yanı sıra mahkeme kararının da aleni olarak açıklanmasıgereğine işaret etmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinde açıkça aleni yargılanma hakkındansöz edilmemekle birlikte, adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olan bu hakesasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuruolup, ayrıca duruşmaların herkese açık olduğunu belirten ve aleniyetin hem kişinin adilyargılanma hakkından yararlanmasına hemde toplumunadaletegüveninisağlamakbakımından kamu yararına hizmet ettiğine işaret eden madde gerekçesi denazaraalındığında, yargılamanın aleniyetinin yanı sıra hükmün aleniyetine de işaret ettiği anlaşılanAnayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, aleni yargılanmahakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
32.Hükmün aleni olması mahkeme kararlarının mutlaka açık duruşmada tefhimianlamına gelmeyip, ilgililerin bilgi edinmesi amacıyla kararın yayınlanması veya mahkemekalemine bırakılması da, yargılamanın bütünü dikkate alınarak aleni hüküm elde edilmesiaçısından yeterli görülebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretto veDiğerleri/İtalya, B. No. 7984/77, 8/12/1983, §§ 20-28).
33.Başvuruya konu yargılamada ilk derece mahkemesi tarafından, gerekçesidaha sonra açıklanmak üzere “başvurucunun davasının kısmen kabulü ile denetçinindışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali ile, diğer hususlarda açılandavanın reddine” şeklinde hüküm kurulup, hükmün esasına bağlı olan yargılama masraflarıile vekalet ücreti konusunun ise gerekçeli karar evrakında değerlendirildiği, kararın ilgiliusul hükümleri uyarınca yargılamanın taraflarına tebliğinin de sağlanmış olduğu görülmekle, başvurucunun aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29009 -RG.T. : 24.05.2014
B.No : 2013 /2228 -K.T: 15.04.2014
46.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkınıntemel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanınişleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur (B. No: 2013/664,17/9/2013, § 32).
|
RG No :28982 -RG.T. : 25.04.2014
B.No : 2013 /19 -K.T: 07.03.2014
59.Başvurucuların duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaledildiği iddiası benzernitelikteki başvurulardaAnayasaMahkemesincedahaönceincelenmiş olup Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalıyapılması ilkesi ile birlikte değerlendirilmiştir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adlimekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığınıgüvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Ancak bu her türlü yargılamanınmutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerineuyulmak şartıylausul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarlabazıyargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanmasıanayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No: 2013/664,17/9/2013).
60.1602 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 48. maddesinde, Daireler ve Daireler Kurulunda incelemenin, evrak üzerinde yapılacağı, iptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşmayapılacağı, duruşma talebinin dava dilekçesinde ve cevap layihalarında yapılabileceği,Daireler ve Daireler Kurulunun yukarıdaki kayıtlara bağlı olmaksızın duruşma yapılmasınakendiliğinden de karar verebileceği kurala bağlanmıştır.
61.Somut olayda başvurucular vekili tarafından, 26/10/2011 tarihli dilekçe ile AYİM’de idare aleyhine tazminat davası açıldığı ancak söz konusu dilekçede duruşmayapılması talebinin bulunmadığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesine sunulan bireyselbaşvuru dilekçesinde de 1602 sayılı Kanun’un 48. maddesi gereğince duruşma talepedildiğine dair bir bilgi ya da duruşma talep edilmesine rağmen AYİM 2. Dairesinin butalebi karşılamadığına ilişkin bir iddia yer almamaktadır.
62.Başvurucuların AYİM’de gerçekleşen yargılama sürecinde, iddialarını ileri sürebildiği, AYİM’in, başvurucuların davası hakkında verdiği kararında Askeri Savcılıktarafından yürütülen soruşturma kapsamında başvurucuların müşteki sıfatıyla verdikleriifadeler de dâhil olmak üzere elde edilen delillere istinaden, başvurucuların iddialarını niçindikkate almadığını da açıklayarak davanın reddine hükmettiği görülmektedir. Bu bilgilerışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve duruşma yapılmasıtalebe veya mahkemenin takdirine bağlı kılınan idari yargılama sürecinde, tarafların iddiaveya savunmaları yazılı olarak alındıktan ve önceki ceza soruşturması sürecinde elde edilendeliller dikkate alındıktan sonra bir karara bağlanan yargılamanın salt dosya üzerindenyapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.
|
RG No :28924 -RG.T. :25.02.2014
B.No : 2013/841 -K.T : 23.01.2014
107.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman adil yargılanma hakkınıntemel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanınişleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almakve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirmearaçlarından birisinioluşturur.Ancakbuher türlüyargılamanınmutlaka duruşmalıyapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usulekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisnatutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz(B. No: 2013/664,17/9/2013).
109.Somut olayda başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011 tarihli dilekçe ile AYİM’de idare aleyhine tazminat davası açıldığı, davalı idare tarafından cevap dilekçesisunulduğu,davacı başvurucular vekilitarafından31/10/2011 tarihinde cevaba cevapdilekçesi sunulduğu görülmektedir. Bireysel başvuru dilekçesinde 1602 sayılı Kanun’un 48. maddesi gereğince duruşma talep edildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır. Başvuru dilekçesinde yer alan AYİM’ye sunulan karar düzeltme dilekçesinde de duruşma talep edilmesine rağmen AYİM 2. Dairesinin bu talebi karşılamadığına ilişkin bir iddia da ileri sürülmediği görülmektedir.
110.Başvurucuların AYİM’de gerçekleşen yargılama sürecinde, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesinde iddialarını ileri sürebildiği, müteveffanın çalışma koşullan vealdığı ücrete ilişkin mahkemenin istediği bilgi ve belgeleri sunabildiği, bilirkişi raporunaitiraz edebildiği anlaşılmaktadır. AYİM, Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturmakapsamında elde edilen diğer delillerin yanı sıra aralarında başvuruculardan müteveffanınanne ve babasının da bulunduğu tanık beyanlarına istinaden intiharı salt şahsi sebeplerebağlamanın ve askerlik hizmetinden soyutlamanın mümkün olmadığını ifade ederek idareninsorumluluğuna hükmetmiştir. Bu bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağıkurala bağlanan ve duruşma yapılması talebe veya Mahkemenin takdirine bağlı kılınan idariyargılama sürecinde, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan ve öncekiceza soruşturması sürecinde elde edilen deliller dikkate alındıktan sonra bir karara bağlananyargılamanın salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline yolaçtığı söylenemez.
|
RG No :28822RG.T. :15.11.2013
B.No:2013/664 K.T:17.09.2013
33.Somut olayda başvurucunun, yazılı olarak mahkemeye sunduğu yargılamanınyenilenmesi talebini değerlendiren ve mahkemesince “esassız olması” gerekçesiylereddedilen karar aleyhine yaptığı itirazı inceleyen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin deduruşma yapmaksızındosya üzerindenincelemeyaparak karar vermişolmasınınadilyargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Yargılamanın yenilenmesiolağanüstü bir kanun yolu olup bu yolun hangi hallerde açılacağı 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinde açıkça düzenlenmiş ve aynı Kanun’un 321. maddesinde yeniden yargılanma talebinin esassız olması halinde talebin duruşmasız olarak reddedileceği hükme bağlanmıştır. Bireyin suç işleyip işlemediğiyle ilişkili olamayan böyle bir incelemenin duruşma açılmadan yapılmış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :29028-RG.T. : 17.12.2014
B.No: 2013/4186-K.T: 15.10.2014
23.Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının kapsamı medeni haklara ilişkin bir uyuşmazlığın karara bağlanması ile ceza alanındaki bir suç isnadı konularıyla sınırlandırılmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi, dosya kapsamında yer alan olay ve olgular ışığında başvuru konusu şikayetin hukuki nitelemesini ve Anayasa’nın 36, maddesi uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamını belirleme yetkisine sahip olup, yargılamanın yenilenmesini de bu kapsamda değerlendirmiştir (B. No: 2013/664,17/9/2013, § 25)..
31.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir (B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre, duruşmalarınkamuya açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemligüvencelerinden biri olup; temel gayesi, kişileri, kamu denetiminden uzak, kapalı kapılarardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.
|
RG No :29208-RG.T.:17.12.2014
B.No: 2013 /4186 -K.T :15.10.2014
31.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir (B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre, duruşmalarınkamuya açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden biri olup; temel gayesi, kişileri, kamu denetiminden uzak, kapalı kapılarardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.
32.Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamadakeyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarındanbirisini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılmasısilahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (B. No: 2013/664,17/9/2013, §32).
33.Diğer taraftan, duruşmaların teorik olarak kamuya açık olmasıyeterli olmayıp, bununuygulamaya yansıtılmasıda, bu güvencenin sağlanması bakımındangereklidir. Bu bakımdan, davanın tarafları dışında, başta basın olmak üzere, duruşmayıizlemek isteyen kişilerin duruşmaya katılımlarının kolaylaştırılmasına yönelik bir takımtedbirler alınması devletin görevidir. Bu kapsamda, kamunun duruşmanın yeri ve tarihi ileilgili olarak bilgi sahibi olabilmesi, bu bilgilerin gizli tutulmaması ve duruşmanın icraedileceği yerin fiilen erişime açık olması gereklidir. (Benzer yöndeki AİHJV1 kararı için bkz.Riepan/Avusturya, B. No. 35115/97,14/11/2000, § 29).
34.AİHM’ye göre, duruşma yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece, ilk ve tek derece mahkemesinin huzurundaki yargılamalarda, AIHS’nin 6/1. Maddesi uyarınca “açık duruşma hakkı” beraberinde “duruşma isteme hakkı”nı da getirir (bkz. Hakamson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64; Fredin/İsveç (no:2), B,No: 18928/91, 23/2/1994, § 21; Allan Jacobss on/İsveç (no:2), B. No: 16970/90, 19/2/1998, §46; Kılıç ve Korkut/Türkiye, B. No: 25949/03 ve 25976/03, 12/2/2008, § 21).
35.Ancak “duruşmalı yargılamahakkı”, her türlüyargılamanınmutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmakşartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamalarınduruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal haklarınihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıpkarar verildikten sonra, kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılıolarak alındıktan sonra, dosya üzerinden yapılması halinde adil yargılanma hakkınınihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/664,17/9/2013, § 32).
37.Anılan bu maddelerden de görüleceği gibi “yargılamanın yenilenmesi” yoluher ne kadar bir olağanüstü kanun yolu olarak düzenlenmiş ise de, Mahkemece bu talebinduruşma açılmadan inceleneceği, ancak talebin kabul edilmesi halinde duruşmanın açılarak,yargılama sonucunda yeni bir hükmün verilmesi ve bu hükme karşı kanun yollarınabaşvurulması imkânınınbulunduğuanlaşılmaktadır.Dolayısıyla,bireyinsuçişleyipişlemediğiyle ilişkili olmayan, sadece yeniden yargılama şartlarının bulunup bulunmadığınadair gerçekleşen böyle bir incelemenin duruşma açılmadan yapılmış olması nedeniyle adilyargılanma hakkının ihlal edildiği söylenemez.
4- Masumiyet Karinesi
|
RG No :28940 -RG.T. :13.03.2014
B.No : 2012 /574-K.T : 06.02.2014
75.Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişininmasumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseyesuçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabitoluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olaraknitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,13/6/2013, § 26).
76.Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadımahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsündeolmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancakceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçuişlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararıverilen durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir.Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bunedenle kişi suçlu sayılamaz.
77.Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyleilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyetkarinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olanmaddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinindaha önce verdiği beraat kararma uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararlaniçin bkz. XIAvusturya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85,7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynımaddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğuçerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHMkararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
78.Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasınarağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraatkararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığınçözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olmasıolgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğündenve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlendiği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
79.Öte yandan, ceza ve ceza muhakemesi hukuku İle disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamugörevlisinin davranışı,suç tanımına uymasının yanısıra disiplinsorumluluğunu dagerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrıyürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dairhükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcıdeğildir (B. No:2012/665,13/6/2013, § 30).Ancak bu kapsamda yapılandeğerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararınaaykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
80.Başvuru ve ekindeki belgelerin incelenmesinden, başvuranın sözleşmesininfeshiyle sonuçlanan idari işleme paralel olarak yürütülmüş ve sonuçlandırılmış ayrı bir cezasoruşturması olduğu anlaşılmaktadır. Bu soruşturma, başvuranın ilk ifadesinin “tanık”sıfatıyla alınmaması sebebiyle, yalan tanıklık suçunun unsurları itibariyle oluşmadığındanbahisle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlandırılmıştır. İdari işlemin esas dayanağıise başvuranın bir gün arayla vermiş olduğu iki ifadeden İlkidir. Buna göre, idari işlem ileadli soruşturma birbirinden ayrı yürütülmüştür. Başvuranın sözleşmesinin adlî soruşturmatamamlanmadan feshedilmiş olması da bu sonucu teyit etmektedir.
81.Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukununuygulanabilmesi içinmutlakacezadavalarınınsonucununbeklenmesinigerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı sözkonusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırımişlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998,7/11/2013, §65).
82.Somut olayda,başvuranhakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilirken, başvuranın ilk ifadesinin tanık sıfatıyla alınmadığı tespitine dayanılmıştır. Cezasoruşturmasıaçısındanbu durumsuçun unsurlarıİtibariyleoluşmasına engel teşkilettiğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesini gerektirmiştir. AYİM ise ayırmaişleminin hukuka uygun olduğu sonucuna varırken, ceza soruşturması sonucundaki kararadeğil, fakat disiplin hukukunun aradığı ve ceza soruşturmasından farklı ilkelere bağlıkıstasları kullanmıştır (bkz. §13).
83.AYİM’ye göre, jandarma sınıfından olan başvurucunun, suç ve suçlularlamücadele temel göreviiken, adam öldürme gibi ciddi bir suç nedeniyle yürütülensoruşturmayı ilk başta yanlış yönlendirip bildiklerini anlatmayarak faili koruma gayreti içinegirmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Başvurucunun son üç ayda almış olduğu disiplincezalarıyla birlikte bu tutumu, kendisinden istifade edilmesine ve kamu hizmetine devamınaimkân bırakmaması nedeniyle, tesis edilen fesih hukuka uygundur. İşlemde ayrıca kişi yararıile kamu yararı arasındaki denge gözetilmiştir.
84.Görüldüğü üzere Mahkeme,ayırma işleminin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varırken, başvurucunun cinayet olayı ile ilgili olarak bir gün arayla vermiş olduğuifadeler ile son üç ayda almış olduğu toplam üç disiplin suçunu/tecavüzünü dikkate almış,bunların dışında gizli-açık başkaca bir nedene dayanmamıştır.
- Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :29013 -RG.T. : 28.05.2014
B.No : 2013 /500 -K.T: 20.03.2014
33.Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan masumiyet ilkesi, bir suçla itham edilen kimseler açısından, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasındaöngörülen adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden birini oluşturur. Buna göre,masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl’ olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,13/6/2013, § 26).
34.Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadımahkûmiyete dönüşen ve suçluluğu sabit hale gelen kişiler açısından ise, artık “hakkında suçisnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli birdayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda isnat edilen suçu işlemediğinin sabitolduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkındaberaat kararı verilen durumlar ile bir suç soruşturması veya kovuşturmasının ertelendiğidurumlarda kişi hakkındaki masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünküböyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2)numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlusayılamaz (B. No: 2012/998,7/11/2013, § 61).
35.Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak, yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüylekesinlik kazanmadan, suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade etmiş olması ya da cezayargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen, sona ermeye ilişkinkararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet karinesininihlali söz konusu olabilecektir (benzer bir karar için bkz. Panteleyenko/Ukrayna, B. No:11901/02, 29/6/2006 § 70). Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmi yazılarda veya kamugörevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındakimasumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azamî dikkat edilmesi gerekir.
45.Yargı yerlerinin verdikleri kararlarda, gerek yanılma, gerekse normları değişik biçimde yorumlama sonucu olarak doğan hukuka aykırılıkların giderilmesinisağlamak amacıyla bazı hukuki yollar kabul edilmiştir. Bir yargı yerinin verdiği karardaaykırılık olduğu iddiası ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlenmek üzere yargı önünegetirilmesi “kanun yolu”na başvurmadır. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ilegösterilmektedir. Anayasa’nın 142. maddesinde “mahkemelerin kuruluşunun, görev veyetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin” yasa ile düzenlenmesi öngörülmüştür. Kanun yolunailişkin düzenlemeler, yargılama usulü kapsamındadır. Yargılamanın olabildiğince hızlı sonuçlanması ve sonuçların bir an önce açıklanması gerektiğinden herkarara karşı değil, fakat önemli kararlara karşı kanun yoluna gidilmesi gereğibenimsenmektedir. Mahkemelerce verilen tüm kararlara karşı kanun yolunun açık tutulması, kanun yolu kurumunu işlemez duruma getirebilir (AYM, E.2006/65, K.2009/114, K.T. 23/7/2009).
46.AİHS’nin 6. maddesi mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkını güvence altına almamaktadır. Ancak eğer bir devlet, kendi takdirine bağlıolarak kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıyorsa, kanun yolu başvurusunuinceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün Sözleşme’nin 6. Maddesindeyer alan ilkelere uygun olması gerekir (bkz. Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65,17/1/1970, §26). Öte yandan “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” Türkiye’nin henüz taraf olmadığı AİHS’e Ek 7 No.lu Protokolün 2. maddesi ile kabul edilmiştir.
48.Herkes,kişisel hakveyükümlülüklerininkarara bağlanması içinbirmahkemeye erişme ya da dava açma hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine(AİHM) göre mahkemeye erişim hakkı, suç isnadı altındaki veya medeni haklarını icraetmesine yapılan müdahalenin keyfi olduğunu savunulabilir şekilde öne süren ve buşikayetini Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının sağladığı güvencelere sahipbulunan bir mahkeme nezdinde öne süremediğini iddia eden herkese açıktır (bkz. özellikle,Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan, [BD],B. No: 36760/06,17/1/2012, § 229).
56.Somut olayda, başvurucu hakkında beraat karan verildiği de dikkate alındığında, yargılandığı terör örgütü propagandası yapmak suçu 6352 sayılı Kanun’ungeçici 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan suçlardan olmadığından YargıtayCumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın ilgili dairesine gönderilmesi ve Dairece temyizincelemesinin yapılması gerekmektedir. Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının,başvurucunun temyiz talebine rağmen dosyayı ilgili ceza dairesine göndermemesiyleAnayasa’nın 36. maddesinde yer alan mahkemeye erişim hakkına saygı gösterilmemiştir.
59.Somut olayda İlk Derece Mahkemesince başvurucu hakkında verilen beraat karan yalnızca başvurucunun müdafii tarafından ve vekâlet ücreti yönünden temyizedilmiştir. Temyiz incelemesinin sonucuna göre Yargıtay, beraat kararını onayarak ilkderece mahkemesince eksik hükmedilen vekâlet ücretine hükmedebileceği gibi derecemahkemesinin kararını hatalı bulduğu takdirde 1412 sayılı Kanun’un 326. Maddesinindördüncü fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine temyiz bulunmadığından yalnızca hatayıbelirtmekle yetinecekti. Başka bir deyişle ilk derece mahkemesinin kararı yalnızcabaşvurucutarafındantemyizedildiğinden temyiz davası sonucundaberaatkararıkesinleşecekti. Ancak somut olayda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyayı iadesi veİlk Derece Mahkemesinin başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesisonucunda, başvurucu, 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasıuyarınca üç yıl süresince denetim altına alınmıştır. Adı geçen kurala göre başvurucu Uç yıllıksüre zarfında 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılansuçları işlememesi halinde düşme kararı verilecek, ancak bu süre içerisinde yeni bir suçişlemesi halinde ertelenen kovuşturmaya devam edilecektir.
60.Bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından karara bağlanması hakkı, mahkeme hakkından türetilen bir haktır. Gerçekten de bir mahkemenin yalnızca önüne getirilen maddi ve hukuki sorunları inceleyebilmesi yeterli değildir; bu yargı yerinin aynı zamanda bir karar verebilmesi de gerekir. Mahkeme hakkını kullanan tarafın amacı, davanın sonucunda bir karar elde etmektir. Karar elde edemiyorsa, dava açmanın da bir anlamı olduğu söylenemez.
61.Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan yargıyerlerinin tarafların taleplerini, iddialarını, delillerini etkili bir biçimde inceleme görevlerivardır. Başvurucunun temyiz talebine rağmen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyayıİlk DereceMahkemesine iade etmesiveİlk Derece Mahkemesinin kovuşturmanınertelenmesi kararı vermesinin nedeni, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesidir. Sonuçolarak başvurucunun temyiz talebi Yargıtay’ca incelenememiş ve böylece beraat etmesigereken bir davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek başvurucunun etkili kararhakkına saygı gösterilmemiştir.
|
RG No :287220 -RG.T. : 27.07.2013
B.No :2012/665 -K.T:13.06.2013
27.Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadımahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsündeolmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancakceza davasının herhangi bir nedenle düştüğü, belirli bir süre sonra şarta bağlı olarak düşeceği veya sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmaksızın davanın ertelendiği durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğini kabul etmek gerekir. Çünkü bu durumlarda ortada henüz verilmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmamaktadır.
28.Bunakarşılıkhükmünaçıklanmasınıngeri bırakılmasınakararverilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir.Gerçekten,hükmünaçıklanmasının geribırakılması, mahkûmiyetkonusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin, buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi halinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini ifade eder.
29.Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idariuyuşmazlıklarda, açıklanmasıgeri bırakılan mahkûmiyetkararma dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığınçözümüne esas teşkil etmesi bakımından salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmünaçıklanmasının geri bırakılmasına dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlaledildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesininbütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geribırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir.
30.Öte yandan, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Disiplin Hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıradisiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplinsoruşturması ayrı ayrı yürütülür. Ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemiişlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısındandoğrudan bağlayıcı değildir.
31.Bireysel başvuruya konu olan AYİM kararının gerekçesi şöyledir:
“… davacının almış olduğu disiplin cezaları, sicil ûstlerince hakkında not düşülen menfi kanaatler, aşırı borçlanmaları ve yargılanmasına, mahkumiyetine neden olan suçun vasıf ve mahiyeti dikkate alındığında; dava konusu işlemin sebep unsurunun maddi gerçeklik ile uyumlu olduğu; davacının disiplin durumunun, TSK’nin güvenilirliğini sarsacak derecede kötü nitelik arz ettiği ve hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketler sergilemediği; idarenin, dava konusu işlemi tesis ederken, takdir yetkisini kişi yararı ile kamu yaran arasındaki dengeyi gözeterek, ölçülü ve nesnel olarak kullandığı; davalı idarece, davacının sabit görülen disiplinsizlik eylemleri ve yargılamaya konu fiilleri nedeniyle işlem tesis etmesinde herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı; sonuç olarak davacı hakkında ‘Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicil belgesi düzenlenmesi işlemi ve bu sicil belgesine istinaden Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu mm 94/b ve Astsubay Sicil Yönetmeliği ‘nin 60 ve 61 ‘inci maddeleri kapsamında ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin ölçülü ve objektif olarak kullanıldığı ve anılan işlemlerde hukuka aykırı herhangi bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
32.Görüldüğü üzere AYİM kararında, uygulanan disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılırken, ceza davasının sonucundan bağımsız olarak ve diğernedenlerle birlikte ortaya çıkan disiplin durumu dikkate alınarak işlem tesis edildiğine vurguyapılmaktadır. AYİM kararında yer alan “yargılanmasına, mahkumiyetine neden olan suçun vasıf ve mahiyeti dikkate alındığında” ifadesi Mahkemenin ceza davasının sonucuna değil, sadece yargılanmasına neden olan suçun vasıf ve mahiyeti ile davacının disiplin durumuna atıf yaptığını göstermektedir. Bu çerçevede gerekçenin bütünü dikkate alındığında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar, AYİM kararının dayanağı olmadığından, Mahkemenin ulaştığısonuç bakımından masumiyet karinesine yönelik bir müdahale olmadığı açıktır.
|
RG No :29116-RG T. : 11.09.2014
B.No : 2013/6428 -K.T: 26.06.2014
40.Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerliolduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyleilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyetkarinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olanmaddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinindaha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararlarıiçin bkz. X/Avusturya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85,7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynımaddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97,11/2/2003, § 38).
41.Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasınarağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraatkararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığınçözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olmasıolgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğündenve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterlideğildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın,münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıpdayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665,13/6/2013, § 29).
|
RG No :28847-RG T. : 10.12.2013
B.No : 2012/998 -K.T: 07.11.2013
51.Başvurucu, açtığı iptal davasını reddeden AYİM’in, gerekçe olarak beraat kararı verilen suçlara, bu kararın gerekçesine ve tanık beyanlarına atıf yaparak Anayasa’nın38.maddesinindördüncüveSözleşme’nin6.maddesinin(2)numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
65.Başvuru konusu olay incelendiğinde başvurucunun niçin ayırma işlemine tabi tutulduğuna ilişkin sorusuna idare tarafından verilen cevapta”…suçundan ilişiğininkesildiği tarih itibariyle devam eden soruşturmasının TSK’da görev yapmasını engelleyicinitelik ve nicelikte olduğu…” ifadelerine yer verilmiştir. Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunun uygulanabilmesi için mutlaka cezadavalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima edenya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması dadisiplin işlemlerinin başlatılması veya disiplin yaptırımı uygulanması için yeterli görülebilir.Dolayısıyla ilgili kişi hakkında başlatılan soruşturmalara atıf yapan idarenin cevabındaki ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği söylenemez.
66.Diğer taraftan ayırma işleminin hukuka uygunluğunun denetlendiği AYİM kararının gerekçe kısmında “Davacı hakkında ‘uyuşturucu ticareti yapmak’, ‘rüşvet almak’,’gece vakti hırsızlık’ ve ‘iftira’ suçlarından dolayı kamu davası açıldığı ve yapılan cezayargılaması sonucu tüm suçlardan beraat kararı verildiği anlaşılmakta ise de; davacının üç suçtan delil yetersizliği nedeniyle beraat ettiği, davacının toplumla yakın ilişki içinde bulunan bir jandarma personeli olarak içinde bulunduğu eylemlerin dava konusu işlem ve idare hukuku açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Söz konusu suçlara bağlı eylemler hakkında beraat karan verilen gerekçeli hükümler incelendiğinde, davacının içinde bulunduğu eylemlerin nitelik ve nicelik olarak, göz ardı edilemeyecek özellikte olduğu, tanık ifadeleri dikkate alındığında davacının bir TSK. personeli ve kolluk görevlisi olması açısından kabul edilemeyecek seviyede eylemler içinde bulunduğu, bu eylemler içinde bulunan davacının artık TSK. ‘de görev yapması olanağının ortadan kalktığı, davalı idare tarafından kullanılan takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanıldığı değerlendirilmekle, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” ifadelerine yer verilmiştir.
67.Görüldüğü üzereAYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında yürütülen ve beraatle sonuçlanan yargılamalara ve beraat kararlarının gerekçelerine, bukapsamdaki tanık beyanları ile yargılamaya konu suçların nitelik ve niceliklerine dayanılmışve başvurucunun beraat ettiği fiilleri işlediği kabulünü içeren ifadelere yer verilmiştir.Başvurucunun disiplin durumu değerlendirilirken, beraat kararlarına konu olan eylemler içinde yer aldığı kabul edilerek, disiplinsizlik durumu da bu kabule dayandırılmıştır. Buçerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgilimahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğuinancının yansıtıldığı görülmektedir. Dolayısıyla idarenin ayırma işleminin hukuka uygunolduğusonucunaulaşırkenMahkeme,başvurucunundisiplindurumunucezayargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku ilkelerine göre değerlendirmemiş, aksine cezamahkemesinin beraat kararının gerekçesine ve başvurucunun yargılandığı fiilleri işlediğikabulüne dayanarak kararını vermiştir. Mahkemenin gerekçesinde kullandığı ifadelerinbaşvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaştığı söylenemez.
68.Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde,AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkındaki beraatle sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu vesuçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleriişlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı anlaşıldığından, başvurucunun Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
70. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29232-RG.T. :10.01.2015
B.No : 2013 /3771-K.T:16.10.2014
37.Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyleilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyetkarinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararlan için bkz. X/Avustwya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; O Birleşik Krallık, B. No: 11882/85, 7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/’Norveç, B. No: 34964/97,11/2/2003, § 38).
38.Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasınarağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraatkararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığınçözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olmasıolgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğündenve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterlideğildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararınmünhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığınınincelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
39.Öte yandan, ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamugörevlisinindavranışı, suç tanımına uymasının yanısıra disiplin sorumluluğunu dagerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrıyürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dairhükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665,13/6/2013, § 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararma aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
40.Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk ve idari yargılama bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.
41.Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
42.Bireysel başvuruya konu olan İdare Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir:“… aralarında davacının da bulunduğu sanıklar hakkında İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E:2007/375 sayılı dosyasında açılan ceza davasının derdest olduğu ve dava hakkındaki iddiaların da UYAP sorgu sisteminde yapılan sorgulama sonucunda “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, tutuklu, hükümlü veya suç delillerini bildirmeme” olduğu hususları dikkate alındığında idarenin takdir yetkisi kapsamında tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.”
43.Görüldüğü üzere İdare Mahkemesi kararında, başvurucu hakkındaki yargılamaya değinilmiş, başvurucunun suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer verilmemiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmemektedir. Mahkemenin gerekçesinin başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığı söylenemez.
44.Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, başvuru konusu olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :29208 -RG.T.:17.12.2014
B.No: 2013 /5996 -K.T :15.10.2014
43.Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup. kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,13/6/2013, § 26).
44.Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı hükmen sabit olmayan kişileri kapsayan bir ilkedir.Suç isnadı kesinleşmiş mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli birdayanağı kalmamaktadır (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 27).
45.Öte yandan, ceza muhakemesi hukuku ve idare hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplinsorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ile idarece yürütülenişlemler farklı süreçlere tabidir. Ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemiişlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü idare makamları açısındandoğrudan bağlayıcı değildir (Bkz. B. No: 2012/665,13/6/2013, § 30).
46.Bu kapsamda, ceza davasını takip eden “ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada'” da (hukuk, disiplin gibi), masumiyet karinesine özengösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynıolaylara dayanılarak bir kişinin disiplin cezası alması veya hakkında tazminata kararverilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda “karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınarak mahkemece kişinin suçlu olduğuna dair bir yargıda ya da imada bulunulup bulunulmadığının incelenmesi gerekir.
|
RG No :29125-RG.T.:04.12.2014
B.No : 2013 /3170 – K.T : 18.09.2014
50.Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B, No: 2012/665,13/6/2013, § 29).
51.Öte yandan, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku ile Disiplin Hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna görekamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu dagerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrıyürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dairhükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665,13/6/2013,§30).Ancak bukapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
52.Masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, ceza yargılamaları dışında yapılan yargılamalar bakımından üzerinde durulması gereken önemlihususlardan biri, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiyi suçlu sayıp saymadığı ve beraatkararını sorgulayıp sorgulamadığıdır.
53.Disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukununuygulanabilmesi içinmutlakaceza davalarının sonucununbeklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, §65).
55.AYİM kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında yürütülen ve beraatla sonuçlanan yargılamaya değinilmiş, başvurucunun suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer verilmemiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmemektedir. Hırsızlıktan yargılanıyor olma halinin güvenlik soruşturmasının olumsuz çıkması için yeterli olduğu belirtildikten sonra işlemin hukuka uygun olduğu değerlendirilmiş olup, başvurucunun yargılandığı fiili işlediği kabulüne dayanarak karar verilmemiştir. Mahkemenin bu gerekçesinin başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığı söylenemez.
|
RG No :29195-RG.T.:04.12.2014
B.No: 2013 /8521-K.T :18.09.2014
24.Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucuolarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına aitolup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğuhükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,13/6/2013, § 26).
25.Bununlabirliktemasumiyetkarinesi adli makamların soruşturmave kovuşturma işlemlerini yapmalarına, bu çerçevede şartlan oluşmuşsa koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulması da masumiyet karinesinin ihlal edildiği anlamına gelmez. Nitekim Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi de (AİHM) mahkûm edilen bir kişinin temyiz aşamasında tutuklu bulundurulmasının Sözleşme’nin 6. Maddesinin (2) numaralı fıkrasının ihlaline yol açmadığına karar vermiştir. (Bkz: Cuvillers ve Da Luz /Fransa, B. No 55052/00, 1/9/2003).
42.Başvurucu,hakkındakimahkûmiyethükmününkesinleştiği7/7/2014 tarihinden itibaren 5271sayılı Kanun’un141. maddesine dayanarak tazminat talebindebulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yolunabaşvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların Mahkemece incelenmesi, bireysel başvuruyolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
5- Hukuki Güvenlik ve Belirlilik İlkesi
|
RG No :29028 -RG.T. :12.06.2014
B.No : 2013 / 849-K.T : 15.04.2014
34.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönündenherhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır veuygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup;birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımınveya sonucunbağlandığını, bunlarınidareye hangimüdahale yetkisini doğurduğunu,kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşenyükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kurallarınöngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerdenkaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21,K.2011/16, K.T. 13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM,E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012).
35.Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “-Kimse, … kanunun suç saymadığı bir fildendolayıcezalandırılamaz”denilerek”suçtakanunilik”,üçüncüfıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur”denilerek, “cezada kanunilik” ilkeleri güvence altına alınmıştır. Anayasa’da öngörülen “suçve cezada kanunilik” ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığıgünümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38.maddesine paralel olarak 26/9/2004 tarih ve 5237sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2.maddesinde de düzenlenen ilke, hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlereverilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesini,kuralınaçık,anlaşılır vesınırlarınınbelli olmasını gerektirmektedir.Kişilerin yasakeylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM, E.2010/69,’K.201 1/116, K.T. 7/7/2011).
40.Hukuk devletinde, bireylerin belirli bir zaman diliminde hangi fiillerin suç olarak tanımlandığı ve hangi cezai yaptırımlara bağlandığını bilip öngörebilmeleri, bir başkaifadeyle ceza hukuku kurallarının öngörülebilir ve erişilebilir olması şarttır. Aksi takdirde”Ceza kanunlarınıbilmemek mazeret sayılmaz”şeklindeifadeedilenceza hukukuprensibinin hayata geçirilmesi mümkün olmayacaktır. Zira ceza sorumluluğu, kişinin fiilininbilincinde olduğu ve özgür iradesiyle suç olan bu fiili işlediği varsayımına dayanır. Bunedenle, kişinin işlediği fiilden sorumlu tutulabilmesi için, hangi fiillerin suç olduğununkanunlarda açıkça gösterilmesi gereklidir (AYM, E.1991/18, K.1992/20, K.T. 31/3/1992).
41.Ceza yaptırımına bağlanan fiilin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi şartı, suç ve cezalara dair düzenlemelerin şeklî bakımdan kanun biçiminde çıkarılmasının yeterliolmadığı, bunların içerik bakımından da belli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarıgerektiğini ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardımalmak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucunbağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kalemealınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarınadair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç veetkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusumetnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibifaktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamandakolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012).
42.2918 sayılı Kanun’da, takograf kullanma zorunluluğundan muaf tutulan “şehiriçi ve belediye mücavir alanı içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapan” kişilerin, bufarklıstatüye nasıl dâhilolacakları konusunda herhangi bir açık düzenlemeye yerverilmemiştir. Böyle bir hükmün uygulama kabiliyetine sahip olabilmesi ve suiistimallerinönüne geçilebilmesi bakımından, muafiyetin bir işlem veya taahhüde bağlanması mantıki birgerekliliktir. Ancak 2918 sayılı Kanun’da sözü edilen muafiyet için herhangi bir şekil şartıöngörülmemiş ve ilgilinin yalnızca “Şehiriçi ve belediye mücavir alam içerisinde yolcu veyük nakliyatı yapan” bir kişi olması yeterli görülmüştür. Kanun’daki bu ifadeden herhangibir taahhüt, bildirim veya trafik sicil kayıtlarına şerh verilmesi gerektiğinin öngörülmesimümkün değildir. Buna karşılık, Kanun’da, örneğin, “yolcu ve yük nakliyatı yapacağınıbildirenler” ve benzeri bir ifade kullanılmış olsa idi, Genelge ile öngörülen ve idariyaptırıma bağlanan yükümlülüklerin bir kanuni dayanağı olduğundan söz edilebilirdi. OysaGenelge düzenlemesi, Kanun’da yer almayan bir yükümlülük ilgililere öngörülemez birşekilde yükleyerek dolaylı olarak yeni bir kabahat ihdas etmektedir. Zira, asıl kabahat eylemi”takografın kullanılır durumda bulundurulmaması” olup, Kanun hükmüne göre istisnası,şehir içi ve belediye mücavir alanı içinde yük ve yolcu nakliyatı yapıyor olmaktır. Genelge,Kanun’da olmadığı halde bu istisnanın istisnası olarak “Şehir içi ve belediye mücaviralanlarında çalıştığını beyan etmeme ve durumu tescil belgelerine işletmeme” halinde, ilgilikişinin, muafiyetten yararlanamayacağını ve fiilen Kanun’daki istisna kapsamında olsa dahiGenelge hükmüne uygun işlem yapmaması nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmasınıöngörmektedir.
43.Genelge, Kanunla tanınan ve herhangi bir şekle bağlanmamış olan takografmuafiyetini,bildirimve tescilbelgesineşerhverilmesişekline bağlayarakistisnaidüzenlemenin uygulama alanını, herhangi bir kanuni dayanağı olmaksızın daraltmıştır. İdaripara cezasını gerektiren bir eyleme ilişkin istisnai düzenlemenin uygulama alanının, idariişlemle daraltılması, somut olayda kabahat ihdas edilmesi sonucunu doğurmuştur. Ortayaçıkan bu sonuç, Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fırkasında düzenlenen “suç ve cezadakanunilik” ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
|
RG No :29111 -RG.T. : 06.9.2014
B.No : 2012 /1052 -K.T: 23.07.2014
33.Anayasa’nın36. maddesinde, hak arama özgürlüğüiçin herhangibir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılmasımümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemişhakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir.Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılmasıda mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin birkısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırlan ortayakoyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalarAnayasa’nın13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169.K.T. 1/11/2012).
41.Adil yargılanma hakkı,demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup, tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altınaalınmalıdır. Diğer taraftan hukuki eylem, işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altındabulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriylebağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fırkasındaki düzenleme ile askeri idare aleyhine açılan davaların ve bu davalar kapsamında sunulan taleplerin disipline edilmesinin hedeflendiği, daha ciddi takip edilmeleri sağlanarak davaların sürüncemede kalması ve belirsizliklerin önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması bağlamında değerlendirilebilecek bu amaçların meşru olduğu açıktır.
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No : 2013 / 1752-K.T : 26.06.2014
62.Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır.Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güvenduyabilmesini, devletindeyasaldüzenlemelerindebugüven duygusunuzedeleyiciyöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişilerhem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşıkoruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, K.T. 22/5/2013).
64.Yargı kararlarının geç uygulanması sebebiyle bireyler lehine zamanında kullanılamayan “işlevsel” güvenceninsöz konusu olduğu bir durumda,”ilkesel ve”kurumsal”güvencelerin bireyler adına etkin kılınabilmesi,kendilerinden beklenilenhukuksal korumayı sağlamaları mümkün olmaz. Dolayısıyla yargı kararlarının bireylerhakkındauygulanmasını içeren işlevsel güvence; ilkesel ve kurumsal güvenceleritamamlayan, bu güvencelerin istenilen sonuçları vermesini mümkün hale getirerek bireyselhak ve özgürlüklere yargısal koruma sağlanabilmesini olanaklı kılan vazgeçilmez bir hukukiteminattır.
|
RG No : 29022 – RG.T. : 06.06.2014
B.No : 2014 / 4705 – K.T : 29.05.2014
57.Bir internet sitesine erişimin engellenmesinekarar verildiği hallerde hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkelerinin göz önündebulundurulması zorunludur. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukukigüvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem veişlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güvenduygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasaldüzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuyayer vermeyecek şekilde açık, net,anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamuotoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bubakımdan, kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangisomut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli biraçıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.Dolayısıyla,uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,22/5/2013).
|
RG No :28519 -RG.T. :05.01.2014
B.No : 2012 / 51 -K.T : 25.12.2012
18.Hukukun genel ilkelerinden birisi hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Kanunlar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Bu nedenle, bireysel başvurular bakımından Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir.
|
RG No :28720-RG.T. :27.07.2014
B.No : 2013 / 757-K.T : 16.06.2014
26.Hukukun genel ilkelerinden biri hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güvenduyabilmelerini, devletindehukukidüzenlemelerdebu güven duygusunuzedeleyiciyöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012)
27.Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereğiolup, adil yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemeleri zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlaradayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekleoluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli vemeşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdiryetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünüzedelemedikçe Anayasa’da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar. (AİHM,Stubbings ve Diğerleri, 22083/93; 22095/93 § 51, 22/10/1996)
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No 2013 / 3063-K.T : 26.06.2014
42.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönündenherhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır veuygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup;birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımınveya sonucun bağlandığını, bunların idareye ne tür müdahale yetkisini doğurduğunu,kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşenyükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kurallarınöngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,devletin de kanuni düzenlemelerde bugüven duygusunuzedeleyiciyöntemlerdenkaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2013/849,15/4/2013, § 34).
|
RG No :28851RG.T. :14.12.2013
B.No: 2012/1061K.T:21.11.2013
70.Mahkemeye erişim hakkının kullanılması idari işlemler açısından kanunda belirtilen süreye ve bu sürenin de yazılı bildirime bağlanması karşısında, AYİM’nin kanunenbaşvurucuya tebliğedilmeyenvebaşvurucuaçısındanyerinegetirmeyükümlülüğüdoğurmayan atama işlemine yönelik dava açma süresini, uyuşmazlık konusu açık kuralı göz ardı ederek, başvurucunun atama işlemini öğrendiği tarih olarak esas alması ve davanınsüresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermesi, başvurucunun idari işleme yönelik iddialarının esasının mahkemece incelenmesine engel olmuştur.
72.Başvuru konusu olayda dava açma süresinin başlangıcına ilişkin açık bir kanun hükmü vardır. Bu hükme verilecek olağan anlam bellidir ve başvurucu buna görekendisine muamele edileceğini beklemektedir. Ancak derece mahkemesi, açık olan kanunhükmüne olağanın dışında farklı bir anlam verip buna göre uygulama yapmıştır. Buuygulama yönünde yerleşmiş içtihat olduğu ne derece mahkemesi kararında belirtilmiş ne de Bakanlık görüşünde ileri sürülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun dava açarken (hukukiyardımdan yararlansa bile) açık kanun hükmünden farklı bir şekilde kendisine muameleedileceğini beklemesini gerektiren bir durum eldeki belgelere göre bulunmamaktadır. Buna göre derece mahkemesinin yorumu öngörülemez niteliktedir.
73.Sonuç olarak, başvurucunun açık kanun hükmüne verilebilecek olağan anlama göre süresinde açtığı dava, bu başvurunun koşullan içinde derece mahkemesinin öncedenöngörülemeyecek şekildeaçık kanunhükmünüolağanın dışında veoldukçaesnekyorumlaması neticesinde reddedilmiş ve mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiştir.
74.Açıklanannedenlerle,başvurucununadilyargılanma hakkınınentemel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkının, dava açma süresine ilişkin açık usulkurallarının önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında yorumlanması suretiyle, ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28942-RG.T.:15.03.2014
B.No:2012/1246-K.T : 06.02.2014
57.Başvurucu, taşınmazının kamulaştırma bedelinin tespiti davasında verilen kararın eşitlik ilkesini, mülkiyet hakkını ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüşsede kendisine Anayasa’nın 10. maddesinin ilk fıkrasında sayılan hangi nedene dayalı olarakveya hangi sebeple ayrı muamele yapıldığından bahsetmemiştir. Başvurucu esas olarak diğerilçelerde kamulaştırma bedelinin tespitinde sadece ilçe tarım müdürlüğü verileri dikkatealınıp bedel tespiti yapılırken Ermenek ilçesindeki taşınmazlarda Ermenek ilçesiyle birlikteçevre ilçeler ile Karaman ili tarım müdürlükleri verilerinin ortalamasının “mevki” olarakdeğerlendirilip bedeltespitindekullanılmasından şikâyetçi olmaktadır. Budurumdabaşvurucunun bahse konu şikâyetinin özünün mülkiyet hakkına yapılan müdahaleninkanunilik şartını ihlal ettiği iddiası olduğu anlaşıldığından konu mülkiyet hakkı kapsamındaincelenmiş ve hak arama hürriyeti ile eşitlik ilkesi yönünden ayrıca inceleme yapılmasınagerek görülmemiştir.
61.Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güvenduyabilmesini, devletindeyasal düzenlemelerindebu güven duygusunuzedeleyiciyöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişilerhem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni, bireylerin,gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksalyaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkânverecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun,muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM,E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
62.“Belirlilik” ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi nitelikselgereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyiciişlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcutşartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkünkılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103,16/6/2011).
69.Başvuruya konu dosya incelendiğinde; 2942 sayılı Kanun’un 11. Maddesinin (f) bendinde açıkça ilçe düzeyini temel alacak bir hesaplama yapılmasının öngörülmediği,bununyerine arazinin mevkii ve şartlarınagöre belirlemeyapılması öngörülerekuygulayıcılara ve mahkemelere takdir yetkisi tanındığı, ülkemizde arazilerin ürün verisiistatistiklerinin düzenli olarak resmi kurumlar olan il ve ilçe tarım müdürlüklerince tutulmasınedeniyle Yargıtay içtihatları doğrultusunda mahkemelerin bu verileri esas aldıkları, büyükkamulaştırma projelerinin kabul edildiği alanlarda kamulaştırma bedelini arttırmaya yönelikgayretlerin yasama organının dikkatini çektiği ve buna karşı bazı yasal düzenlemeler yapıldığı, Ermenek ilçesinde tarım müdürlüğü ürün verimlerinde büyük baraj ve HES projesinin kabul edildiği 2002 yılından sonraki yıllarda günlük hayatın olağan akışıyla izah edilemeyecek derecede artışlar meydana geldiği ve Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin bahsedilen bölge için 2006 yılından itibaren farklı bir yöntemle bedel tespiti yapılması yönünde içtihat geliştirdiği anlaşılmıştır. Ayrıca davacı idareler yeni yönteme rağmen halen Ermenek İlçesinde kamulaştırma bedellerinin olması gereken ve hakkaniyete uygun olan değerden yüksek olduğunu istatistikler vererek iddia etmektedirler.
70.2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendinin amacı kamulaştırılan arazilerin gerçek değerine ulaşmaktır. Kanunların yasa koyucunun amacı doğrultusundayorumlanması mahkemelerin yetkisinde ve görevleri arasında olup, başvuru konusu davadaYargıtay 18. Hukuk Dairesi gerekçesini önceden ortaya koyarak Ermenek İlçesindekiarazilerin kamulaştırılmasında gerçek değere ulaşmak için mevkii kavramını ilçe düzeyindendaha geniş yorumlamıştır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin Ermenek ilçesi için belirlediğimevkii kavramını daha geniş yorumlayan bedel tespiti yöntemi 2942 sayılı Kanun’un 11.maddesinin (f) bendine açıkça aykırı olmadığı gibi ikna edici gerekçesi ile keyfi olmaktan dauzaktır.
71.2006 yılından beriistikrarlıolarak uygulanan bu yöntem bireyler için erişilebilir ve bilinebilir olup başvuru konusu olayda 2010 yılında açılan kamulaştırmabedelinin tespiti davasında başvurucu bahsedilen yerleşik içtihadı önceden öngörülebilir birdurumdadır. Sonuç olarak bahsedilen uygulamayla hukuki belirlilik bağlamında kanunilikilkesi ihlal edilmemiştir.
|
RG No:29130 -RG.T. :25.09.2014
B.No : 2012 / 931 -K.T : 26.06.2014
35.Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin koruma alanı içindeyeralanmenfaatlerinkapsamına,mevcutbirmülk(“existing possessions”)girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları {“claims”) da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması halinde bir “mülk” teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıc/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76). Ancak, hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hallerde, özellikle ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hallerinin de mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Ancak bu hallerde, hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin, hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maltzan ve Diğerleri/Almanya (k.k.) [BD], B. No: 71916/01, 71917/01,10260/02,2/3/2005, § 74).
6- Yargılamaya Etkin Katılım Hakkı
|
RG No :29048 -RG.T. :02.07.2014
B.No : 2012 / 575 -K.T : 08.05.2014
46.Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM), dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin öncede taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerininihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bunedenle Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulmasıve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi çelişmeli yargılama ilkesi ile ilişkili olarakadil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33). Çelişmeliyargılama ilkesi, dosyada yer alan bilgi ve belgelerin taraflar açısından ulaşılabilir olmasınıgerekli kılar. Dolayısıyla belgelere ulaşamama çelişmeli yargılama ilkesi açısından sorunoluşturabilir.
|
RG No :29022 -RG.T. :06.06.2014
B.No : 2013/ 6833 -K.T : 04.04.2014
57.Çelişmeli yargılanma hakkı, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüşbildirebilmeimkânıvermektedir (Benzer yöndekiAİHMkararlaniçin bkz.JJ/Hollanda, B. No: 9/1997/793/994, 27/3/1998, § 43; Vermeulen/Belçika, B.No: 19075/91, 20/2/1996, §33).
61.Diğer taraftan başvurucu eğer ilk derece yargılaması sırasında kendisine tebliğ edilmeyen belgeler ve Mahkeme ara kararı tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önündedile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında savunma ekinde ibraz edilen belgelerin, Mahkeme ara kararının ve ara kararına verilen cevapların önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
|
RG No :28946 – RG.T. :19.03.2014
B.No: 2012/603- K.T : 20.02.2014
63.Mülkiyethakkınınvarlığınıntespitiyerelmahkemelerebırakılmışolup; kanunlara göre hakkın kesin bir nitelik taşıdığını ve söz konusu haktan yararlanma yetkisinesahip olunduğunu ortaya koyma yükü başvurucu üzerindedir (Benzer yöndeki AİHM kararıiçin bkz., AİHM, Agneessens/Belçika, B. No:12164/86, 12/10/1998). Başvuru konusuolayda, mülkiyet hakkını ispat yükümlüğü üzerinde bulunan başvurucu, her ne kadaruyuşmazlık konusu taşınmazın orman sınırları içinde kalmadığını, taşınmazlardan birinitapusu olan Ali Yıldırım’danaldığınıilerisürmüşse de iddiasınıMahkeme önündeispatlayamamıştır.
64.Bununlaberaberbaşvurucuya 23/11/2011 tarihindeyapılacağı bildirilen duruşmanın 21/11/2011 tarihinde yapıldığı, bu duruşmada bilirkişi raporu okunarak raporaitirazların değerlendirildiği, başvurucunun ise bu duruşmaya katılamadığından itirazlarınıdile getiremediği, ayrıca başvurucu temyiz aşamasında bu durumu ifade ettiği haldedeğerlendirmeye alınmadığı göz önünde bulundurularak başvurucunun adil yargılanmahakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından başvuru konusu davada yapılan yargılamanınadil olmadığı açıktır. Adil olmayan bir yargılama sonrası verilen mülkiyet iddiasının reddikararı üzerinden başvurucunun iddia ettiği mülkiyetin var olduğu ya da olmadığı sonucunaulaşılması mümkün değildir. Bu durumda önce mülkiyet iddiasının başvurucuya bilirkişiraporuna itiraz edecek fırsatın verildiği adil bir yargılamada tartışılarak sonuca bağlanmasıve bu karar üzerinden temyiz incelemesinin yapılması, daha sonra Anayasa Mahkemesiönünde dile getirilmesi gerekmektedir.
65.Açıklanan nedenlerle, adil olmayan bir yargılamanın sonucundan hareketle mülkiyet iddiası tartışılmayacağından mülkiyet hakkına yönelik şikâyet konusunda buaşamada karar verilmesine gerek görülmemiştir.
7- Öngörülebilirlik İlkesi
|
RG No :29051 -RG.T. :05.07.2014
B.No: 2014 / 256 -K.T : 25.06.2014
80.Başvurucu, avukatların duruşmalarda başörtüsü takmasının yasak olduğuna ilişkin bir kanuni dayanak bulunmadığını, daha önce Barolar Birliği Meslek İlkelerindeavukatların başlarının açık olarak duruşmalara girmeleri kuralının bulunduğunu, bu kuralınDanıştay 8. Dairesinin 5/11/2012 tarihli kararı ile yürürlüğünün durdurulduğunu. BarolarBirliği Başkanlığının 25/2/2013 tarihli kararı ile Danıştay kararınıntüm barolaraduyurulduğunu ve bu karar doğrultusunda işlem yapılmasının istendiğini dolayısıyla olaygünü, başörtüsü ile duruşmalara girilemeyeceğine dair herhangi bir kanun veya mevzuat hükmü bulunmadığını ileri sürmüştür.
81.Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Yine bu sebeple hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahip olmuştur (Bkz. AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).
82.Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahalenin hukuki bir temelinin yani müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 24. maddesi kapsamında yapılan bir müdahaleninkanunilikşartınısağladığınınkabulüiçin,müdahalenin”kanunî’birdayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına başka bir bağlamda dikkat çeken birkarar için bkz. B. No: 2013/2178,19/12/2013, § 36).
83.Sözleşme’nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 9. Maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin”’hukuk” (prescribed by law/prevue par la loi) uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuşolup, müdahalenin hukukilik unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 9.maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin,müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Benzer yönde AİHMkararı için bkz. Hasan ve Chaush/Bulgaristan [BD], B. No: 30985/96, 26/10/2000, §§ 84-86).
84.“Kanun ile sınırlama” ölçütü veya “kanunilik ilkesi” Sözleşme’nin din veinanç özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesinde de bir sınırlama ve güvence ölçütü olarak yeralmaktadır. Buna karşın Sözleşme’de yer alan “prescribed by law/prevue par la loi” kavramı ile Anayasa’da yer alan “kanunilik ilkesi” tam olarak aynı değildir (bkz. §§ 94-95). AİHM, “kanun ile öngörülmüş olma” kavramına Türk hukukunda kanunilik ilkesine verilen anlamdan daha geniş bir anlam vermektedir.
85.Anayasasının 87. maddesine göre “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkisindedir. Bir yasama işlemi olarak kanun,Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin ürünüdür. Kanun, parlâmento kararı dışındakalan ve Anayasanın yetki verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasa’daöngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Anayasa’nın 7. Maddesinde yer alan “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir, Bu yetki devredilemez” kuralı, bir ayrım yapmadan, kanunun maddi ve şekli anlamlarını kapsamaktadır. Anayasa’nın 7. maddesinin anlamı, kanun yapma yetkisinin başka bir mercie devredilemeyeceği ve bunun doğal sonucu olarak da Anayasa’ya göre kanunla yapılması zorunlu olan bir düzenlemenin başka bir merci tarafından yapılamayacağıdır.
86.Buna karşın Anayasa’nın 8. maddesi uyarınca “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarakkullanılır ve yerine getirilir”. Bu bakımdan, yürütme yetkisi ve görevi “kanunlara uygunolarak” kullanılması gerektiğinden kanun ile düzenlenebilecek konularda, yasama organının asli kuralları koymakla yetinerek, bunun yanı sıra tali ve uygulayıcı kuralları idari düzenleyici işlemlere bırakması mümkündür.
88.Dahası,Anayasa’nın 91.maddesinin birincifıkrası uyarınca sosyalve ekonomik haklar hariç olmak üzere temel hak ve hürriyetlere ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile düzenleme yapılamaz. Dolayısıyla kanun hükmünde kararname ile dahi düzenlenemeyecek temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenlemenin ilk elden idari düzenleyici işlemlerle yapılması Anayasa karşısında mümkün değildir.
89.Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının, keyfiliğe izin vermeyen, öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfi uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması Anayasa’ya aykırı olabilecektir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez, aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanarak yürütme organınca alınacak önlemler objektif nitelik taşımalı ve idarenin keyfi uygulamalarına sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemelidir (Bkz. AYM, E.1984/14, K.1985/7, K.T. 13/6/1985). Aksi bir durumda temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.
92.Başvuru konusu olayda başvurucunun başörtüsü ile duruşmaya katılması talebi, Mahkemece, “AİHM’in ve Anayasa Mahkemesinin başörtüsünün laiklik karşıtı güçlü bir dîni simge ve siyasal simge olduğuna ilişkin kararları uyarınca avukatların başörtülü olarak duruşmalarda görev yapamayacakları’ gerekçesiyle reddedilmiştir.
93.Sözleşme’nin orijinal metinlerinde “kanunen öngörülme”nin karşılığı olan “prescribed by law/prevue par la loi” düzenlemesine AİHM’in yüklediği anlam, Türkhukukundaki “kanun” kavramını aşarak “hukuk” terimiyle karşılanabilecek bir anlamasahiptir. AİHM, bir hak veya özgürlüğe müdahale olduğunda öncelikle müdahalenin bir”hukuki temelinin” olup olmadığını denetlemektedir. Başka bir deyişle AİHM, “hukuk” teriminden şekli anlamda kanunu anlamamakta, sınırlamayı yapan hukuki düzenlemenin kaynağınadeğil düzenlemenin erişilebilir, öngörülebilirve kesin olmaniteliğine bakmaktadır (Bkz. Hasan ve Chaush/Bulgaristan [BD], B. No: 30985/96, 26/8/2000, § 85). Bu yaklaşım nedeniyle AİHM’e göre hukuken öngörülmüş olma ifadesindeki “kanun” ya da “hukuk” sözcüğü sadece yazılı hukuku değil, içtihadı hukuku da kapsamaktadır.
95.AİHM’in Leyla Şahin/Türkiye kararında dayanak yaptığı ve başvuru konusu somut olayda Ankara 11. Aile Mahkemesinin ara kararında dayandığı Anayasa Mahkemesikararları 1989 ve 1991 yıllarında verilmiştir. 1988 yılında 2547 sayılı Kanun’a bir maddeeklenerek”Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik,poliklinikvekoridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyleboyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” hükmü getirilmiştir. Bu hükümAnayasa Mahkemesi tarafından “laik bir devlette yasal düzenlemelerin din kurallarına göreyapılamayacağı” gerekçesiyle iptaledilmiştir (Bkz. AYM, E.1989/1, K.1989/2, K.T.7/3/1989). İptal kararından sonra 1990 yılında, 2547 sayılı Kanun’a “yürürlükteki kanunlaraaykırı olmamak koşulu ile yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” hükmüeklenmiştir. Düzenlemenin iptal istemi reddedilmiş ancak, Anayasa Mahkemesinin karargerekçesinde “serbestliğin”, “dini inanç sebebiyle boyun ve saçların türbanla kapatılmasınıve dinsel nitelikli giysileri kapsamadığı” saptanmıştır (Bkz. AYM, E.1990/36, K.1991/8,K.T. 9/4/1991).
96.Türk hukukunun bazı alanlarında, hâkimin yarattığı hukuk, hukukun bir kaynağı olarak kabul edilmekle birlikte insan hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması gibi tamamen biçimsel kanunilik ilkesi temelinde Örgütlenen bir alanda hiçbir zaman “kamın” niteliğinde kural özelliği kazanamaz. Öte yandan temel bir hak ve özgürlüğe yapılan müdahalenin süreklilik kazanarak ulaşılabilir ve öngörülebilir hale gelmesi, müdahalenin dayanağı olan kamu gücü işlemini bir “kanun” haline getirmez. Aksi bir düşüncenin kabulü, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kamu gücü işleminden veya eyleminden kaynaklanan hak ihlallerinin “kanuni” dayanaklarının olduğunun kabul edilmesi anlamına gelecektir.
98.Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hakların sınırlandırılması için mutlaka kanuna ihtiyaç vardır. Avukatların duruşmalara “başları açık” olarak katılacaklarına dair bir kanuni sınırlama bulunmamaktadır. Gerek AİHM’in Leyla Şahin kararı ve gerekse de AİHM’in dayandığı ve Türkiye’de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanın dayanağı haline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararları, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan “kanunilik şartı”m taşıyan kurallar olarak kabul edilemez.
99.Somut olayda avukat sıfatıyla katıldığı duruşmada İlk Derece Mahkemesinin başvurucuyu başörtüsü takması nedeniyle duruşmayı yapmayarak ertelemesi vebaşvurucunun müvekkiline kendisini yeni bir avukat tutmak üzere süre vermesi şeklindegerçekleşen din ve vicdan özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.
100.Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin varlığı halinde bulunması gereken ve Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen (bkz. §§ 78-80) Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen meşruamaçlardan biri kapsamında olma, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmamagibi kriterlere riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
101.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 24. maddesinde güvence altına alınan din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29022-RG.T. :06.06.2014
B.No : 2013 / 843-K.T : 03.04.2014
39.Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §44).
45.5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin aynı dosya kapsamındaki her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137,2/7/2013, §53).
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No : 2013 / 3063-K.T : 26.06.2014
41.Hukuki güvenlik ilkesi, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının içinde zımnen mevcut bir ilkedir. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışınıona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardımalmak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacaksonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak birölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı birkatılığı daberaberinde getirebilir. Oysahukukun ortayaçıkan değişikliklere uyarlanabilmesigerekmektedir. Birçok kanun,işin doğası gereği,yorumlanmasıve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüllerdir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00 ve 76292/01, § 83).
|
RG No :29022-RG.T. :06.06.2014
B.No : 2013 / 2056-K.T : 03.04.2014
32.Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derecemahkemelerineaittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfî bir şekildeözgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişiözgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfiuygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alanhürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kamını””dayanağınınbulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
|
RG No :28711-RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012 / 1137-K.T : 02.07.2013
52.Diğer yandan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir.
|
RG No :29166-RG.T.:05.11.2014
B.No: 2013 /8114 -K.T :17.09.2014
24.AİHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışım ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardımalmak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacaksonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüdeolması gerekmez. Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte; bazen aşın birkatılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir (bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00, 76292/01, 13/11/2008, § 83).
26.Bu açıklamalar çerçevesinde, başvurucu hakkındaki uygulamanınşeklî yönden kanuna dayalı olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmadığı gibi, belirtilendüzenlemede açıkça, koşullu salıvermenin şartlarının nelerolduğu, koşullu salıverme kararının hangi hallerde geri alınacağı ve bu hallerde aynen infaz edilecek ceza süresinin nasıl hesaplanacağıhususları,herhangibir tereddüde yer bırakılmayacak açıklıkta düzenlenmiştir. Dolayısıyla, koşullu salıvermeye ilişkin söz konusu düzenlemenin; belirli, kesin, erişilebilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu açıktır.
27.Öteyandan,Anayasa’nın 19.maddesininikinci fırkası anlamında, mahkûmiyet hükmü ile tutma arasında illiyet bağı olup olmadığının (§19) tespit edilmesi gereklidir. Türk Hukukunda, belirtilen illiyet bağı kanuni düzenleme ile sağlanmış olup; 5271 sayılıKanun’un 107. maddesinin(12)numaralıfıkrasına göre,koşullusalıverilen hükümlü, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlediği takdirde, koşullu salıverilme kararı geri alınacaktır. Anılan hükümle, koşullu salıverme kararının geri alınması noktasında yargı organına herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın, yalnızca geri almaya ilişkin şekli şartların gerçekleşip gerçekleşmediği ile sınırlı bir inceleme yetkisi verilmiştir. Bu çerçevede, yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet kararı ile koşullu salıverme geri alınarak kişinin yeniden hapsedilmesi arasındaki şekli ve maddi illiyet bağı; kanun hükmü ile kurulmuş olmaktadır.Söz konusu kanun hükmü gereğince,koşullu salıverilen hükümlüden, salıverilme sonrasındaki sorumluluğunun ve hapis cezasınıninfaz süresi zarfındasergilediği iyi hale istinaden kendisine tanınan fırsatı değerlendirerek hapis cezasını gerektiren herhangi bir suç işlememesi gerektiğinin bilinci ile davranışlarını düzenlemesieklenmektedir.
|
RG No :28875-RG T. : 07.01.2014
B.No: 2012 /989 -K.T: 19.12.2013
63.Başvurucunun,yedeksubayadayıolarakalınanaskerlik kararınınuzundönemer olaraktadiledilerekaskerebustatüdesevkedilmeişlemineesas alınması,765sayılıMülgaKanun’un95.maddesininaçıkhükmüneaykırılıkteşkiletmektedir. Zirabaşvurucununişlediğisuçailişkinmahkumiyethükmü,tecilkoşullarınauyulmasınedeniyle,hukuknazarındaesasenvakiolmamıştır.Hukukenvakiolmamışsayılanmahkumiyetin,hükümvesonuçlarını devamettiriyormuşvehayatiyetinikoruyormuşçasınabiridariişlemeesasalınmasınınilgiliidariişlemehukukigeçerlikkazandırdığısöylenemez.
64.Başvurukonusuolayda,başvurucuhakkındaverilenmahkumiyetinteciledilmesininsonuçlarıileilgiliaçıkbirkanunhükmümevcuttur.Buhükmeverilecekolağananlambellidirvebaşvurucubunagörekendisinemuameleedileceğinibeklemektedir.AncakAYİM2.Dairesi,açıkolankanunhükmüneolağanındışındafarklıbiranlamveripbunagöreuygulamayapmıştır.BuuygulamayönündeyerleşmişiçtihatolduğunederecemahkemesikararındabelirtilmişnedeBakanlıkgörüşündeilerisürülmüştür.Dolayısıylaeldekibelgeleregörebaşvurucunundavaaçarken(hukukiyardımdanyararlansabile)açıkkanunhükmündenfarklıbirşekildekendisinemuameleedileceğinibeklemesinigerektirenbirdurumbulunmamaktadır.Bunagöre,AYİM2.Dairesinin3/5/2012tarihveE.2011/1465,K.2012/482sayılı kararındakiyorumu”öngörülemez”niteliktedirve”bariztakdirhatası”içermektedir.
65.Açıklanannedenlerle,başvurucuhakkındayapılanyargılamasırasındahukukkurallarınınyorumveuygulanmasının“öngörülemez”nitelikteolmasıve“bariztakdirhatası”içermesinedeniyleAnayasa’nın36.maddesininihlaledildiğinekararverilmesigerekir.
|
RG No :28851RG.T. :14.12.2013
B.No: 2012/1061K.T:21.11.2013
70.Mahkemeye erişim hakkının kullanılması idari işlemler açısından kanunda belirtilen süreye ve bu sürenin de yazılı bildirime bağlanması karşısında, AYİM’in kanunenbaşvurucuya tebliğedilmeyenvebaşvurucuaçısındanyerinegetirmeyükümlülüğüdoğurmayan atama işlemine yönelik dava açma süresini, uyuşmazlık konusu açık kuralı göz ardı ederek, başvurucunun atama işlemini öğrendiği tarih olarak esas alması ve davanınsüresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermesi, başvurucunun idari işleme yönelik iddialarının esasının mahkemece incelenmesine engel olmuştur.
72.Başvuru konusu olayda dava açma süresinin başlangıcına ilişkin açık birkanun hükmü vardır. Bu hükme verilecek olağan anlam bellidir ve başvurucu buna görekendisine muamele edileceğini beklemektedir. Ancak derece mahkemesi, açık olan kanunhükmüne olağanın dışında farklı bir anlam verip buna göre uygulama yapmıştır. Buuygulama yönünde yerleşmiş içtihat olduğu ne derece mahkemesi kararında belirtilmiş ne de Bakanlık görüşünde ileri sürülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun dava açarken (hukukiyardımdan yararlansa bile) açık kanun hükmünden farklı bir şekilde kendisine muameleedileceğini beklemesini gerektiren bir durum eldeki belgelere göre bulunmamaktadır. Buna göre derece mahkemesinin yorumu öngörülemez niteliktedir.
73.Sonuç olarak, başvurucunun açık kanun hükmüne verilebilecek olağan anlama göre süresinde açtığı dava, bu başvurunun koşullan içinde derece mahkemesinin öncedenöngörülemeyecek şekildeaçık kanunhükmünüolağanın dışında veoldukçaesnekyorumlaması neticesinde reddedilmiş ve mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiştir.
74.Açıklanannedenlerle,başvurucununadilyargılanma hakkınınentemel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkının, dava açma süresine ilişkin açık usulkurallarının önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında yorumlanması suretiyle, ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No:29130 -RG.T. :25.09.2014
B.No : 2012 / 931 -K.T : 26.06.2014
57.Meşru beklenti kategorisinde yer alan hukuksal çıkarların büyük bir kısmına temel olan hukuki güvenlik ve bu ilkenin gerekleri olan öngörülebilirlik ve belirlilik unsurları, kişiye hakka sahip olacağı noktasında objektif olarak makul nedenler sağlayacağı için, öngörülebilirlik niteliğini taşımayan geriye yürür nitelikte hukuki işlemler, lehe olan
kararlara ya da işlemlere dayanan meşru beklentilere açık bir müdahale oluşturacaktır. Bu müdahalenin haklılığı ise, ancak yukarıda yer verilen sınırlama ve güvence ölçütlerine riayetle sağlanabilir.
78.AİHM de yargılama sürecine yönelik yasama müdahalesi çerçevesinde silahların eşitliği ilkesinin mutlak olmadığını ve bazı şartlar altında müdahalenin meşrugörülebileceğini kabul etmektedir. Bunun için müdahalenin öngörülebilir nitelikte olması,yasamaorganınınböylebirmüdahaledebulunmakiçinzorlayıcıbirkamuyararıgerekçesinin bulunması ve kanuni düzenlemenin taraflar arasında yargılama aşamasınageçilmeden yapılmış olması gerekir. Bu şartlardan en az birinin gerçekleşmemiş olması,müdahalenin hak ihlali olarak nitelendirilmesi için yeterlidir. (The National & ProvincialBuilding Society,The Leeds Permanent Building Society And The Yorkshire Building Society/Birleşik Krallık, B. No: 21319/93, 21449/93, 21675/93,23/10/1997, § 112).
8- Mahkemeye Erişim Hakkı
|
RG No :29116-RG T. : 11.09.2014
B.No : 2013 /1752-K.T: 26.06.2014
56.Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).
58.Nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler ve uygulamalar, mahkemeye erişim hakkının anlamını yitirmesine sebep olmaktadır (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28). Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte ve devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama yükümlülüğü getirilmektedir.
59.Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarakkararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM’ye göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini, yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin, 6. madde anlamında “dava”nmtamamlayıcıunsuruolduğunuvurgulamaktadır(bkz.Burdov/Rusya, B.No:59498/00, 7/5/2002, § 34).
60.Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasınıgerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir, (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 115). AİHM bu yorumuyla bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (bkz.postol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
61.Anayasanın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerincezamanında yerinegetirilmediğibirdevlette,bireylerinyargıkararıylakendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz.Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olangüvenve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeplehukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek, sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.
66.Anayasa’nın 138. Maddesinin 4. fıkrası gereği yargı kararlan geciktirilmeksizin uygulanmak zorunda olmakla ve kararın icrasında gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, davanın konusu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararın icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir.
67.Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, AİHS’in 6. maddesi bakımından yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte veyargılamanın uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Bkz., Di Pede/İtalya, B. No:15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24). Bununla birlikte AİHM, yaptığı incelemelerde belli süreyekadar olan gecikmeleri makul kabul etmekte ve ödemelerin gecikmesi halinde gecikme faizigibi telafi edici yöntemler bulunup bulunmadığına bakacağına vurgu yapmaktadır (Bkz.,Fidanten ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 27501/06,28/6/2011, § 28)
71.Başvurucu da yapılan ödemenin maddi kayıplarını telafi etmediği yönünde bir iddiada bulunmamakta, kararın icrasından sonra şikâyetini kararın geç icra edilmesi nedeniyle hakkının ihlal edildiği şeklinde sürdürerek manevi tazminat talep etmektedir.
72.2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesiyle de kamu kurumlarının geçmişten gelen kamulaştırması el atmaları nedeniyle açılan davalarda ödemek zorunda kaldıkları tazminatların mevcut kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde ödenebilmesi için bütçelerinden pay ayırmaları ve ödemeleri peşin yapamamaları halinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde borçların taksitlendirilmesi ve taksitlendirilmiş borçlara kanuni faiz ödenmesi
imkânı tanımıştır.
73.Bir kamu kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunun mazeret olarak ileri sürülemeyeceği (bkz. AİHM, Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 35) belirtilmekle beraber, bu husus 5018 sayılı Kanun’un 34. maddesinde ifade edilen kamu idarelerinin yargı kararı gereği ödeme zorunda oldukları öngörülemeyen giderlerini, kurumların gelir ve nakit durumlarına göre belli bir takvime bağlayarak ve gecikmeden kaynaklanan değer kayıplarını faizle telafi ederek ödemelerini bir hak ihlaline dönüştürmez.
74.Ayrıca alacağın konusunun tehlikeli bir işte kamu zoruyla yaptırılan ve sonucunda başvurucunun sağlığının etkilendiği bedeni bir çalışmanın karşılığı (bkz. AİHM, Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 7) gibi ödenmesini ivedi hale getirecek bir özellik arz etmediği veya başvurucu için aciliyet arz etmediği durumlarda bedelin ödenmesinin kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde plana bağlanması makul olarak karşılanmalıdır. Bu durum özellikle başvuru konusu olayda olduğu gibi bütçe imkânları çok rahat olmayan kamukurumlarının önceden öngöremeyecekleri önemli bir meblağa baliğ ödemelerde önem arz eder.
76.Sonuç olarak, başvuru konusu olayda başvurucunun mahkeme kararıyla elde ettiği tazminatın ödenmesindeki 9 aylık gecikme; ödemenin idarece muhasebe kayıtlarına alınarakbirplana bağlanması,öngörülemeyenborçmiktarınınbütçeimkânlarıyla kıyaslandığında yüksek bir miktara baliğ olması, tazminatın konusunun ödenmesini ivedi hale getirecek özellikli bir konu olmaması, alacağın tamamının faiz ve yargılama giderleriyle beraber başvurucuyla yapılan uzlaşma ve imzalanan ibranameyle ödenmesi, başvurucunun ödemenin yapılmasındaki menfaatinin önemli ve öncelikli olmadığı hususları göz önünde bulundurulduğundaihlalboyutlarına ulaşmadığından,başvurucununadilyargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29013-RG.T. 28.05.2014
B.No : 2013/ 500-K.T : 20.03.2014
49.Mahkemeye erişme hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânıtanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir {bkz. Boyar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06,27/11/2012, § 42). Mahkemeyeerişme hakkı,cezai olaylardada uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişme hakkı, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin, bu isnat hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.
50.Öte yandan mahkemeye erişme hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir.AİHM’e göre bu hak, Sözleşme’nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan,herhangi bir hakkın gerçek kapsamını sınırlayan hudutlardan başka, örtülü olarak izin verilen sınırlandırmalara da tabidir.Uygulanacak olan sınırlandırmaların, bireylerin başvurularını bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıtlamaması gerekir (bkz. Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 38). Ayrıca bir sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurulmalıdır;aksi takdirde sınırlama mahkemeye erişim hakkı ile bağdaşmaz (hkzAshingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; Bavar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06,27/11/2012, § 40).
51.Bu bağlamda somut olayda değerlendirilmesi gereken mesele, başvurucunun usul kanunlarına uygun olarak dosyasındaki kısmi kanuna aykırılığın incelenmesi içintemyiz hakkını kullanmasından sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici 2.maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın İlk Derece Mahkemesineiade edilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişme hakkına orantısız bir müdahaleoluşturup oluşturmadığıdır.
56.Somut olayda, başvurucu hakkında beraat karan verildiği de dikkat alındığında, yargılandığı terör örgütü propagandası yapmak suçu 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan suçlardan olmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın ilgili dairesine gönderilmesi ve Dairece temyiz incelemesinin yapılması gerekmektedir. Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, başvurucunun temyiz talebine rağmen dosyayı ilgili ceza dairesine göndermemesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan mahkemeye erişim hakkına saygı gösterilmemiştir.
60.Bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından karara bağlanması hakkı, mahkeme hakkından türetilen bir haktır. Gerçekten de bir mahkemenin yalnızca önüne getirilen maddi ve hukuki sorunları inceleyebilmesi yeterli değildir; bu yargı yerinin aynı zamanda bir karar verebilmesi de gerekir. Mahkeme hakkını kullanan tarafın amacı, davanın sonucunda bir karar elde etmektir. Karar elde edemiyorsa, dava açmanın da bir anlamı olduğu söylenemez.
61.Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan yargı yerlerinin tarafların taleplerini, iddialarını, delillerini etkili bir biçimde inceleme görevleri vardır. Başvurucunun temyiz talebine rağmen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyayı İlk DereceMahkemesine iade etmesiveİlk Derece Mahkemesinin kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesinin nedeni, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesidir. Sonuç olarak başvurucunun temyiz talebi Yargıtayca incelenememiş ve böylece beraat etmesi gereken bir davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek başvurucunun etkili karar hakkına saygı gösterilmemiştir.
62.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nm 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişme hakkının ve etkili karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No : 2013 / 3063-K.T : 26.06.2014
43.Mahkemeye erişim hakkı ise bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeyeerişim hakkını ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
|
RG No :29048 -RG.T. :02.07.2014
B.No : 2012 / 575-K.T : 08.05.2014
61.Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderlermahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerekdava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizinuyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükleröngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisiiçindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırıderecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613,2/10/2013, § 39).
|
RG No :29022 -RG.T. :06.06.2014
B.No : 2013/711 -K.T : 03.04.2014
41.Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby i Yunanistan, B.No: 18357/91,19/3/1997, § 40).
42.Yargı kararlarının uygulanması “mahkemeye erişim hakkı” kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuksisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, “mahkemeye erişim hakkı” da anlamını yitirir (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
52.2942 sayılı yasaya eklenen geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniylemahkemelercehükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarınınhaczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun’da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitlevegarametenyapılması öngörülmüştür. Taksitlendirmehalindekanunifaiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Ancak hukuka aykırı olarak bireyin mülkiyet hakkına müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma hakkının kapsamında mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur. Anılan düzenleme, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz.
|
RG No :28711 -RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012 / 521 -K.T : 02.07.2013
51.Diğer yandan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Dolayısıyla kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardı in almak suretiyle, tutuklama nedenleri ve süreleri konusunda belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, sö?. konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve btlyllklügü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir.
|
RG No :29130 -RG.T. :25.09.2014
B.No: 2012/855 – K.T:26.06.2014
33.Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma veadil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hakarama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40.maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını vebunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (E.2013/64, K.2013/142, K.T.28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanunyolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40.maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğiaçıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğindenbu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin ‘Adil yargılanma hakkı’ kenar başlıklı 6.maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049,26/3/2013, § 22).
34.Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekild karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52). Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir {Geffre/Fransa, B. No: 51307/99,23/1/2003, § 34).
36.Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünüzedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması vebaşvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edifıcaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodriguez Valin/İspanya, B. No: 47792/99,11/10/2001, § 22).
37.Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya dakanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızkılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeyeerişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukukaaykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma yada kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlaledildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No:36534/97,11/7/2002, §§ 36-40).
38.Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereğiolup, adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünüzedelemedikçe Anayasa’da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzeryöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93; 22/10/1996, §51).
39.Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdilyargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafındandüzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşın gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03,26/7/2007, § 29).
48.AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardanbirinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmamasıveya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir(Bkz. Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No:40472/98, 10/7/2001, §33).
49.Sonuç olarak başvuruya konu somut davada, davaya iş mahkemesi sıfatıyla bakan asliye hukuk mahkemesinin iş mahkemesi sıfatını dava boyunca kullanmayarak veAnayasa’nın 40. maddesi ve 6100 sayılı Kanunda öngörülen şekilde kanun yolunu vesüresini belirtmeksizin kararı tefhim etmesi ile Yargıtay’ın oluşan hukuki belirsizliği dikkate almaksızın başvurucunun temyiz talebini süre yönünden reddetmesi nedenleriyle başvurucunun davasını esastan inceleyecek şekilde temyizyolunu kullanabilmesi engellenerek başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
|
RG No:26610-RG.T. :06.04.2013
B.No:2012 / 799-K.T:26.03.2013
11.Başvurucu, hakkında verilen adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünü kesinolduğunu,bu hükme karşıkanunyolunabaşvuramadığını,bunun hakarama özgürlüğünü sınırladığını,bir karara karşıitiraz hakkınıda içeren savunma hakkının daraltılması sonucunu doğurduğunu, ceza adalet sisteminde “önemsiz sayılabilecek suçlar” kategorisi oluşturmanın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan hak arama hürriyeti, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlaledildiğini ileri sürmüşvebuihlalinkaldırılmasınıveya tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
19.Anayasa’da, “mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin” kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna göre, usul kanunlarınınAnayasa’ya uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır.Anayasa’da tüm mahkeme kararlarının temyiz edilebilmesi hakkını içeren bir kurala yer verilmemiştir.
20.Öteyandan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından imzalanan ancak henüz onaylanmayan Ek 7 no.lu protokolünün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı’nı düzenleyen 2. maddesinde “az önemli suçlar” yönünden bu hakka istisna getirilebileceği düzenlenmektedir.
21.Ceza adalet sistemi üzerinde sonuçları dikkate alındığında “az önemli suçlar” kategorisiiçerisindemütalaaedilmesimümkünsuçlaryönündentemyizsınırı öngörülmesinin ve kanunda belirlenen sınırının, adalet duygusunu rencide edecek veya hukuk devleti kavramıyla bağdaşmayacak sonuçlara yol açacak boyutta bulunmaması nedeniyle anayasal haklan ihlal etmediği açıktır. (Anayasa Mahkemesinin 23/7/2009 tarih ve E.2006/65, K.2009/114 sayılı karan).
|
RG No :29022 -RG.T. : 06.06.2014
B.No : 2013 /711 -K.T: 03.04.2014
45.AİHM,Sözleşme’nin 6.maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerindenalınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (bkz.Apostol / Gürcistan, B. No:40765/02, 28/2/2007, § 54).
46.Devlet, bir kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcunu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunu mazeret olarak ilerisüremez (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00,7/5/2002, § 35).
47.Devlet aleyhine birey lehine verilmiş olan nihai bir kararın söz konusu olduğu durumlarda, birey ayrı bir icra takibi yapmaya zorlanamaz (bkz. Manushaqe Puto veDiğerleri/Arnavutluk, B. No: 604/07, 34770/09,43628/07, 31/7/2012, § 71).
53.Kesinleşmiş mahkeme kararlarının makul sürede uygulanmaması ya da icra edilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Somut olayda başvurucular lehineverilen Mahkeme kararları, başvurucuların bu kararların icrası için gerekli tüm girişimlerdebulunmalarına rağmen Belediye tarafından gerekçe gösterilmeksizin dört yılı aşkın süreboyunca yerine getirilmemiştir. Anılan kararların niteliği dikkate alındığında bu süreninmakul olmadığı açıktır.
54.Belediyenin, aleyhine verilen, kesinleşmişve infaz edilebilir yargı kararlarının infazını sağlamak için gerekli tedbirleri almamakla başvuranların mahkemeyeerişim haklarını ihlal ettiği ve dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesini etkili sonuçlanbakımından konusuz bıraktığı anlaşılmış olup, başvurucuların adil yargılanma haklarınınihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28924 -RG.T. :25.02.2014
B.No : 2013/841 -K.T : 23.01.2014
113.Başvurucuların ilgili usul kanununun yanlış uygulanması sonucu kendilerine hükmedilen tazminattan daha yüksek miktarda avukatlık ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
119.Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısınınazaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesiamacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Dava sonucundaki başarıya dayalıolarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeyeerişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemekkamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsızhale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlaledildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olanvekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 – 39).
120.Bunakarşılıkbirhukukiuyuşmazlığımahkemeönünetaşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşıtarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesindemahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılmariski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşullan çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgarisınırını teşkil etmektedir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, §54).
121.Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı 31/5/2011 tarihi itibarıyla yürürlüktekiusulhükümlerinde,dava dilekçesindebelirtilen talep konusumiktarınsonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız çıkan davacının, herhalükarda davalı idare lehine, reddedilen miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödemesiniöngören bir düzenleme bulunmamaktadır.
122.Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılmasıaşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi(ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği 2/11/2011 tarihi öncesinde mümkünolmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkinmiktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.
123.Başvuru konusu olayda, başvurucular AYİM’e açtıkları davada uğradıkları zarar içintoplam 250.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminattalebindebulunmuşlardır. AYİM tarafından başvurucular lehine toplam 12.100 TL maddi ve manevitazminata hükmedilirken reddedilen tazminat miktarı esas alınarak başvurucular aleyhine19.264 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Görüldüğü üzere başvurucular, hak kazandıkları12.100 TL tazminatın çok üzerinde bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü altına girmişlerdir. Bu nedenle AYİM’nin tazminata ilişkinbu kararınınfiilen birsonuç doğurmadığı, başvurucunun tazminat alacağının tamamından mahrum kaldığı ve bu durumunbaşvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğunda kuşkuyoktur,
124.Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranınagöre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesineyönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı,zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahalelermeşru görülebilir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşrubir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararınıngerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde bireyaleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir (B. No: 2012/791,7/11/2013, §61-62).
125.Somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde, başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıylatalebini yüksek tuttuğu, hak kazandığı tazminatın çok üzerinde bir tutarı vekâlet ücreti adıaltında davalı idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının buşekilde başvurucu açısından anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan müdahaleninölçülü olduğu söylenemez
- Belirtilen nedenlerle, yapılan müdahale ölçüsüz olduğundan başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
129.Hak arama özgürlüğü kapsamındakimahkemeyeerişimhakkınınihlali nedeniyle, başvuruculardan ölen Şaban Koçak’ın anne babası ve kardeşleri için takdirentoplam 25,000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28940 -RG.T. :13.03.2014
B.No : 2012 /574-K.T : 06.02.2014
62.Vekâlet ücretinin orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibihususlar dikkate alınmalıdır. Somut olayda yargılamanın duruşmalı yapılması nedeniylebaşvurucu aleyhine 2.400 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu, yaklaşık 3aylık asgari ücrete tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip olmadığına dair hiçbir bilgi vebelge sunmamıştır. Öngörülen vekâlet ücretinin başvurucuya dava açmasını imkânsızkılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretlemahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz edilemez.
|
RG No :28946 -RG.T. :19.03.2014
B.No : 2012 /603-K.T : 20.02.2014
35.Somut olayda, başvurucular karar düzeltme isteminde bulunmuşlar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince karar düzeltme istemleri reddedilerek, başvurucular aleyhine toplam203,00 TL para cezasına hükmedilmiştir. Ancak başvurucunun savunmaları ve iddiaları,karar düzeltme safhasından önce iki derecede incelenmiştir.
36.Gereksizbaşvurularınönlenerekdavasayısınınazaltılmasıveböylecemahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesiamacıyla karar düzeltme istemlerinin reddi halinde uygulanan ve yüksek miktarlı olmayancezalar başvurucular üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığı gibi, bu yola başvurulmasınıimkânsız hale getirmediği veya aşırı derecede zorlaştırmadığından mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
37.Açıklanan nedenlerle derece Mahkemesi kararının onanmasından sonra karar düzeltme isteminin reddine karar verilmesi üzerine, başvurucular aleyhine para cezasınahükmedilmesinin açık bir ihlal niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, başvurucuların buyöndeki iddiaları “açıkça dayanaktan yoksun” bulunduğundan başvurunun bu kısmınınkabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
52.Ancak Mahkeme son duruşmayı önceki duruşmada belirtilen ve UYAP portalında görünentarihtenikigünönce21/11/2011 tarihinde,başvurucuvekilininbulunmadığı, davalı Hazine idaresinin vekili hazır olduğu halde yapmış ve bu duruşmada fen ve orman bilirkişi raporları Mahkemeye ibraz edilerek davalı Hazine vekilinin bilirkişiraporlarıyla ilgili görüşü sorulmuş ve itirazı tutanağa geçirilmiştir. Başvurucu vekili buduruşmaya katılamadığından bilirkişi raporlarını inceleme ve bununla ilgili görüşleriniMahkemeye sunma imkânı bulamamıştır.
53.Ayrıca başvurucu vekili yaptığı temyiz başvurusunda özellikle. Kadastro Mahkemesi’nin duruşmayı belirlediği tarihten önce yaptığı ve bu nedenle karar duruşmasınakatılamayarak bu duruşmada mahkemeye sunulan bilirkişi raporları ve diğer delillerideğerlendirmelerinin engellendiğini belirtmiştir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi11/6/2012 tarihinde başvurucu vekilinin bahsedilen şikâyetini kararında tartışmaksızın temyiz edilenkararı onamıştır.
54.Başvuru konusu davadabaşvurucunun,mahkemenin hatası nedeniyle duruşmaya katılamayarak bilirkişi raporlarına itiraz edememesiyle ilgili şikâyeti,başvurucununkatılamadığı duruşmada mahkeme karar verdiğindenilk derecededilegetirilememiştir. Başvurucunun bahsedilen şikâyeti somut bir şikâyet olup, duruşmanınbelirlenen günden önce yapıldığı,UYAP kayıtları ve duruşma tutanaklarıyla sabittir.Başvurucunun usuli haklarını kullanamadığı yönündeki somut şikâyetine temyizdilekçesinde yer vermesine rağmen bu durumun temyiz aşamasında hiç incelememesi veyagerekçede bu hususun karşılanmaması ihlali ağırlaştırmaktadır.
|
RG No :28851RG.T. :14.12.2013
B.No: 2012/1061K.T:21.11.2013
65.Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Wakhli /Fransa, B. No. 35787/03, § 29).
67.Yazılı bildirim esasının anayasal kural olarak düzenlenmesinin temel amacı, idari işlemler karşısında kişilerin hak ve çıkarlarının yargısal yolla korunması; bununsağlanması için de dava açma hakkının kullanılmasının anayasal güvence altına alınmasıdır. Başka bir ifade ile yazılı bildirim, özellikle kişilerin menfaatlerini ihlal eden idari işlemlere karşı dava açma hakkının kullanılmasında ortaya çıkmaktadır (Danıştay 10. Daire, E. 2010/7934, K. 2010/6948, 28/9/2010).
68.Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekildeyürütülmesisonucuadaletintecelli etmesinehizmetetmekyerinekişilerindavalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel halinegelmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndekiAİHM kararı için bkz. Efstathiou ve Others/Yunanistan, B. No: 36998/02, § 24).
69.AYİM’nin davanın süre bakımından reddi kararında (başvurucu aksini iddia etmekle birlikte) başvurucunun atama işlemini çeşitli şekillerde öğrendiği ayrıntılı olarakaçıklanmış olsa da 1602 sayılı Kanun’un 40. maddesinde idari işlemlere karşı dava açmasüresinin işlemin tebliğinden itibaren altmış gün olduğu açık bir şekilde kurala bağlanmış ve 926 sayılı Kanun’un 120. maddesinde izinli veya raporlu iken atama işlemine ilişkin tebligat alınsa dahiatanılangörevekatılmazorunluluğuna ilişkinsürelerinizinveya rapor müddetinin bitiminde başlayacağı belirtilmiştir. Başvurucu da atama işlemi sırasında ve başvuru tarihine kadar sürekli sağlık raporları ile izinli sayılması nedeniyle yeni görev yerine katılmamıştır.
70.Mahkemeye erişim hakkının kullanılması idari işlemler açısından kanunda belirtilen süreye ve bu sürenin de yazılı bildirime bağlanması karşısında, AYİM’nin kanunenbaşvurucuya tebliğedilmeyenvebaşvurucuaçısındanyerinegetirmeyükümlülüğüdoğurmayan atama işlemine yönelik dava açma süresini, uyuşmazlık konusu açık kuralı göz ardı ederek, başvurucunun atama işlemini öğrendiği tarih olarak esas alması ve davanınsüresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermesi, başvurucunun idari işleme yönelik iddialarının esasının mahkemece incelenmesine engel olmuştur.
72.Başvuru konusu olayda dava açma süresinin başlangıcına ilişkin açık birkanun hükmü vardır. Bu hükme verilecek olağan anlam bellidir ve başvurucu buna görekendisine muamele edileceğini beklemektedir. Ancak derece mahkemesi, açık olan kanunhükmüne olağanın dışında farklı bir anlam verip buna göre uygulama yapmıştır. Buuygulama yönünde yerleşmiş içtihat olduğu ne derece mahkemesi kararında belirtilmiş ne de Bakanlık görüşünde ileri sürülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun dava açarken (hukukiyardımdan yararlansa bile) açık kanun hükmünden farklı bir şekilde kendisine muameleedileceğini beklemesini gerektiren bir durum eldeki belgelere göre bulunmamaktadır. Buna göre derece mahkemesinin yorumu öngörülemez niteliktedir.
73.Sonuç olarak, başvurucunun açık kanun hükmüne verilebilecek olağan anlama göre süresinde açtığı dava, bu başvurunun koşullan içinde derece mahkemesinin öncedenöngörülemeyecek şekildeaçık kanunhükmünüolağanın dışında veoldukçaesnekyorumlaması neticesinde reddedilmiş ve mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiştir.
74.Açıklanannedenlerle,başvurucununadilyargılanma hakkınınentemel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkının, dava açma süresine ilişkin açık usulkurallarının önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında yorumlanması suretiyle, ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No : 28842 RG.T. :05.12.2013
B.No: 2012/791K.T: 07.11.2013
65.Belirtilen düzenlemenin, yukarıda nakledilen gerekçelerde de ifade edilen hukuk hizmetlerinde etkililik ve uzmanlaşma ile kamu yararının sağlanmasına yönelenamacı dikkate alındığında müdahalenin meşru bir amacının olmadığı söylenemez. Buçerçevede, talep konusunun reddedilen kısmının belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemez.
66.Ancak somut olayın koşulları bir bütünhalinde değerlendirildiğinde, başvurucunun maddi durumunun elverişsiz olması nedeniyle lehine adli yardım kararıverildiği, ayrıca dava açıldığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybınauğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu, bilirkişi raporlarının tamamlanmasından sonra fazlaya ilişkin taleplerinden feragat etmesine rağmen bunun mahkemece kabul edilmediği ve hak kazandığı tazminatın yaklaşık 3/4’ünü vekâlet ücreti adı altında davalı idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde başvurucu açısından anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez.
67.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No : 28808RG.T. :01.11.2013
B.No: 2013/1718 K.T: 02.10.2013
28.5326 sayılı Kanun’un 27. maddesinde de kabahat eylemleri nedeniyle uygulanan idari yaptırım kararlarına karşıSulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceğidüzenlenmiştir. Kuralda başvuruların doğrudan yetkili Sulh Ceza Mahkemesine yapılmasıgerektiğine dair herhangi bir ibare olmadığı gibi, kuralın bu şekilde yorumlanması dahükmün amacıyla bağdaşmaz. Böyle bir yorum özellikle başvuruyu incelemeye yetkiliMahkemenin bulunduğu yerden uzakta bulunan kişiler açısından hak arama özgürlüğünün kullanılmasını oldukça zorlaştıracaktır.
29.Somut olayda başvurucu, hakkında Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen idari yaptırım kararına karşı başvuru dilekçesini, “Mersin Nöbetçi SulhCezaMahkemesi’ne” sunulmak üzere “Mersin CumhuriyetBaşsavcılığı KabahatlerBürosu’na” gönderilmesi için 17/10/2012 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet BaşsavcılığıMuhabere Bürosuna vermiştir. Başvurucu başvurusunu, bu şekilde Mersin Nöbetçi SulhCeza Mahkemesine yöneltmiştir.
30.Başvurucunun başvuru dilekçesini kabul eden Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Muhabere Bürosunda görevli Cumhuriyet savcısı, dilekçenin kabul edildiğitarih olarak 17/10/2012 tarihini yazmıştır. Bu çerçevede başvurucunun, idari yaptırımkararına yönelik başvurusunu bu tarihte yaptığının kabulü gerekir.
31.Zira hukukumuzda dava ve başvuru yollarını düzenleyen usul kanunlarında başvurunun, incelemeye yetkili merci dışındaki merciler yoluyla yapılmasını öngörendüzenlemelere yer verilmiştir.
35.Bu düzenlemelere göre dava veya kanun yollarına yönelik başvurunun yöneltildiği merci dışındaki eş değer kabul edilebilecek merciler aracılığıyla yapılanbaşvurular geçerli kabul edilmekte ve başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığı aracı kılınan mercie yapılan başvuru tarihine göre hesaplanmaktadır. Başvuru konusu olay bakımından, sözü edilen usul kurallarının kıyasen uygulanmasına engel olan herhangi bir hukuki neden bulunmamakta olup,başvurucununMersinCumhuriyet Başsavcılığınınidariyaptırım kararına Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığını aracı kılarak başvuruda bulunmasının usul kurallarına aykırı olduğu veya başvurucunun bu konuda özensiz veya ihmalkâr davrandığı söylenemez.
36.Öte yandan, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Karnın yolunun belirlenmesinde yanılma” kenar başlıklı 264. maddesinin (1) numaralıfıkrasında, kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesindeyanılmanın, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, böyle durumlarda başvurununyapıldığı merciin, başvuruyu derhâl görevli ve yetkili olan mercie göndereceği hüküm altına alınmıştır. Bir an için başvurucunun başvurusunu yönelteceği başvuru mercii konusunda hataya düştüğü kabul edilse bile, bu kuralın kıyasen uygulanmasıyla başvurucunun, herhangi bir usul i hak kaybına uğramaması gerekir.
38.Açıklanan nedenlerle mahkemenin başvuru tarihi konusunda hataya düşerek süresinde olmadığı gerekçesiyle başvurunun reddi yönünde verdiği karar ile başvurucununAnayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
40.Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216sayılı Kanun’un(1)ve(2)numaralıfıkraları gereğinceihlalinve sonuçlarınınortadan kaldırılması içinyenidenyargılamayapılmaküzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29208 -RG.T.:17.12.2014
B.No: 2013 /4454 – K.T :15.10.2014
41.Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamandamahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayanbir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby IYunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).
42.Yargıkararlarınınuygulanması “mahkemeyeerişim hakkı” kapsamındadeğerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekildeuygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasınınherhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, “mahkemeye erişim hakkı” da anlamını yitirir(B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
43.Başvurunun dayanağını oluşturan Mahkeme kararının makul sürede icra edilmemesi, “mahkemeye erişim hakkı” kapsamında adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıolarak değerlendirilmiştir.
|
RG No :29252 -RG.T.:30.01.2015
B.No: 2012 /1223-K.T :05.11.2014
35.Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşın derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getirenuygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya dakanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızkılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişimhakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırıolarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya dakanunyollarına başvuruhakkınıkullanamamışsamahkemeyeerişimhakkınınihlaledildiğinin kabulü gerekir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
36.Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik veetkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya dauygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Aynıyöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre,’Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bunedenle, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâledebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarınınortadan kaldırılmasısonucunu doğurabilecek aşırıgevşeklikten kaçınmalıdırlar (Aynıyöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29;Eşim/Türkiye, B.No: 59601/09,17/9/2013, § 21).
37.Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekildeyürütülmesisonucuadaletintecellietmesinehizmetetmek yerinekişilerindavalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel halinegelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndekiAİHM kararı için bkz. Kfstathiou ve Others/Yunanistan, B. No: 36998/02, § 24).
38.Somut olayda başvurucu, temyiz karar harcını ve temyiz yoluna başvurma harcını da yatırarak anılan karara karşı temyiz dilekçesini başka mahkeme vasıtasıyla24/6/2010 tarihinde esas Mahkemesine göndermiştir. Başvurucu, temyiz posta masraflarınailişkin olarak kendisine bildirimde (muhtıra) bulunulabilmesi için posta masrafı karşılığıpulu da temyiz dilekçesine eklenmiştir. Mahkemenin 9/7/2010 tarihli yazısı ilebaşvurucunun8/7/2010tarihindemahkemeilâmınıtemyiz ettiği,posta vetebligatmasraflarının, yazının tebliğinden itibaren yedi günlük kesin süre içerisinde yatırılması, aksitakdirde temyiz istemindenvazgeçilmişsayılacağı uyarıları yapılmıştır.Bu bildirimbaşvurucuya 2/9/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun avukatı, 7/9/2010 tarihindeposta giderlerinin ve eksik harcın tamamlanması amacıyla bulunduğu yerdeki PTT Şubesiaracılığıyla, Ayvacık Kadastro Mahkemesine 50,00 TL havale yapmışsa da, belirtilenmeblağın, Mahkeme görevlilerince ilgili PTT Şubesinden teslim alınmadığı anlaşılmaktadır.İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2010 tarihli ek kararı ile başvurucunun mahkeme ilâmını 24/6/2010 tarihinde temyiz ettiği, temyiz posta masrafı ve eksik harem muhtırada belirtilenyedi günlük kesin süre içerisinde yatırılmadığı gerekçeleriyle temyiz dilekçesinin reddinekarar verilmiştir. Başvurucunun bu kararı temyizi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin14/3/2012 tarihli kararı ile posta masraflarının “kalemde teslim sekimde gönderilmediği” bunedenle “süresi içerisinde dosyaya yatırılmış masraftan söz edilemeyeceği” gerekçesiyleMahkemenin temyiz dilekçesinin reddine dair kararının onanmasına karar verilmiş vebaşvurucunun karar düzeltme talebi de reddedilmiştir.
39.Temyiz yoluna başvurulmasına ilişkin kısıtlamalar dadava açılması konusundaki kısıtlamalar gibi, kural olarak, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkileder. Bu kısıtlamalar, süre, harç ve benzeri bir takım usuli şartlar öngörülmesi şeklinde deolabilir.
40.Başvurucunun temyiztalebinin reddedilmesi, eksiktebligatve posta masrafının süresi içerisinde ilgili Mahkeme kalemine ulaşmamış olmasına dayanmakta olup, başvurucunun temyiz kanun yoluna erişim hakkını engelleyen bu durum, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur.
49.Belirtilen kanuni düzenlemelerden anlaşıldığı üzere, temyiz başvuru harcının yanında, temyiz aşamasına ilişkin posta ve tebligat masraflarının da temyiz edene yapılan ihtar ile verilen süre içerisinde ilgili mahkeme kalemine ulaştırılması gerekmekte olup, bu gerekliliğin yerine getirilmesi, kanun gereği temyiz edenin sorumluluğundadır. Hak kaybına uğramak istemeyen temyiz eden taraf, belirtilen masraflara ilişkin paranın mahkeme kalemine ulaşmasını sağlamalıdır. Ancak ilgili mevzuatta, temyiz eden tarafın, bu sorumluluğu nasıl yerine getireceği, belirtilen paranın dosyasına ulaşmasını nasıl temin edebileceği, bunun yanında diğer görevlilerin sorumluluklarının hangi aşamaları kapsadığı, öngörülebilir bir şekilde ve ilgililer açısından herhangi bir tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkta düzenlenmemiştir.
50.Bunun yanında, İlk Derece Mahkemesinin, posta ve tebligat giderlerinin, yedi günlük kesin süre içerisinde dava dosyasına yatırılması gerektiği uyarısını içeren 9/7/2010 tarihli yazısında da başvurucunun belirtilen giderleri, bulunduğu yerden nasıl iletebileceği konusunda aydınlatıcı bir bilgi verilmemiştir.
51.Başvurucunun havale hizmetinden yararlandığı PTT’nin 28/11/2014 tarih ve 12986674-301.01-46638 sayılı, “Resmi Kurum ve Kuruluşlar ile Tüzel Kişiliklere Konutta Teslim Havale Kabulü” konulu tebliği gereğince, PTT Yurtiçi Havale ve Posta Çeki Yönetmeliği’nin 3. maddesinin (r) bendinde yer alan “Serbestçe girilemeyen yer” kavramının, serbestçe girilip alıcısına ulaşılamayacak resmî veya özel kurum ve kuruluşları ifade ettiği; bu yerlerdeki kişiler adına gelen havale paralarının, PTT işyerine başvuran alıcının kendisine ya da ilgilisine ödeneceği; neticeten tüm resmî kurumlara yapılan havalelerde, ödeme yerinin PTT işyeri olduğu gözetildiğinde, başvurucu tarafından gönderilen havalenin ilgili PTT şubesinden teslim alınmasının, İlk Derece Mahkemesinin sorumluluğunda olduğu anlaşılmaktadır.
52.Öte yandan, başvurucunun temyiz başvurusunun reddine dair İlk Derece Mahkemesi kararının temyizine ilişkin masrafları, esas kararın temyizinde yaptığı gibi PTT aracılığıyla Mahkeme hesabına havale yaparak ödemiş olmasına rağmen; anılan masrafların ilgili kalem personeli tarafından PTT şubesinde teslim alınarak, temyiz başvurusunun başarılı kabul edilmesi, İlk Derece Mahkemesi kaleminin dahi bu konuda yeknesak bir uygulama sergilemediğini ve müdahalenin öngörülebilir olmadığını göstermektedir.
53.Kaldı ki başvurucu, kendisinden talep edilen masraf tutarını İlk Derece Mahkemesi hesabına süresinde yatırmış olup, bu şartlar altında başvurucunun davasını takip etmekte özensiz davrandığının ve üzerine düşen masraf yükümlülüğünü yerine getirmediğinin kabul edilmesi mümkün değildir.
54.Sonuç olarak başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
55.Somut başvuruya konu yargılamada, temyiz yoluna müracaat hakkı, aşırı şekilci ve öngörülebilir nitelikte olmayan uygulama ile kısıtlanan başvurucu, bu müdahale sonucunda İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının hukukiliğini denetletme imkanından mahrum kalmış olup, bu müdahalenin başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
56.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
9- Silahların Eşitliği İlkesi – Çelişmeli Yargı
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No : 2013 / 6428 -K.T : 26.06.2014
70.Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Kural olarak başvurucular, davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildirler. Taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın, fiilenolumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılır. (Bkz., AİHM, Zagorodnikov/Rusya, B. No: 66941/01, 7/6/2007, § 30).
72.AİHM, hükme esas olan ve gizli olduğu belirtilen belgelere tarafların erişiminin kısıtlanmasını ihlal sebebi saydığı birçok kararından biri olan Miran/Türkiye kararında, Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde görülen davada “gizli” ibareli belgelerebaşvuranın erişiminin imkânsız olmasına ilişkin şikayet yönünden AİHS’in 6/1. Maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir {Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). AİHM, benzer bir kararında da “gizli” ibareli belgelere erişimin sağlanmamasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle AİHS’in 6/1. maddesinin ihlal edildiğini hükme bağlamıştır (Güner Çorum/Türkiye, B. No: 59739/00, 31/10/2006, §§, 21-30).
gösterilmiştir.74.Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesi veçelişmeli yargılama hakkının güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunmasıhukuk devleti olmanın bir gereğidir. Asıl kural tarafların eşit şartlarda yargılamayakatılımının sağlanması, gösterdikleri kanıtlardan ve sundukları görüşlerden bilgi sahibiolması ve bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânının verilmesi olup kamu güvenliği, misilleme riski altında olan şahitlerin korunması, soruşturma usullerinin gizli tutulması gibi bazı istisnaların yargılama usulünde yer alması mümkündür. Bu durumda dahi verilmeyen veya karartılan bilgi ve belgelere karşı ilgilinin mahkemeye itirazda bulunabilme imkânı getirilmesi adil yargılanmanın garanti altına alınması için bir gerekliliktir. Bu hususlar 1602 sayılı Kanun’un 52. maddesinde değişiklik yapan 19/6/2010 tarih ve 6000 sayılı Kanun’un genel gerekçesi ile madde gerekçesinde de ifade edilmiş olup, değişikliğin sebebi olarak da AİHM’in 31/10/2006 tarihinde verdiği Aksoy (Eroğlu)/Türkiye karan
|
RG No :29064 -RG.T. :18.07.2014
B.No : 2013 / 3054 -K.T : 08.05.2014
49.Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olan silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardanbirinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makulbir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukukdavaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013. § 32).
51.Komisyonların oluşumu ve çalışma usulü göz önünde bulundurulduğunda onların bir “Mahkeme” olarak görev ifa ettikleri söylenemez. Bakanlığın görüş yazısındabelirtildiği üzere, komisyonların temel görevi, terör eylemleri veya terörle mücadelekapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının tespit etmek ve ayni ifa ya da nakdi ödeme suretiyle zararları karşılamaktır. Bu nedenle komisyonlarınbir mahkemegibisilahlarıneşitliği ilkesiningerektirdiğitümusuli güvenceleri sağlama zorunluluğu bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İçyer/Türkiye, 18888/2, 12/1/2006, § 79). Diğer yandan, 5233 sayılı Kanun’un 12. Maddesi ile sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklı tutulmuş olup komisyonların verdiği kararlarda başvurucunun ileri sürdüğü şekilde ilgili kanun hükmünün yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin gerçekleşmesi söz konusu ihlallere yönelik iddialarını bir mahkemeye sunma imkânı bulunmaktadır.
|
RG No :29051 -RG.T. :05.07.2014 balyoz
B.No : 2013 / 7800 -K.T : 18.06.2014
64.İlk Derece Mahkemesi yukarıda gösterildiği gibi, yeterli olmayan gerekçeler ile başvurucular tarafından sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarını göz ardıetmiştir. AİHM içtihatlarında da ortaya konulduğu gibi adil yargılanma hakkının temelunsurlarından biri olan “silahların eşitliği” ilkesi iddia makamının tanık veya bilirkişileri ile sanıkların tanık ve bilirkişilerinin duruşmalarda eşit muameleye tabi tutulması gerekir (bkz. Bömsch/Avusturya, B. No: 8658/79, 6/5/1985, §§ 32-33).
65.Hem cezai, hem de cezai olmayan davalarda uygulanan silahların eşitliği ilkesi, taraflara, talep ve açıklamalarını diğer tarafa nazaran dezavantajlı olmayacak şekildeileri sürebilmeleri için fırsat verilmesini gerektirir (Kress/Fransa, B. No:39594/98,7/6/2001, § 72). Bu gerekliliğin bir sonucu olarak Sözleşme’de bilirkişilerin mahkemeönünde dinlenmesi ile ilgili özel bir hüküm bulunmamasına karşın AİHM, bilirkişilikkurumunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan tanıkdinletme hakkından yola çıkarak ”silahların eşitliği ilkesi” ile bağlantı kurarakdeğerlendirmiştir(bkz.Bönisch/Avusturya, B.No: 8658/79,6/5/1985, §32; Brandstetter ,’Avusturya, B. No: 11170/84,12876/87,13468/87, 28/8/1991, § 42).
69.Buna karşınAnayasa Mahkemesi, başvurucular tarafından savunma kapsamında talep edilen savunma tanıklarının dinlenmesi talebinin reddi kararı gibi bilirkişi raporu alınması talebinin reddi kararının da sanıkların haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip verilmediğini incelemelidir.
71.Böylece başvurucuların, haklarında yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillerekarşıkovuşturmanıngenişletilmesiniistemehaklarıkısıtlanmış,cezayargılamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak “silahlarıneşitliği” ilkesi ihlal edilmiştir.
72.Açıklanan nedenlerle, dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikayetler yönünden, başvurucuların sundukları bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının İlk Derece Mahkemesincekabul edilmemesivebukonularda Mahkemecebilirkişiincelemesi yaptırılması yolundaki taleplerinin de yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, “gerekçeli karar hakkına” ve “silahların eşitliği” ilkesine aykırı olduğundan, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
|
RG No :29048 -RG.T. :02.07.2014
B.No : 2012/ 575-K.T : 08.05.2014
46.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi çelişmeli yargılama ilkesi ile ilişkili olarak adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33). Çelişmeli yargılama ilkesi, dosyada yer alan bilgi ve belgelerin taraflar açısından ulaşılabilir olmasını gerekli kılar. Dolayısıyla belgelere ulaşamama çelişmeli yargılama ilkesi açısından sorun oluşturabilir.
48.Dosyanınincelenmesindenilk derece yargılamasısırasında Başsavcılık düşüncesininönceden taraflaratebliğedilip edilmediği hususuanlaşılamamaktadır. Başvurucu 31/5/2012 tarihli karar düzeltme istemli dilekçesinde Başsavcılık düşüncesinin kendisine tebliğ edilmediğini de ileri sürmemiştir. Karar düzeltme incelemesi sırasındaalınan Başsavcılık düşüncesinin ise başvurucuyatebliğ edilerek başvurucunun bu düşüncelere cevap verdiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucu ilk derece yargılaması aşamasında tebliğ edilmemiş olsa bile karar düzeltme aşamasında Başsavcılık görüşünden haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve mahkemeye sunma imkânı bulmuştur (B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 46).
53.Somut davada AYİM Raportörü tarafından, dava dosyası incelenmiş ve uyuşmazlığa ilişkin açıklamaları AYİM Daire Başkanı ve üyelerine sunulmuştur. Raportörün açıklamalarından sonra Daire Başkanı vedört üye tarafından dava hakkında karar verilmiştir. Mevcut davada, Raportörün önyargılı davranmasına neden olacak düşünce sunduğunu gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Raportörün düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu durum adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
54.Diğer taraftan başvurucu eğer ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık ve Raportörün düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilavetezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamış olup, somutolayda çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
|
RG No :28664-RG.T. :01.06.2013
B.No : 2013/1134-K.T: 16.05.2013
- 36. Diğer taraftan başvurucu eğer ilk derece yargılaması sırasında kendi lehine olan başsavcılık görüşü tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Ayrıca AYİM’nin kararını verirken Başsavcılık görüşüne dayanmadığı da görülmektedir. Bu nedenle başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez (Portekiz Futbol Federasyonu/Portekiz, 49639/09, 3/4/2012, §. 38). Sonuç olarak somut olayda silahların eşitliği ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
|
RG No :28996-RG T. : 10.05.2014
B.No : 2012 /1034-K.T:20.03.2014
27.Başvurucu, diğer davaların aksine kendisinin başvuruya konu davasında ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararı kendisine tebliğ edilmeden kararın Yargıtay’caonanmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ve temyiz sebeplerini belirtseydi davanın lehine sonuçlanabileceğini ve işine geri dönebileceğini iddia etse de Anayasa’nın 10. Maddesinin ilk fıkrasında sayılan hangi nedene dayalı olarak veya hangi sebeple ayrı muamele yapıldığından bahsetmemiştir. Başvurucunun çalışma ve sözleşme hürriyetine yönelik şikâyeti ise adil yargılanmış olsa idi davanın lehine sonuçlanacağı iddiasını taşımakta ve doğrudan çalışma ve sözleşme hürriyetine yönelik olmadığından ayrıca incelenmesine gerek görülmemektedir. Başvurucu, başvuru dilekçesinde genel olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ifade etmiş, silahların eşitliğinden ayrıca bahsetmemiştir. Bunun yanında başvurucuyla beraber davalıya da ilk derece mahkemesi kararı tebliğ edilmeden temyiz incelemesi yapıldığından başvurucunun davalıya göre zayıf konuma düşürüldüğü ya da usuli haklar bakımından davalıyla farklı koşullara tabi tutulduğu da söylenemez.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /2738- K.T: 16.07.2014
75.Çelişmeli yargılama hakkı kapsamında, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, iddialarını sunma ve delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılamafaaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHMkararları için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, B. No: 12952/87, 23/06/1993, § 63; Feldbrugge/ Netherlands, B. No: 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile de yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha genel bir ifade ile, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını ve bu kapsamda yargılama evrakına ulaşma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânının da kendilerine tanınmasını ifade etmektedir (B. No: 2013/4424,6/3/2013,§ 21).
|
RG No :28940 -RG.T. :13.03.2014
B.No : 2012 /574-K.T : 06.02.2014
52.Raportörler, daire başkanı gözetiminde kendilerine havale edilen davaları inceler, düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak bildirir, karar taslaklarını ve tutanaklarıhazırlarlar. Dolayısıyla dava dosyası hakkında karar verecek heyet ile birlikte çalışır ve heyetadına inceleme yaparak uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlarlar. Raportör düşüncelerinin,daire üyelerini etkileyebilecek kanaatleri taşımaları mümkün olmakla birlikte bu düşünceler mahkemenin iç işleyişine ilişkin ve nihai kararın verilmesi sürecinde hazırlanan bir görüş olup, raportörler bu görevi mahkeme veya daire başkanını temsilen yerine getirmektedirler. Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesi davanın tarafları arasındaki çelişmeli yargıyı güvence altına almakta olup, bu ilke mahkemenin iç işleyişine ilişkin usuller yönünden uygulanamaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11//2007, § 40-42).
|
RG No : 28864RG.T. :27.12.2013
B.No: 2013/5486 K.T:04.12.2013
62.Başvurucu, Yargıtay tetkik hâkiminin görüşünün tarafına bildirilmediğini, bu şekilde savunma hakkı ve çelişmeli yargı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63.AİHM, Danıştay tetkik hâkiminin kanaatlerinin önceden tebliğ edilmemesine ilişkinolarakbuyargı mensubunungörevinin savcınıngöreviylemukayeseedilebilirolmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHMkararına göre, tetkik hâkimleri, Danıştay Başkanı ve kurul ve daire başkanları tarafındankendilerine verilen görevleri yerine getirmekle ve bunlar tarafından havale edilen davalarıincelemekle sorumlu iken, savcılar Danıştay Başsavcısının emri altında çalışmaktadırlar.Genel olarak tetkik hâkimleri soruşturma yapmayıp, daha evvel soruşturması tamamlanmışbir dosya hakkında görüşlerini sunmaktadırlar. Tetkik hâkiminin, mütalaasını yazılı ya dasözlü olarak sunarak, hâkimlerin karar vermesine yardımcı olmayı amaçladığı doğrudur.Ancak bu görevin, Danıştay Başkanı ve Daire Başkanlarını temsilen yerine getirdiği hukuki görevlerindenolduğugözükmektedir.DanıştayBaşkanıveDaireBaşkanlarının yönetimindeki tetkik hâkimleri karar taslaklarını yazar ve tutanakları hazırlarlar. Dolayısıyla AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının bu bakımdan ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (bkz. Meral/Türkiye, B.No. 33446/02, 27/11/2007).
64.Somut davada Yargıtay tetkik hâkimi tarafından, Kadıköy 3. İş Mahkemesi dosyası ve kararıincelenerekrapor hazırlanmış,Yargıtay Daire Başkanı ve üyelerinesunulmuştur.Tetkikhâkiminin raporudinlendiktensonra Daire Başkanıvedörtüyetarafından hüküm düzeltilerekonanmıştır. Mevcutdavada, tetkikhâkiminin önyargılı davranmasına neden olacak rapor sunduğunu gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Tetkik hâkiminin raporu başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu durum adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
|
RG No : 28864RG.T. :27.12.2013
B.No: 2013/1213 K.T: 04.12.2013
27.Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davayailişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olupolmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer yöndeki AİHMkararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No:10590/83, 6/12/1988, § 68).Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamındaolmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olupolmadığınındeğerlendirilmesidir.Genelanlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanınyürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflaraiddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir.
28.Somut başvuru açısından, başvuruya konu Mahkeme kararında, çekin bir ödeme vasıtası olduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğininkabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilincebeyanedildiği vebu itibarlabaşvurucuların iddialarını ispatedemedikleri gerekçesine dayanılarak başvurucuların davasının reddine karar verildiği ve ilk derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu Mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, ayrıca başvuru dosyası kapsamından başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, yargılamaya etkin olarak katılma imkânının ellerinden alındığına ve yargılamadaki konumlarının önemli bir zarar gördüğüne dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :28851RG.T. :14.12.2013
B.No: 2012/1158K.T:21.11.2013
65.Tutukluluğunun gözden geçirilmesi esnasında yapılan incelemenin “çelişmeli yargı” ve “silahların eşitliği” ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHMkararı için bkz: Altınok/Türkiye, B. No: 31610/08, 29/11/2011, § 45).
67.Hürriyeti kısıtlanan kişinin, salıverilme talebine ilişkin karar veren ilk derece mahkemesi huzurunda hazır bulunması ancak itiraz incelemesinin yapıldığı mahkemeninönüne çıkmaması ve burada duruşma yapılmaması, silahların eşitliği ilkesi gözetildiğimüddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile sağlanan teminatları ihlal etmez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Saghinadze ve Diğerleri/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, § 150; Depo/Polonya, B. No: 62324/00,12/12/2006, §§ 48^9).
73.Anayasa’nın19.maddesinin sekizinci fıkrasında öngörülen kural dikkate alındığında hürriyeti kısıtlanan kişinin durumu hakkında kısa sürede karar verilmesi esasıdâhil olmak üzere tutukluluk kararına karşı yapılan her itirazda duruşma yapılması cezayargılaması sistemini işlemez hale getirecektir. Bu nedenle, Anayasa’nın 19. Maddesininsekizinci fıkrasında yer alan yargılama usulüne ilişkin yükümlülükler, duruşma yapmayıgerektirecek özel bir durum olmadığı sürece, tutukluluğa karşı yapılacak itirazlar için herdurumda duruşma yapılmasını gerektirmez (Benzer yöndeki AİHM kararlan için bkz: Çatal/Türkiye, B. No: 26808/08,17/4/2012, §40; Altınok’Türkiye,B. No: 31610/08, 29/11/2011, §54).
74.Somut olayda başvurucular, tutukluluk halleri ile ilgili itirazlarını İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan 4/10/2012 tarihli duruşmada dile getirme ve mahkemeönünde sözlü savunma yapma fırsatı bulmuşlardır. Bu nedenle, İstanbul 10. Ağır CezaMahkemesince yapılan incelemeden 11 gün gibi makul bir süre sonra, 15/10/2012 tarihindeİstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapılan itiraz incelemesi sırasında duruşmayapılması gerekli değildir.
76.Tutukluluk halineitirazda bulunulan bir davada,CumhuriyetSavcısı ve tutuklunun davaya katılma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca tutukluluk haline itirazbaşvurusunda Cumhuriyet Savcısı ve tutuklu arasında silahların eşitliği ilkesinin gözetilmesi gerekir (Benzer yöndekiAİHM kararlarıiçinbkz: Ceviz/Türkiye,B.No:8140/08, 17/7/2012, § 52; Nikolova/Bulgaristan [BD], B. No: 31195/96, 25/3/1999, § 58).
77.Silahların eşitliği, başvurucunun soruşturma dosyasına ulaşabilmesine imkân verilmesini gerektiren bir ilkedir. Cumhuriyet Savcısının görüşlerine etkili bir şekilde cevap verebilme imkânı, kural olarak başvurucunun söz konusu belgelere ulaşması halinde mümkün olabilir. Bu gerekliliğin hangi şekilde yerine getirileceğini belirlemek kanun koyucuya ait olmakla beraber, tarafların beyanlarının birbirlerine bildirilmesi ve bu beyanlara cevap verebilme imkânına sahip olmaları gerekir.
78.Şüpheli veya sanığın salıverilme taleplerinin incelenmesine ilişkin usulün belirlendiği 5271 sayılı Kanun’un 105. maddesinin (1) numaralı fıkrasına, 6459 sayılıKanun’un 15. maddesi ile”Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı,şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. ” cümlesi eklenerek, duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verilirken tarafların görüşlerinin alınmayacağı hükme bağlanmıştır. Böylece 6459 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 30/4/2013 tarihinden sonraki salıverilme taleplerinin duruşmadışındadeğerlendirilmesi halinde incelemelerdosyaüzerinden gerçekleştirilecek ve tarafların görüşleri alınmayacaktır.
79.Somut olayda başvurucular, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluk halinin devamına dair kararına 9/10/2012 tarihinde itiraz etmişlerdir. Mahkeme, 5271 sayılı Kanun’un 270. maddesine göre Cumhuriyet Savcısının yazılı görüşünü almış ancak bu görüş başvuruculara bildirilmemiştir.BaşvurucularınCumhuriyetSavcısınıngörüşünecevap verme imkânları olmamıştır. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluk halinin devamına dair kararına karşıyapılanitiraz, İstanbul 11.AğırCeza Mahkemesince 15/10/2012 tarihinde Cumhuriyet Savcısı görüşü doğrultusunda reddedilmiştir.
80.Tutukluluğa itiraz incelemesinde Cumhuriyet Savcılığından alman görüşün başvuruculara bildirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasınınihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No : 28847RG.T. :10.12.2013
B.No: 2012/660 K.T:07.11.2013
32.Başvurucu, ek olarak davalı idare tarafından sunulan gizlilik dereceli bilgilerin kendisine tebliğ edilmediğini ve bu suretle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ilerisürmektedir.
34.Başvuru konusu yargılama sonucunda verilen kararda davanın süresinde açılmaması yönünden reddi ile birlikte bir adet gizli zarfın iadesine de karar verildiği, bukararın davanın esasının tartışılması sonucu verilmiş bir karar olmadığı, gerekçeli karardagizli olduğu belirtilen zarftaki belgelerin mahkemece değerlendirildiğine ve karara esasteşkil ettiğine ilişkin açık bilgilerin yer almadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :28851-RG.T. :14.12.2013
B.No : 2013 /723 -K.T : 21.11.2013
45.Yargılamanın yenilenmesi talebini inceleyen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun talebini temelsiz bularak reddetmiş ve niçin temelsiz bulduğunukararında açıklamıştır (§ 9). Bu karara karşı yapılan itirazı inceleyen İstanbul 12. Ağır CezaMahkemesi de “… yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine dair kararında belirtilengerekçelerde usul veyasaya aykırı bir husus bulunmadığı…” gerekçesiyle itirazıreddetmiştir. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi ret kararında, hükme ulaşmayı sağlayanolay, bunların sebepleri ve sonuca götüren nedensellik kurgusu değerlendirmelerinin yeterliaçıklıkta yapıldığı ve bunların gerekçeye temel oluşturduğu, itirazı inceleyen İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesinin kararında ise, detaylı bir açıklama bulunmamakla birlikte İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına dayanak gerekçelerin yeterli bulunduğu anlaşılmaktadır.
49.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanınişleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle, hukuk devletini gerçekleştirmenin en önemli araçlarından biridir. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleniyapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adilyargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibiamaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin dosya üzerinden yapılması halinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/664,17/9/2013, § 32).
50.Somutolaydabaşvurucu,yargılamanınyenilenmesitalebiniinceleyen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma yapmaksızın dosya üzerinden incelemeyaparak karar verdiğini ve bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ilerisürmüştür. Yargılamanın yenilenmesi olağanüstü bir kanun yolu olup bu yolun hangihallerde açılacağı 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinde açıkça düzenlenmiş ve aynıKanun’un 321. maddesinde yeniden yargılanma talebinin esassız olması halinde talebinduruşmasız olarak reddedileceği hükme bağlanmıştır. Bireyin suç işleyip işlemediğiyleilişkili olmayan böyle bir incelemenin duruşma açılmadan yapılmış olması nedeniyle adilyargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No:29130 -RG.T. :25.09.2014
B.No : 2012 / 931 -K.T : 26.06.2014
72.Devletin, kendisi taraf olsun ya da olmasın, davanın taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hale getiren kanuni düzenlemeler yapması,silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Arras ve Diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 43; Ducret/Fransa, B. No: 40191/02, 12/6/2007, § 33). Bir başka ifadeyle yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit konumda olduğu söylenemez. Bunun için, yargısal süreci etkilediği iddia edilen düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya çıkmamış olması gerekir.
73.Özetle, yasama müdahalesi ile ilgili olarak silahların eşitliği güvencesideğerlendirilirken, yapılan müdahalenin yargılamanın taraflarından birinin konumunda,diğer tarafanazaranorantısızve açıkbirdengesizlikveyadezavantaj oluşturupoluşturulmadığının tespit edilmesi gerekmektedir.
75.Anayasa’nın 36. maddesinde, adil yargılanma hakkıiçin herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılmasımümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemişhakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Adil yargılanma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin özgürlüğün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Silahların eşitliği ilkesi de adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak mutlak bir ilke olmayıp meşru kabul edilebilecek bir takım sınırlamalara tabi tutulabilir.
78.AİHM de yargılama sürecine yönelik yasama müdahalesi çerçevesinde silahların eşitliği ilkesinin mutlak olmadığını ve bazı şartlar altında müdahalenin meşrugörülebileceğini kabul etmektedir. Bunun için müdahalenin öngörülebilir nitelikte olması,yasamaorganınınböylebirmüdahaledebulunmakiçinzorlayıcıbirkamuyararıgerekçesinin bulunması ve kanuni düzenlemenin taraflar arasında yargılama aşamasınageçilmeden yapılmış olması gerekir. Bu şartlardan en az birinin gerçekleşmemiş olması,müdahalenin hak ihlali olarak nitelendirilmesi için yeterlidir. (The National & ProvincialBuilding Society,The Leeds Permanent Building Society And The Yorkshire BuildingSociety/Birleşik Krallık, B. No: 21319/93, 21449/93, 21675/93,23/10/1997, § 112).
79.Benzer bir başvuruda AİHM, zorlayıcı kamu yararı gerekçesini tekrarlamıştır. Homojen nitelikte bir emeklilik sisteminin tesisi için, belirli bir emekli kategorisine tanınmış bir imtiyazı ortadan kaldıran kanuni düzenlemenin genel olarak kamu yararı kapsamında değerlendirilebileceğini ancak hükümet gerekçesinin, kanunun devam etmekte olan davalara etki edecek şekilde geçmişe yürütülmesine ilişkin sakıncaları ortadan kaldıracak derecede yeterli olduğunun ispatlanması gerektiği yönünde bir içtihat ortaya koymuştur (Arras ve Diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07,14/2/2012, § 49).
87.Görüldüğü üzere, her ne kadar kanun koyucunun, mevcut davaya etkili kanunçıkararak görülmekte olan davaya müdahale etmesinde zorlayıcı bir kamu yaran olduğukanaatine ulaşılmışsa da yasamanın müdahalesinin taraflar arasında yargılama başladıktansonra gerçekleştiği ve davanın esasına ilişkin sonucu belirlediği, müdahale sonucundabaşvurucunun davayı kazanmasının imkânsız hale geldiği, oysa dava açıldığı zaman yerleşik içtihat çerçevesinde başvurucunun davayı kazanmasının kuvvetle muhtemel olduğu, bu çerçevede öngörülebilir olmayan müdahalenin meşru kabul edilemeyeceği,müdahale sonucunda davalı Vakfın, başvurucuya nazaran önemli ölçüde avantajlı hale geldiği, bu şekilde yararlar dengesinin kendisine katlanılması zor külfetler yüklenen başvurucu aleyhine bozulduğu ve bu durumun silahların eşitliği hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğuaçıktır.
|
RG No:29235-RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2014 /1643 -K.T: 04.11.2014
34.Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarakkabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynıkoşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir durumadüşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirmefırsatına sahip olması anlamına gelir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). AnayasaMahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgilihükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadıışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHMiçtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkesineAnayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 38).
35.Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davayailişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olupolmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamadageçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olupolmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemeningörevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığınındeğerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesiiçin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmakhususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzeredelillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Buanlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanınbütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213,4/12/2013, § 27).
36.Tanık, yargılamaya konu olay ile ilgili karar vermeye yetkili mahkemenin kullandığı müşahhas ispat vasıtalardandır. Tanık beyanı ise taraflardan olmayan ancak olayın tanığı olmuş bir kişinin söz konusu olay hakkında edindiği bilgileri sübut konusunda karar verecek olan mahkeme ya da bu mahkeme yerine duruşma yaparak tanık dinlemeye yetkili kılınmış bir mahkeme veya hâkim huzurunda tanıklık ederken yaptığı sözlü açıklamalardır (B. No: 2013/99,20/3/2014, § 45).
37.AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturmaveya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimsetarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın haklan Sözleşme’nin 6. Maddesindekigüvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece butanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
38.AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ikinci olarak sanığın,savunmatanıklarının daiddiatanıklarıyla”aynıkoşullaraltında”davetedilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasınınuygunolupolmadığınındeğerlendirmesi,kuralolarak,derece mahkemelerinin takdir yetkisi dahilindedir. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi’ne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla, bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (B.No: 2013/99,20/3/2014, § 47).
39.Somut olayda başvurucu hakkındaki ceza davasında başvurucunun vekili 18/9/2008 tarihli 5. celsede dinletmek istedikleri tanıkların isimlerini iletmiş, Mahkeme,28/1/2009 tarihli 6. celse savunma tanıklarının dinlenmesine karar vermiştir. 15/4/2009tarihli 7. celsede dinlenen ilk savunma tanığı olayla ilgili olarak hiçbir bilgisinin olmadığınıbeyan etmiş, diğer iki savunma tanığının adreslerinin araştırılmasına karar verilmiştir. İkincisavunma tanığı 1/7/2009 tarihli duruşmada hazır olmuş ancak başvurucunun reddi hâkim talebinde bulunması nedeniyle dinlenememiş, başvurucu dinlenmesini de talep etmemiştir. 29/12/2009 tarihli son celsede Mahkeme, sanığın annesi olan son tanığın 10 celsedir hazır edilemediğini göz önünde bulundurarak hazırlık beyanı ile yetinmiş ve bu tanığın dinlenmesinden vazgeçmiştir.
40.Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dahilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması içinniçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B.No:2013/99, 20/3/2014, §54).
41.İlk DereceMahkemesi,mahkûmiyet kararıverirkeniddia makamının tanıklarının beyanlarına ve müşteki beyanlarına dayanmıştır. Ayrıca ne başvurucu ne deavukatı dinlenmeyen tanıkların dinlenmesinin yargılamanın sonucunu etkileyeceğini ilerisürmemişlerdir. Söz konusu yargılamada başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı,sadece dinlenmeyen bir tanığın beyanlarına dayanılarak da verilmemiştir.
42.Ayrıca dinlenen tanıkların sorgulanması esnasında İlk Derece Mahkemesi Hakimi, başvurucunun tanıklarla doğrudan diyaloga girmesi yerine başvurucu vekilinintanıklara soru sormasını sağlamıştır. 5271 sayılı Kanun’un 201. maddesine göre sanığındoğrudan doğruya tanıklara soru sorma hakkı bulunmaktadır. Bununla birlikte 5271 sayılıKanun’un 203. maddesine göre duruşmanın idaresi ve disiplini hâkime ait olduğundan,doğrudan soru yöneltme konusunda hâkimin bir karar vermesi gerekmektedir. “Doğrudan”deyimi yargılama makamına rağmen değil, araya hâkim girmeksizin soru sormayı ifade etmektedir. Bu itibarla yargılamanın somut koşullarında çelişmeli yargılama ilkesi zarargörmeksizin davanın taraflarının tanıklara doğrudan soru sormalarının kısıtlanabileceğinikabul etmek gerekir.
43.Somut davanın koşullarında bizzat başvurucunun tanıklara doğrudan sorusorması başvurucunun duruşmadaki fevri davranışlarının önlenmesi amacıyla kısıtlanmış ise de başvurucunun hazır bulunan avukatı doğrudan soru sorabilmiş, gerek başvurucu vegerekse avukatı tanık beyanlarından haberdar olmuş ve bu beyanların her biri hakkındayorum yapma imkânı elde etmişlerdir. Bu itibarla mevcut başvuruya konu yargılamadatanıkların dinlenmesine ilişkin olarak çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği söylenemez.
44.Son olarak başvurucu, başvuru dilekçesindeki Telekomünikasyon İletişimBaşkanlığından (TİB) alınan telefon kayıtları ile santral kayıtları arasındaki çelişkininbilirkişi incelemesi ile giderilmesi gerektiği halde bu talebinin kabul edilmediğini ilerisürmüştür. Başvurucu İlk Derece Mahkemesindeki yargılama sırasında Mahkemeye böylebir talepte bulunmamıştır. Başvurucunun temyiz dilekçesinde dile getirdiği bu talep ise Yargıtay’ca dikkate alınmamıştır.
45.AİHM, bilirkişilik kurumunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralıfıkrasının (d) bendinde yer alan tanık dinletme hakkından yola çıkarak “silahların eşitliğiilkesi” ile bağlantı kurarak değerlendirmektedir (Bönisch/Avustuıya, B. No:8658/79,6/5/1985, § 32; Brandstetten/Avusturya, B.No: 11170/84.12876/87,13468/87, 28/8/1991, §42).
46.AİHM’ye göre, savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği yada bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları ulusal mahkemelerin yetkisi dahilindedir (S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Ulusalmahkemeler, Sözleşme’yle uyumlu olmak koşuluyla, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (Huseyn ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05,26/7/2011, §196).
47.Ceza muhakemesinde bilirkişi atanması konusu 5271 sayılı Kanun’un 63.maddesinde düzenlenmiştir. Madde metninde, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyigerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına resen, Cumhuriyet savcısının,katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcinin istemiüzerine karar verilebileceği, ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ileçözülmesi olanaklı konularda bilirkişinin dinlenemeyeceği hükme bağlanmıştır. Aynımaddenin (2) numaralı fıkrasında da, bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısınınbirden çok olarak saptanması konusunda yetkinin hâkim veya mahkemeye ait olduğubelirtilmiştir.
48.5271 sayılı Kanun’un 74. maddesi uyarınca sanığın şuurunun incelenmesi,86. maddesi uyarınca ölüm muayenesi ve otopsi, 89. maddesi uyarınca zehirlenme, 73.maddesi uyarınca kalpazanlık, 75. maddesi uyarınca şüpheli veya sanığın beden muayenesi, 76. maddesi uyarınca diğer kişilerin beden muayenesi, 77. maddesi uyarınca kadınınmuayenesi, 78. maddesi uyarınca moleküler genetik inceleme gerektiren durumlardamahkemece bilirkişiye başvurulması zorunluluğu bulunmakta olup, bu durumlar dışındabilirkişi incelemesi yaptırılması mahkemenin takdirindedir.
49.Somut olayda başvurucu, TİB kayıtları ile santral kayıtları arasında varolduğunu iddia ettiği çelişkinin giderilmesiiçin İlk Derece Mahkemesinde bilirkişiincelemesi talebinde bulunmamıştır. Başvurucunun temyiz dilekçesinde dile getirdiği butalep ise Yargıtayca dikkate alınmamıştır.
50.Somut olay açısından, bilirkişi incelemesi talebinin Yargıtayca dikkatealınmamasının, yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı açısından göz önündebulundurulması gereken “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerini ihlal edipetmediğinin tespit edilmesi gerekir.
51.Ne İlk Derece Mahkemesi ne de Yargıtay TİB kayıtlan ile adliye santralkayıtları arasında bir çelişki tespit etmemiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucununtelefonundan kısa zaman aralıkları içerisinde adliye santralının 26 defa arandığını tespitetmiş, adliye santral kayıtlarına göre de başvurucunun telefonundan yapılan aramalardanbirinin müşteki hâkimlerden birinin odasındaki telefona yapıldığını tespit etmiştir. Öteyandan Mahkeme yalnız bu kayıtlara dayanmamış, tanık beyanları ve müşteki beyan vetutanaklarına da itibar etmiştir. Son olarak yargılama konusuna ilişkin delillerin mutlakayargılama makamınca belirlenecek uzmanlarca değerlendirilmesi zorunluluğu dabulunmamaktadır.
52.Başvurucunun değerlendirmeleri ile İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay’ınulaştıkları sonuçların farklı olması başvurucunun aleyhine ortaya konulan delillere etkiliolarakitiraz edemediği veçelişmeilkesine uyulmadığı anlamına gelmez.İlaveten,başvurucunun ileri sürdüğü teknik konudaki bilirkişi raporu alınmamış olmasının yargılamanın bütününü etkileyecek nitelikte olduğu kanaatine de ulaşılamamıştır.
|
RG No :29232 -RG.T. : 10.01.2015
B.No : 2013/8397-K.T: 16.10.2014
38.AÎHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve “suç isnadıaltındaki kişiler”e ilişkin olan “suçlamayla ilgili bilgilendirilme”, “savunma için yeterlizaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat,müdafii vasıtasıyla veya adli yardımlasavunma”, “tanık dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden ücretsiz yararlanma”haklan, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında koruma altına alınmış daha genel nitelikteki”hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Sakhnovskiy/Rusya[BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No:3653/05 14729/05 16519/06,11/12/2012, §§ 130-132).
39.Bu nedenle AİHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki özelgüvencelerin, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan hakkaniyete uygun yargılanmahakkı ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan 6. maddenin (3) numaralı fıkrasının(a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biriyorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır (Bkz. Pelissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:25444/94, 25/3/1999, §§51-54.).
40.Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için”silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmakhususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213,4/12/2013, § 27).
41.AİHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığıniddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturmasırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmadave sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte, eğerbir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılamaaşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilenifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerlebağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığınifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanıktarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan öncekiifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No: 2013/99,20/3/2014, § 46).
42.AİHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ikinci olaraksanığın, savunmatanıklarının da iddiatanıklarıyla”aynıkoşullaraltında”davetedilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığatanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzereçağırılmasınınuygunolupolmadığınındeğerlendirmesi,kuralolarak,derecemahkemelerinin takdir yetkisi dahilindedir. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Budüzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”neuygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla, birsanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıklarındinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için nedengerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (B.No: 2013/99, 20/3/2014, §47).
43.Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığınındeğerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dahilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp,ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması içinniçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B. No:2013/99, 20/3/2014, § 54). Diğer yandan, 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesine göre,mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın (başvurucunun) gösterdiği tanık veya uzman kişininçağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık o kişileri mahkemeye getirebilir. Bukişiler duruşmada dinlenir.
44.Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcıolmayacağını değerlendirdiği savunmatanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir(Huseynve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05,35680/05 ve 36085/05,26/7/2011, § 196).
45.Derece Mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Yargıtay 5. Ceza Dairesi, mahkûmiyet karan verirken olayla ilgili doğrudan bilgi sahibi olan tanıkların beyanlarına ve yukarıdabahsi geçen delillere dayanmıştır(gerekçelikarar, s. 26-29).Başvurucu, savunmasına itibar edilmemesi halinde dilekçesinde belirttiği tanıkların dinlenmelerini talep etmiştir. Söz konusu yargılamada mahkeme, davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirerek, gösterilen tanıkların davayla ilgisini taktir etmiş, taleple ilgili olarak açık bir karar vermemiş, bu tanıkları dinlemeyerek talebi örtülü olarak reddetmiştir. Bu örtülü ret kararına rağmen başvurucu gösterdiği tanıkları mahkemede de hazır etmemiştir.
46.Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun ayrıca tanıkların dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebinde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının, sanık savunmalarına, diğer tanık beyanlarına ve maddi delillere dayanılarak verildiği de gözetildiğinde, yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığına ilişkin bir bulguya da rastlanmamıştır.
47.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargılandığı davada tanık dinletme talebinin kabul edilmediği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29028-RG.T. :17.12.2014
B.No : 2013 /997-K.T:15.10.2014
24.Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesitaraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasınıve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Buanlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi,yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzeryöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya, B. No.l2952/87, 23/06/1993, § 63). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilkebirbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği birçokdurumda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeliyargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakkailişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır bulunması da dahil olmak üzere, yargılamanınbütününe aktif olarak katılmalarını gerektirir.
25.Anayasa Mahkemesinin çelişmeli yargılanma ilkesi bağlamında yapacağıinceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığınındeğerlendirilmesidir (B. No. 2013/2116,23/1/2014, § 19).
26.Somut yargılama açısından, başvurucu tarafından idarece sunulan gizlibelgeler kendisine tebliğ edilmeksizin kararda kullanıldığı belirtilmekle birlikte, Mahkemekararında davacının da bilgisi dâhilinde olan terfi durumu ve atama sürecine ilişkin bilgilereve ataması açısından emsal gösterilen personele ait atama bilgileri ile ilgili mevzuathükümlerine yer verilmek suretiyle hüküm kurulduğu, emsal gösterilen personele ait atamabilgileri hususunda da başvurucunun idarenin savunmasına karşı verdiği dilekçe ile beyandabulunduğu, bu nedenle başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândanmahrum bırakılmasının söz konusu olmadığı (Benzer yöndeki kararlar için bkz. B. No.2013/1134, 16/5/2013, §§ 32-37; B. No. 2012/998, 7/11/2013, §§ 4(M1; B. No. 2012/660,7/11/2013, §§ 42-48) ve başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında, başvurucuya karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına intikal eden dava malzemesineulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını ileri sürme imkanı verilerek yargılamaya aktifkatılımının temin edildiği anlaşılmakla, başvurucunun çelişmeli yargılama ilkesinin ihlaledildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin”açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesigerekir.
|
RG No :29028-RG.T. :17.12.2014
B.No : 2013/4186-K.T:15.10.2014
42.AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Savcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliğive çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye, B.No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Savcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğedilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi çelişmeliyargılama ilkesi ile ilişkili olarak adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134,16/5/2013, § 33). Çelişmeli yargılama ilkesi, dosyada yer alan bilgi ve belgelerin taraflaraçısından ulaşılabilir olmasını gerekli kılar. Dolayısıyla belgelere ulaşamama çelişmeliyargılama ilkesi açısından sorun oluşturabilir (B. No: 2012/575, 8/5/2014, § 46).
43.Başvurucuların iddialarından, yargılamanın yenilenmesi talebinin incelemesi sırasında alınan Savcılık mütalaasının kendilerine tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Ancak, Mahkeme tarafından başvuruculara tebliğ edilen yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi kararında, anılan Savcılık mütalaasına da yer verildiği ve başvurucuların söz konusu kararınkendilerine tebliği esnasında Savcılık görüşünün içeriğinden haberdar olduklarıgörülmektedir. Nitekim başvurucular, 1/4/2013 tarihli itiraz dilekçelerinde, aleyhe olduğunu tespit ettikleri Savcılık görüşünün kendilerine tebliğ edilmediğini, bu nedenle “silahlarıneşitliği” ilkesinin ihlal edildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular söz konusu dilekçelerinde,anılanSavcılık görüşüne neden katılmadıklarına ilişkinayrıca bir açıklamadabulunmamışlar, fakat genel olarak Savcılık mütalaasına uygun verilmiş olan Mahkemekararına yönelik karşı itirazlarını ileri sürmüşlerdir. Buna göre başvurucular, yargılamanınyenilenmesi talebinin incelenmesi aşamasında tebliğ edilmemiş olsa bile bu talebin reddinedair kararın tebliği sırasında Savcılık görüşünün içeriğinden haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve itiraz merciine sunma imkânı bulabilmişlerdir. Dolayısıyla, somut durumda çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
88.Başvurucular, yaptıkları itirazı inceleyen Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından alınan Savcının aleyhe görüşünün kendilerine tebliğ edilmemesi nedeniyle “silahların eşitliği” ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
93.Başvurucuların şikâyetlerinde, itiraz gerekçelerine ilişkin Cumhuriyet Savcısının görüşünün Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesine sunulduğu, ancak kendilerine bu görüşün bir örneğinin gönderilmediği ve dolayısıyla buna yanıt verme hakkından mahrum bırakıldıkları anlaşılmaktadır.
94.Dosyanın incelemesinde, Cumhuriyet Savcısının, başvurucuların itirazlarının reddine yönelik olarak aleyhe mütalaada bulunduğu görülmektedir. Savcının mütalaası bu nedenle Mahkeme kararını etkileyici niteliktedir.
95.AİHM birçok kararında, bu tür hallerde, Savcının görüşünün niteliği ve başvuruculara, buna cevaben yazılı görüş bildirme olanağının tanınmamasını göz önündebulundurarak, başvurucuların çelişmeli yargılama hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Yine AİHM, çelişmeli yargılama hakkının ilke olarak, ulusal hukuk sisteminin bağımsız bir üyesi tarafından -Savcı gibi- mahkemenin kararını etkilemek üzere toplanan kanıtlar ve sunulan mütalaalarla ilgili olarak bir hukuk ya da ceza davasının taraflarına bilgi verilmesi ve bu taraflara da görüş bildirme olanağının tanınması anlamına geldiğini vurgulamıştır (bkz. Göç/Türkiye, B. No: 36590/97, 9/11/2000, § 34; Sağır/Türkiye, B. No: 37562/02, 19/10/2006, § 25-27; Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009; Kılıç ve Korkut/Türkiye, B. No: 25949/03 ve 25976/03,12/2/2008), Dolayısıyla, Cumhuriyet Savcısı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi çelişmeli yargılama ilkesi ile ilişkili olarak adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33). Çelişmeli yargılama ilkesi, dosyada yer alan bilgi ve belgelerin taraflar açısından ulaşılabilir olmasını gerekli kılar. Belgelere ulaşamama çelişmeli yargılama ilkesi açısından sorun oluşturabilir (B. No: 2012/575, 8/5/2014, § 46),
96.Bu açıklamalara göre,yargılamanın yenilenmesi yönündeki talepleri reddedilen başvurucularınİtiraz Mercii önündeki başarı şansını zedeleyen her türlümütalaadan haberdar edilme hakkına sahip olduklarının kabulü gerekmektedir. Özellikle,hakkaniyet açısından, bu tür mütalaaların bildirilmesi, başvurucuların itiraz mercii önündeduruşma hakkına sahip olmaması gerçeği karşısında daha da zorunlu olmaktadır (benzeryöndeki AİHM kararı için bkz. Göç/Türkiye, B. No: 36590/97,9/11/2000, § 35).
|
RG No :29208 -RG.T.:17.12.2014
B.No: 2012 /1036 – K.T :15.10.2014
38.Silahların eşitliği, başvurucunun soruşturma dosyasına ulaşabilmesine imkân verilmesini gerektiren bir ilkedir. Cumhuriyet Savcısının görüşlerine etkili bir şekilde cevap verebilme imkânı, kural olarak başvurucunun söz konusu belgelere ulaşması halinde mümkün olabilir. Bu gerekliliğin hangi şekilde yerine getirileceğini belirlemek kanun koyucuya ait olmakla beraber,taraflarınbeyanlarınınbirbirlerinebildirilmesive bu beyanlara cevap verebilme imkânına sahip olmaları gerekir (B. No: 2012/1158,21/1/2013, §77).
39.Somut olayda başvurucu, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluk halinin devamına dair 12/10/2012 tarihli kararına itiraz etmiştir. İtiraz merci olan İzmir 8.Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının görüşünü almış ancak bu görüş başvurucuyabildirilmemiştir.BaşvurucununCumhuriyet savcısınıngörüşüne cevap vermeimkânıolmamıştır. Tutukluluk halinin devamına dair karara yapılan itiraz, İzmir S. Ağır Ceza Mahkemesince 9/11/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısının talebine uygun olarak reddedilmiştir.
40.TutukluluğaitirazincelemesindeCumhuriyetsavcısınıngörüşünün başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29208-RG.T.:17.12.2014
B.No: 2013 /4186 -K.T :15.10.2014
31.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir (B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre, duruşmalarınkamuya açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemligüvencelerinden biri olup; temel gayesi, kişileri, kamu denetiminden uzak, kapalı kapılarardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.
32.Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamadakeyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarındanbirisini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılmasısilahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (B. No: 2013/664,17/9/2013, §32).
33.Diğer taraftan, duruşmaların teorik olarak kamuya açık olmasıyeterli olmayıp, bununuygulamaya yansıtılmasıda, bu güvencenin sağlanması bakımında gereklidir. Bu bakımdan, davanın tarafları dışında, başta basın olmak üzere, duruşmayıizlemek isteyen kişilerin duruşmaya katılımlarının kolaylaştırılmasına yönelik bir takımtedbirler alınması devletin görevidir. Bu kapsamda, kamunun duruşmanın yeri ve tarihi ileilgili olarak bilgi sahibi olabilmesi, bu bilgilerin gizli tutulmaması ve duruşmanın icraedileceği yerin fiilen erişime açık olması gereklidir. (Benzer yöndeki AİHJV1 kararı için bkz.Riepan/Avusturya, B. No. 35115/97,14/11/2000, § 29).
34.AİHM’ye göre, duruşma yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece, ilk ve tek derece mahkemesinin huzurundaki yargılamalarda, AIHS’nin 6/1. Maddesi uyarınca “açık duruşma hakkı” beraberinde “duruşma isteme hakkı”nı da getirir (bkz. Hakamson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64; Fredin/İsveç (no:2), B,No: 18928/91, 23/2/1994, § 21; Allan Jacobss on/İsveç (no:2), B. No: 16970/90, 19/2/1998, §46; Kılıç ve Korkut/Türkiye, B. No: 25949/03 ve 25976/03, 12/2/2008, § 21).
35.Ancak “duruşmalı yargılamahakkı”, her türlüyargılamanınmutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmakşartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamalarınduruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal haklarınihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıpkarar verildikten sonra, kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılıolarak alındıktan sonra, dosya üzerinden yapılması halinde adil yargılanma hakkınınihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/664,17/9/2013, § 32).
37.Anılan bu maddelerden de görüleceği gibi “yargılamanın yenilenmesi” yolu her ne kadar bir olağanüstü kanun yolu olarak düzenlenmiş ise de, Mahkemece bu talebinduruşma açılmadan inceleneceği, ancak talebin kabul edilmesi halinde duruşmanın açılarak,yargılama sonucunda yeni bir hükmün verilmesi ve bu hükme karşı kanun yollarınabaşvurulması imkânınınbulunduğuanlaşılmaktadır.Dolayısıyla,bireyinsuçişleyipişlemediğiyle ilişkili olmayan, sadece yeniden yargılama şartlarının bulunup bulunmadığınadair gerçekleşen böyle bir incelemenin duruşma açılmadan yapılmış olması nedeniyle adilyargılanma hakkının ihlal edildiği söylenemez.
|
RG No :29252-RG.T. :30.01.2015
B.No : 2013 /6986-K.T:05.11.2014
63.Başvuru konusu olayda, temyiz yargılaması sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyizbaşvurusunun reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin DanıştayAltıncı Dairesi kararında öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltmetalebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle 2576 sayılıKanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıylabaktığı davalar dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmışve başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce vermemiştir.
64.Bu durumda, başvurucu temyiz talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuşve karar düzeltme aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve DanıştayAltıncı Dairesine sunma imkânı bulmuştur.
65.Diğertaraftanbaşvurucueğer temyizyargılamasısırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ilerisüreceğineilişkinolarakdaherhangibiraçıklamadabulunmamıştır.Bu nedenlebaşvurucunun temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesisebebiyle yargılamanınsonucunu etkileyecek usulibir imkândan mahrum bırakıldığısöylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edilmediğianlaşılmaktadır.
|
RG No :29252-RG.T. :30.01.2015
B.No : 2014 /5844-K.T:05.11.2014
45.AİHM, delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delilin sanığın hazır bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama ilkeleri ya da söz konusu delillerin yargılamanın bütününe olanetkisi çerçevesindedeğerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya. B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberâ,Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çokkararında, AİHS’in 19. maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’yeilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, AİHS’in koruması altındabulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin bulunmadığını, AİHS’in 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkinbir kuralortaya koymadığınıbelirtmektedir (Schenk’İsviçre, B.No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).
|
RG No :29252 -RG.T.:30.01.2015
B.No: 2014 /5844-K.T :05.11.2014
26.Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerinkendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bukapsamdasavunma hakkınınetkinbirşekildekullanmaimkânınısağlayanmüdafiyardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (B.No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29). Diğer biranlatımla, müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekildekullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine hayat vermektedir. Çünkümüdafi adil yargılamanın teminatı olarak belirmektedir.
10- Bariz Takdir Hatası – Keyfi Yorum Yasağı
|
RG No :29051 -RG.T. : 05.07.2014
B.No : 2013 /7800 -K.T: 18.06.2014
Balyoz
30.Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarım, iddialarım vedelillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.Dulaurans/Fransa,B. No: 34553/97, 21/3/2000,§33). AİHM içtihatlarına göre birmahkemenindavayayaklaşımı,başvurucularıniddialarına yanıtvermektenve başvurucularıntemelşikayetleriniincelemekten kaçınmalarınaneden olması halinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02,11/4/2007, §§ 84-85).
59.Bireysel başvuru yolunda derece mahkemelerinin gerekçelerinin niteliği, ancak açık bir keyfilik veya takdir hatası oluşturduğu ya da makul ve ikna edici açıklamalar içeren bir gerekçe gösterilmediği, iddia olunan eylem ile hüküm arasında “uygun illiyet bağı” kurulmadığı durumlardadenetlenebilir.Derecemahkemesikararlarının,adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığı hususları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılacak denetimin kapsamında yer almaktadır.
61.Savunmaların dayanağını oluşturan ve dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaaları gözetildiğinde, önemli ölçüde, dijital veri ve içeriklerine dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesi, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve makul olarak değerlendirilemez. Bu sebeple “gerekçeli karar hakkı” ihlal edilmiştir.
|
RG No :29064-RG.T. :18.07.2014
B.No : 2013 / 731-K.T : 08.05.2014
23.Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay veolguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz.Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26,12/2/2013).
25.Başvuru konusu olayda Mahkemenin dava konusu sözleşmede yer alan hükmün haksız şart sayılıp sayılamayacağı konusundaki tespiti ve olayın taraflar arasısözleşme kapsamında yorumu kanunun öngördüğü usuller çerçevesinde hâkimin takdiryetkisi içindedir. Derece mahkemesinin bu tespit konusunda verdiği kararda bariz takdirhatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
|
RG No :29064-RG.T. :18.07.2014
B.No : 2013 / 1568-K.T : 08.05.2014
26.Bahsedilen kurallar uyarınca, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması veuygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönündenadil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermedikçe derece mahkemelerininkararlarındaki maddi vehukuki hatalar da bireyselbaşvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
|
RG No :290511 -RG.T. :05.07.2014 BALYOZ
B.No : 2013 / 7800 -K.T : 18.06.2014
33.Derece Mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Özellikletaraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesiönceliklederece mahkemelerinin görevidir (bkz. Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50). Bu nedenle, açıkça keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olupolmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermek, Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (benzer değerlendirmeler için bkz. Garda Ruiz/İspanya, B.Ko. 30544/96,21/1/1996, § 28).
|
RG No :29037 -RG.T. :21.06.2014
B.No : 2013 / 2814 – K.T : 18.06.2014
49.Diğer yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddiveya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
52.Dava dosyasının incelenmesinden, başvurucunun tutuklanması için yeterli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu iddialarının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.
53.Açıklanan nedenlerle,başvurucunun “kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığına ilişkin iddiasının “açıkçadayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29009-RG.T. :24.05.2014
B.No : 2013 / 2228-K.T : 15.04.2014
31.Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derecemahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dairhususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanunhükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdiryetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
|
RG No :28664 -RG.T. :01.06.2013
B.No : 2013 / 539-K.T : 16.05.2013
44.Yukarıda anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıklailgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilikiçermesidir.Başvurucular, yargılamasırasında delillerini,iddialarınıveya savunmalarını sunmuşlar, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara itiraz etme imkanı bulmuşlar ve bunlar derece mahkemeleri tarafından gereği gibi değerlendirilmiş ise kanun yolu şikayeti niteliğindeki butürbaşvurularhakkındaaçıkçadayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemezlikkararı verilir.Ancak söz konusukurallara uyulsa dahi yargılamanın bütünü incelendiğinde açık bir keyfilik durumu söz konusu ise bu tip şikayetler kabuledilmektedir.Derecemahkemelerince delillerinyanlışdeğerlendirildiği iddiaları yönünden, Mahkeme, temyiz merci olmadığı için inceleme yapmayı gerekli görmemektedir. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013).
45.Başvuru konusu olayda, başvurucu, yargılama sırasında kendi delillerini ve iddialarım sunma fırsatını bulmuş ve bunlar derece Mahkemesitarafından gereğigibideğerlendirilmiştir.Yargılama hukuka uygun ve adil bir şekilde gerçekleştiği takdirde,yargılamasonucunun adil olup olmadığı konusunda Mahkemenin herhangi bir değerlendirme yetkisi bulunmamaktadır.
|
RG No :28711-RG.T. :18.07.2013
B.No : 2012 / 239-K.T : 02.07.2013
49.Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediğisürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dairhususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanunhükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdiryetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar iledelillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu türkararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir.
|
RG No :28875-RG T. : 07.01.2014
B.No: 2012 /989 -K.T: 19.12.2013
48.AnayasaMahkemesininbireyselbaşvurulariçinbenimsediğitemelyaklaşımdoğrultusundakuralolarak,bireyselbaşvuruyakonudavadakiolaylarınkanıtlanması,hukukkurallarınınyorumlanmasıveuygulanması,yargılamasırasındadelillerinkabuledilebilirliğivedeğerlendirilmesiilekişiselbiruyuşmazlığaderecemahkemeleritarafından getirilençözümünesasyönündenadilolupolmaması,bireyselbaşvuruincelemesindedeğerlendirmeyetabitutulamaz.Anayasadayeralanhakveözgürlüklerihlaledilmediğisüreceveaçıkçakeyfilikiçermedikçederecemahkemelerininkararlarındakimaddivehukukihatalarbireyselbaşvuru incelemesindeelealınamaz.Buçerçevede,derecemahkemelerinindelillerideğerlendirmesindevehukukkuralınıyorumlamasındabarizbirtakdirhatasıbulunmadıkçaAnayasaMahkemesininbutakdiremüdahalesisözkonusuolamaz.
62.Somutolayda,10/9/2002tarihinde”hırsızlık”suçundanmahkumolanvebeşyıllıkdenemesüresindensonra30/11/201Otarihindeaskerliğesevkedilenbaşvurucu,askerlikhizmetini30/5/2011tarihindetamamlayarakterhisolmuştur.
63.Başvurucunun,yedeksubayadayıolarakalınanaskerlik kararınınuzundönemer olaraktadiledilerekaskerebustatüdesevkedilmeişlemineesas alınması,765sayılıMülgaKanun’un95.maddesininaçıkhükmüneaykırılıkteşkiletmektedir.Zirabaşvurucununişlediğisuçailişkinmahkumiyethükmü,tecilkoşullarınauyulmasınedeniyle,hukuknazarındaesasenvakiolmamıştır.Hukukenvakiolmamışsayılanmahkumiyetin,hükümvesonuçlarını devamettiriyormuşvehayatiyetinikoruyormuşçasınabiridariişlemeesasalınmasınınilgiliidariişlemehukukigeçerlikkazandırdığısöylenemez.
64.Başvurukonusuolayda,başvurucuhakkındaverilenmahkumiyetinteciledilmesininsonuçlarıileilgiliaçıkbirkanunhükmümevcuttur.Buhükmeverilecekolağananlambellidirvebaşvurucubunagörekendisinemuameleedileceğinibeklemektedir.AncakAYİM2.Dairesi,açıkolankanunhükmüneolağanındışındafarklıbiranlamveripbunagöreuygulamayapmıştır.BuuygulamayönündeyerleşmişiçtihatolduğunederecemahkemesikararındabelirtilmişnedeBakanlıkgörüşündeilerisürülmüştür.Dolayısıylaeldekibelgeleregörebaşvurucunundavaaçarken(hukukiyardımdanyararlansabile)açıkkanunhükmündenfarklıbirşekildekendisinemuameleedileceğinibeklemesinigerektirenbirdurumbulunmamaktadır.Bunagöre,AYİM2.Dairesinin3/5/2012tarihveE.2011/1465,K.2012/482sayılı kararındakiyorumu”öngörülemez”niteliktedirve”bariztakdirhatası”içermektedir.
65.Açıklanannedenlerle,başvurucuhakkındayapılanyargılamasırasındahukukkurallarınınyorumveuygulanmasının“öngörülemez”nitelikteolmasıve“bariztakdirhatası”içermesinedeniyleAnayasa’nın36.maddesininihlaledildiğinekararverilmesigerekir.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /3253 -K.T: 16.07.2014
19.Biranayasalhakkınihlaliiddiasınıiçermeyen,yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkçadayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışındabırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadakiolaylarınkanıtlanması,hukuk kurallarınınyorumlanmasıveuygulanması, yargılamasırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derecemahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireyselbaşvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz.Anayasada yer alan hak veözgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası içermedikçe derecemahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde elealınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatasıbulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No:2012/1027, 12/2/2013, §§ 25-26).
21.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtileniddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdirhatası da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlikşartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabuledilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /5274 -K.T: 16.07.2014
46.Diğer yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalaradair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanunhükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdiryetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar iledelillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu türkararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunungetiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239,2/7/2013, § 49).
56.Anayasa’nın 148.maddesininüçüncüfıkrasıve6216sayılıAnayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 45. maddesinin (1)numaralı fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasınınincelenebilmesiiçin,kamu gücütarafındanmüdahaleedildiğiiddia edilenhakkınAnayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Birbaşka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlaliiddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B.No: 2012/1049,26/3/2013, §18).
75.Somut başvuruda başvurucu, Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini soyut olarak ve sadece madde numaralarını belirterek ilerisürmüştür. Somut başvuru kapsamında, bahsi geçen haklardan hangisinin hangi nedenle ihlaledildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait bir açıklamada bulunulmamıştır. Sözkonusu maddelerin ihlal edildiğine ilişkin iddialar yukarıda açıklanan koşulları yerinegetirmeyerekiddialarını temellendirmediğindenbaşvurucunun buiddialarınınesasınınincelenmesi imkânı bulunmamaktadır.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2012 /1105 -K.T: 17.07.2014
27.Adil yargılanma hakkıbireylere dava sonucunda verilenkararındeğil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle,bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucununyargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama sürecinde karşıtarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekildeitiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığınçözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğiveya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucu, yargılama sürecininhakkaniyeteaykırı olduğunadairbirbilgi yadabelge sunmamış olup, başvurucunun mahkemece hukuk kurallarının yorumlanmasının ve verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013/4495 -K.T: 17.07.2014
30.Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukukkurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgilivarılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konuolamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti vesağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumunkendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Buçerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,bariz takdir hatası veya açıkkeyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,§26).
36.Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Yargıtay kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik deiçermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşullarıyönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemezolduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29116-RG T. : 11.09.2014
B.No : 2014 /2695 -K.T: 26.06.2014
17.Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir.Başvurucu,1/2/2005 tarihi itibarıyla ölüm aylığı almayı hak ettiğini,kendisine ancak 1/2/2011 tarihi itibarıyla aylık bağlandığını, aradaki dönem için geçerliölüm aylığını SGK’nm hatalı işlemi nedeniyle alamadığını ve bu suretle adil yargılanmahakkının yanı sıra mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
24.Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusuyapılmışmaddiolay veolgularınkanıtlanması,delillerindeğerlendirilmesi,hukukkurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgilivarılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konuolamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti vesağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumunkendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Buçerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açık keyfilikbulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027,12/2/2013, §26).
|
RG No :28924 -RG.T. :25.02.2014
B.No : 2013/2600 -K.T : 23.01.2014
42.Somut olayda başvurucunun davasına esas teşkil eden disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle bu işlemlerdeki iddia edilen usuli eksiklikler,AYİM tarafından değerlendirmeye tabi tutulamamıştır. Öte yandan başvurucunun,sözleşmesinin feshedilmesine esas teşkil eden disiplin cezalarının yok hükmünde olduğuyönündeki iddiası da AYİM tarafından değerlendirilmiş ve belirtilen işlemlerin yok hükmünde kabul edilmesini gerektirecek herhangi bir hukuki gerekçe bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak AYİM bağlı yetki kuralı çerçevesinde varılan sonuçta herhangi bir hukuka aykırılık görmemiş ve işlemin sebep unsurunun hukuka uygunluğunu, yargı denetiminin kapalı olması nedeniyle denetleyememiştir. Sonuç olarak başvurucunun, yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmakta olup, AYİM tarafından dosya kapsamındaki deliller çerçevesinde yapılan değerlendirmede ve ulaşılan sonuçta bariz bir takdir hatası veya açık keyfiliğe rastlanmadığından, bu noktada Anayasa Mahkemesinin, Yüksek Mahkemenin takdirine müdahalesi söz konusu olamaz.
43.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, davanın reddine dair kararın adil olmadığı iddiasının temyiz mercii şikâyeti niteliğinde olduğu ve Yüksek Mahkeme kararının açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu yönü itibarıyla, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ”açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28940 -RG.T. :13.03.2014
B.No : 2013 /3912-K.T : 06.02.2014
48.Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında, İlçe Seçim Kurulu Başkanının seçim konularıyla ilgili şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin hükme bağlama göreviyönünden yargısal bir faaliyet icra ettiği ve hâkim bağımsızlığı ve tarafsızlığına sahip olduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple, seçim konularıyla ilgili şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin hükme bağlama görevi yönünden İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının klasik yargı teşkilatı içindeki mahkemeler dışında kalan ama yargılama faaliyetinde bulunan organları da kapsayacak şekilde Anayasa’nın 36. maddesinde “yargı yeri” olarak belirlenen organlardan olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
53.Başvuru konusu olayda başvurucu, Oda seçimlerinde gurupları adına katılmak üzere aday listelerinieksiklikleride tamamlanarak süresinde GenelKurulDivanınaverdiklerini ancak Divanın, listelerin süresinde verilmediği gerekçesiyle başvurularınıreddettiğini ileri sürerek seçim sonuçlarına itiraz etmiştir. İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı isegenel kurul toplantı tutanağına göre seçim listesinin zamanında verilmediğinin anlaşıldığıgerekçesiyle itirazı reddetmiştir.Başvurucunun iddialarımevzuatınyorumlanmasına,delillerin değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
54.Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararının değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle,bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucununyargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecindekarşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili birşekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya dauyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili İddialarının derece mahkemesi tarafındandinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olanunsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgiya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucunun yargılama sürecininhakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılamasonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır(B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
55.Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının açık bir keyfilik de içermediğianlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönündenincelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğunakarar verilmesi gerekir.
56.Başvurucu ayrıca, İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının verdiği kararın kesin olarak verilmesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlaledildiğini ileri sürmüştür.
61.Anayasa’nın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup, aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman zorunlu olarak birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir. Hak arama özgürlüğü Anayasa’nm 36. Maddesindedüzenlenmiş ve anılan maddede hak arama hürriyeti için herhangi bir sınırlama nedeniöngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılamausullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nm 142. ve davaların mümkün olansüratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nm 141. maddelerinin, hak aramahürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (AYM, E.2006/65,K.2009/114, K.T.23/7/2009).
62.Seçim kurullarının ve başkanlarının kararlarına karşı gidilebilecek şikâyet ve itiraz yollan, inceleme mercileri ve usulü 298 sayılı Kanun’un110-132. Maddelerindedüzenlenmiştir. Oysa somut başvuruda SMMMO seçimleri 298 sayılı Kanun’da belirlenenusulün dışında 3568 sayılıKanun hükümleri uyarınca yapılmıştır. Nitekim 3568 sayılıKanun’un 40. maddesinde İlçe Seçim Kurulu Başkanının kararına karşı herhangi bir kanunyolu öngörülmemiş ve kararların kesin olduğu belirtilmiştir. Söz konusu kuralla, SMMMOve Birlik organlarının seçimlerine ilişkin şikâyetlerin ivedilikle sonuçlandırılması ve birlikorganlarınınbelirlenmesiolduğuaçıktır.Bir başka ifadeile kanun koyucu,önemsizsayılabilecek bazı itirazlardan ötürü verilen kararlara karşı kanun yoluna başvurulmasınakanun ile sınır getirmiştir. Nitekim başvuruya konu Akdeniz İlçe Seçim KuruluBaşkanlığının kararı kanuna uygun bir şekilde kesin olarak verilmiştir.
63.Açıklanan nedenlerle, İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının kararını kanunlardaki usul şartlarına uygun biçimde kesin olarak verdiği ve başkanlığın kararının açık bir keyfilikde içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşullarıyönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemezolduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28897 -RG.T. :29.01.2014
B.No : 2013 /2420 -K.T : 14.01.2014
29.Başvuru konusu olayda, başvurucu, ödeme emrine karşı açtığı davada ve dava hakkında verilen karar üzerine yaptığı itiraz ve karar düzeltme taleplerinde, ihbarnamelerintebliğ edilmediği, kamu alacağının usulüne uygunkesinleşmediği, kantin kiralamaişlemlerinin katma değer vergisinden istisna edildiğinin valiliklere bildirildiği halde kendisihakkında işlem tesis edildiği, emsal mahkeme kararlarında katma değer vergisi tarhiyatıişlemlerinin iptal edildiği hususlarını ileri sürmüştür. Balıkesir Vergi Mahkemesi ise ödemeemrinin dayanağını teşkil eden ihbarnamelerin başvurucuya usulüne uygun bir şekilde tebliğedildiği, uzlaşma görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine düzenlenen tutanağınbaşvurucuya tebliğ edilmesine rağmen dava açılmadığı ve sonuç olarak kamu alacağınınusulüne uygun kesinleştiği gerekçesiyle ödeme emrine karşı açılan davayı reddetmiş, kararakarşı yapılan itiraz ve karar düzeltme talepleri de Bursa Bölge İdare Mahkemesincereddedilerek, karar kesinleşmiştir.
30.Balıkesir Vergi Mahkemesi, uyuşmazlıkta, ihbarnamelerinin usulüne uygun tebliğ edildiği tespitini yapmış ve ihbarnamelere karşı süresi içinde dava açılmayarak kamualacağının kesinleştiği sonucuna ulaştıktan sonra davayı reddetmiştir. Mahkemenin, davanınesasına yönelik başvurucunun ileri sürdüğü iddiaları, 6183 sayılı Kanun’un 58. Maddesindebelirtilen “böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı” kapsamında değerlendirmeyerek uyuşmazlığı çözüme kavuşturduğu anlaşılmaktadır.
31.Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucununyargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama sürecinde karşıtarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekildeitiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığınçözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğiveya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardandeğerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belgesunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucunun, yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmamış olup, mahkemece verilen kararın içeriğininadil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
32.Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının açık bir keyfilik de içermediğianlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşullan yönündenincelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğunakarar verilmesi gerekir.
|
RG No :28875 -RG.T. :07.01.2014
B.No : 2013 /2954-K.T : 19.12.2013
44.Başvurucu, Hakkâri garnizonuna yapılan atamasının iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup,başvurucunun iddialarının delillerin değerlendirilmesine, mevzuatın yorumlanmasına veesas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
46.Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının açık bir keyfilik de içermediğianlaşıldığından başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniylekabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :2892 -RG.T. :25.04.2014
B.No : 2013/852 -K.T : 06.03.2014
33.Kanunların geriye yürümezliği ilkesi uyarınca kamu yararı ve kamu düzeni, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında kanunlar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Ancak, kanun koyucunun kişilerin lehine yeni haklar sağlayan kanuni düzenlemeleri geçmişe etkili olarak yapma konusunda takdir yetkisine sahip olduğunda kuşku yoktur (A YM, E.2010/82, K.2012/159, K.T. 18/10/2012).
34.Uyarma ve kınama cezalarına yargı yolunu açan yukarıda belirtilen düzenlemeler açısından ise kanun koyucu takdir yetkisini geçmişe etkili olma yönündekullanmamıştır. Bu nedenle anılan düzenlemeler, yürürlüğe girdikleri tarih itibarıyla hükümifade etmekte olup bu tarihten önce tesis edilen ve iptali için süresinde dava açılmayandisiplin cezaları yönünden yeni bir başvuru ya da dava hakkı sağlamamaktadır.
35.Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasına karşıİdariYargılama Usulü Kanunu’nda öngörülen süreler geçtikten sonra Anayasa değişikliğinin halkoyunasunulmaküzereResmi Gazete’deyayımlanmasıüzerineiptaldavasıaçmıştır.Anılandavanın karara bağlandığı tarihte kınama cezalarına yargı yolunu açan Anayasa değişikliğiyürürlükte ise de İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre süresinde açılmayan bir davanın esasının incelenmesi mümkün olmadığından ve yukarıda belirtildiği gibi geçmişte verilen cezalara yönelik yeni bir dava hakkı da tanınmadığından başvurucunun esasa yönelik herhangi bir iddiasının ve dolayısıyla söz konusu Anayasa değişikliğinin açtığı davada değerlendirilmesi ve uygulanması olanağı bulunmamaktadır.
36.Başvurucu tarafından sunulan ve Danıştay’ın, Anayasa ve Kanun değişikliği göz önüne alınarak işin esası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiylebozduğukararlar ise uyarma ve kınama cezalarına karşı yargıyolunun kapalı olduğudönemde ve fakat süresi içinde açılan, yargı yolunun kapalı olması gerekçe gösterilerek ilkderece mahkemelerince reddedilen ve Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonrayargılaması henüz sonuçlanmamış, dolayısıyla işin esasının incelenmesinin mümkün olduğudavalara ilişkindir. Bu nedenle anılan kararlar başvurucunun açtığı dava açısından emsalteşkil etmemektedir.
37.Sonuç itibarıyla, yapılan incelemede Mahkemenin ilgili hukuku uygulamasındavegerekçelendirmesinde bariz takdir hatası ve açıkçakeyfiliktespitedilmemiştir.
38.Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının açık bir keyfilik de içermediğianlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin”açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesigerekir.
|
RG No :2892 -RG.T. :25.04.2014
B.No : 2013/1436-K.T : 06.03.2014
40.Yukarıda bahsedilen taraflarca getirilme ilkesi gereği hâkimin tarafların getirmediği olayları dikkate alamayacağı açık olmakla birlikte 6100 sayılı Kanun’un 33.maddesi gereği mevcut dava malzemesini inceleyerek uyuşmazlık konusunda karar vermek,yani hukukun uygulanması ve yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir husustur. Bukapsamda dava konusu uyuşmazlığın hukuki nitelemesi ve yorumlanmasıyla buna getirilençözüm hâkimin takdir yetkisi içindedir. Derece mahkemelerinin uyuşmazlık konusununhukuki nitelemesinde ve yorumlamasında açıkça keyfilik bulunmadıkça AnayasaMahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
41.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun davanın nitelemesiyle ilgili iddiasınınkanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarınınbariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun hak arama hürriyetiyleilgilişikâyetinindiğerkabuledilebilirlikşartlarıyönündenincelenmeksizin”açıkçadayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :2892 -RG.T. :25.04.2014
B.No : 2013/5267-K.T : 06.03.2014
37.Başvuru konusu olayda, isnat edilen suçlarla ilgili olarak mevcut şüphe giderilmeden, suç işleme kastının varlığı incelenmeden mahkûmiyete karar verildiği, birdenfazla suç olduğu kabul edilerek ayrı ayrı ceza tayin edildiği, suç nedeniyle oluşan zarargiderilmiş olmasına ve suça konu eşyanın değeri düşük olmasına rağmen cezada indirimyapılmadığıbelirtilmekteolup,başvurucununiddialarınınözününesasitibarıylayargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
38.Başvurucu, yargılama sürecinde iddia makamının veya müştekilerin sunduğu deliller ve görüşlerden bilgisahibi olamadığına, kendi delilleriniveiddialarınısunmaolanağı bulamadığına,sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatıbulamadığına yadauyuşmazlığınçözümekavuşturulmasıylailgili iddialarınınderecemahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibimahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum datespit edilememiştir.
39.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik deiçermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartlarıyönünden incelenmeksizin”açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemezolduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :287220 -RG.T. : 27.07.2013
B.No :2013/757 -K.T:13.06.2013
28.Başvuruyakonu olayda kadastro çalışması 1988 yılındakesinleşmiş, başvurucu bu tarihten 23 sene sonra kadastro tespitinde hata olduğunu ileri sürerek AsliyeHukuk Mahkemesi önünde dava açmıştır. Başvurucu kadastro işleminden ne zaman haberdarolduğunu belirtmediği gibi, geçen 23 sene içinde neden başvuru yollarını kullanmadığınadair bir açıklama da yapmamış, bunun yerine kendisiyle benzer durumda olan vakıflar içinhak düşürücü sürenin farklı uygulandığı mahkeme kararlarından bahisle hak düşürücüsürenin kendisi için uygulanmaması gerektiğini ileri sürmüştür.
29.Başvurucu uyuşmazlığa konu taşınmaz bölümüyle ilgili mülkiyet hakkının varlığını gösteren tapu sicili gibi belgeye bağlı somut bir delil sunmamıştır. Başvurucununmülkiyet hakkıyla ilgili iddiası ilk derece mahkemesinin davayı esastan görüşmeye açmasıhalinde ileri sürülebilecek nitelikte ve mahkemenin kadastro işlemini incelemesine bağlı biriddiadır. Somut olaydamahkeme, uyuşmazlığın esasına girerek karar vermemiş, hak düşürücü süre nedeniyle davayı reddetmiştir.
30.Bu durumda başvurucunun iddiasının özünün derece mahkemelerince dava konusu uyuşmazlığa ilişkin hak düşürücü sürenin yorumlanmasında isabet olmadığı ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31.6100sayılıKanun’un33.maddesigereğihukukunuygulanmasıve yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir husustur. Bu kapsamda hak düşürücü sürenin dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması da hâkimin takdir yetkisi içinde ve kanunun açık hükmü karşısında beklenmesi gereken bir sonuçtur. Derece mahkemelerinin kararlarında hak düşürücüsüreninuygulanmasıkonusundaaçıkçakeyfilikbulunmadıkçaAnayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
32.Bununla birlikte başvurucunun dile getirdiği yargı kararları incelendiğinde uyuşmazlık konularının 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazlarla ilgili olduğu ve 5737 sayılı Kanun’un geçici 11. maddesi uyarınca bu taşınmazların eski maliki olan vakıflara, taşınmazları tekrar kendi adlarına tescil ettirmek
için Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıllık yeni başvuru süresi tanındığı, mahkemelerin bu nedenle 10 yıllık hak düşürücü süreyi dikkate almadığı anlaşılmaktadır. İhtilafa konu taşınmazınmülkiyetikamulaştırılmaksuretiyleHazineyegeçtiğinden mülkiyetin Hazineye geçiş işleminin 5737 sayılı Kanun kapsamında olmadığı açıktır.
33.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkiniddialarınınkanunyolunda gözetilmesigerekenhususlara ilişkin olduğu,derece mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğerkabul edilebilirlikşartları yönünden incelenmeksizin“açıkça dayanaktan yoksun olmasi’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28806 -RG.T. : 30.10.2013
B.No : 2013/1586-K.T:18.09.2013
24.Başvuru konusu olayda, başvurucu, tapuda adına kayıtlı taşınmazının imar planı ile spor alanı olarak ayrıldığını ileri sürerek taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı iddiasıyla tazminat davası açmıştır. Olumlu görevuyuşmazlığı çıkarılması sonucu Uyuşmazlık Mahkemesince, taşınmazın spor alanı olarak ayrılmasının imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucu gerçekleştirildiği, bu nedenle tazminat isteminin tam yargı davası ile idari yargı mercilerinde ileri sürülebileceği gerekçesiyle Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen görev itirazının reddine dair kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.
26.Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarınısunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesince gereği gibi değerlendirilmiştir.
27.Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056, § 36,16/4/2013).
28.Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediğianlaşıldığından, başvurunun, diğer kabuledilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
30.Hukuk devletinde, kanuni hâkim, tabii hâkim olarak anlaşılmalıdır. Tabii hâkim kavramı ise dar anlamda, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından öncedavayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi diye tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımlatabii hâkim ilkesi, yargılama makamlarının, suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydanagelmesinden sonra kurulmasına veya hâkimlerin atanmasına engel oluşturur; sanığa veyadavanınyanlarınagörehâkim atanmasınaolanakvermez(Anayasa Mahkemesinin20/11/1990 tarih ve E.l 990/13, K.1990/30 sayılı kararı).
31.Kanuni hâkim güvencesi ilkesi, olayın niteliğine göre, yargılamanın hangi mahkemede yapılacağının önceden belirlenmiş olması ilkesidir. Yargılama, tabii hâkimidışında başka bir hâkim tarafından yapılamaz.
32.Başvurucu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararıyla adli yargı yerine idari yargı yerinde dava açmak zorunda bırakılmasının kanuni hâkim güvencesi ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Uyuşmazlık Mahkemesi, Anayasa ile kurulmuş Yüksek Mahkemeler arasında olup, taraflar arasındaki uyuşmazlığa hangi mahkeme tarafından bakılması gerektiğine karar verir. Uyuşmazlığın esasına dair karar vermez. Somut olayda Uyuşmazlık Mahkemesince, başvurucu tarafından İdare aleyhine açılan davaya bakmaya idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görev itirazının reddine dair kararın kaldırılmasına karar verilmiştir. Davanın esasını çözecek mahkeme, Uyuşmazlık Mahkemesi kararından veya ihtilafın doğmasından sonra kurulan bir mahkeme olmayıp, görev ve yetkileri daha önceden kanunla belirlenmiş bir mahkemedir. Bu durumun kanuni hâkim güvencesi açısından sorun oluşturmadığı açıktır.
33.Açıklanan nedenlerle, Uyuşmazlık Mahkemesi kararında açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
|
RG No :29235-RG.T. : 13.01.2015
B.No :2014 / 1643-K.T: 04.11.2014
24.Başvuru konusu olayda başvurucu, yargılandığı ceza davasında deliller tam olarak toplanmadan karar verildiğini, cezalandırmak için yeterli ve kesin deliller olmadancezalandırıldığını, sunduğu delillerin tartışılmadığını, Yargıtay’a sunduğu delillerin ise hiçbirşekilde dikkate alınmadığını, Derece Mahkemesinin kararının dayanağı olan belgenin sahteolduğunun kendilerince ispatlandığı halde bunun ne İlk Derece Mahkemesince ne deYargıtay’ca dikkate alınmadığını ve tartışılmadığını bu sebeple adil yargılanma hakkının ihlaledildiğini ileri sürmektedir. Derece Mahkemesi ise müşteki ve tanık beyanları, müştekitarafından tutulan tutanak ve getirtilen TİB kayıtları ile adliye santral kayıtları ve diğerbulgulara dayanarak başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiş, Yargıtay, başvurucutarafından temyiz aşamasında sunulan savunma delillerine itibar etmemiştir. Başvurucunun iddialarının mevzuatın yorumlanmasına, delillerin değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
25.Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararının değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle,bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucununyargılama surecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecindekarşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili birşekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya dauyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafındandinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olanunsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgiya da belge sunmuş olması gerekir.
26.Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının açık bir keyfilik de içermediğianlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönündenincelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğunakarar verilmesi gerekir.
11- Ölçülülük İlkesi
|
RG No:29007-RG T.: 22.05.2014
B.No: 2013/1614 -K.T : 03.04.2014
40.Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. ”
41.Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasakoyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No. 2013/2187,19/12/2013, § 35).
42.Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (B. No. 2013/2187,19/12/2013, § 36).
45.Ancak belirtilen meşru temellere rağmen, bireyin temel haklarına yapılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Anayasa’nın13. maddesinde, bu orantının değerlendirilmesi noktasında nazara alınmak üzere, demokratik toplumda gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir.
47.Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir.
48.Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup, bu yönüyle her temel hak açısından kişiyedokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede, hakkın kullanılmasınıönemliölçüdegüçleştiren,hakkıkullanılamazhalegetirenveyaortadankaldıransınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Özel hayatın gizliliği hakkıbağlamındada, buhakkınortadankaldırılması, kullanılamazhalegetirilmesiveyakullanılmasının aşın derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkınözünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da, temel hak ve özgürlükleringereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararlan uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçüiçinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen oranlılık unsurlarını içermektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, K.T. 4/7/2013).
49.Bu noktada, belirtilen ölçütlereriayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için, müdahale teşkil ettiği ve özel hayatın gizliliği hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının göz önünde bulundurulması ve gözetilen genel yararın gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, özel hayatın gizliliğihakkının sınırlandırılmasında da göz önünde bulundurulmalıdır. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile, sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir.
50.Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde iki ayrı aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sınırlama ölçütünün seçimidir. İkincisi ise, ilgili sınırlamaölçütüçerçevesindeizlenenmeşruamacı gerçekleştirmeküzereyapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak kamusal makamlara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp, ihlal iddiasına konu önlemin anayasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması, yani müdahaleyi meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve orantılı olması gerekir.
51.Belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak, bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemektedir.
52.Mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına veyahut kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda, takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda, özel yaşamın gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda, takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığı şarttır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Oudgeon/Birleşik Krallık, B. No. 7525/76, 22/10/1981, § 52). Zira kişinin mahremiyet alanının gizliliği ve bu alana saygı gösterilmesi hakkının, bireyin kişisel güvenliği, varlığı ve kimliği için gerekli ve en temel haklardan biri olduğu açıktır.
53.Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdiryetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda, özel hayat kavramının salt mahremiyetalanına işaret etmeyip, bireylerin özel bir sosyal hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında, özellikle kamu görevlilerinin meslekî yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte bu kişilerin de, diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi, asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Özpınar/Tiirkiye, B. No. 20999/04, 19/10/2010). Özellikle bireyin temel haklarından biri olan özel yaşamın gizliliği hakkı ile kamu hizmetinin yukarıda belirtilen temellere uygun yürütülmesini gözetmek konusundaki meşru menfaat arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının göz önünde bulundurulması zorunludur.
54.Başvuruya konu disiplinişleminin yukarıda belirtilenmeşrutemellere dayandığı açık olmakla birlikte, başvurucunun özel hayatına bir müdahale teşkil ettiğianlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne dokunarak, onu anlamsız kılacak ölçüdeolmaması gerekmektedir. Bu noktada, somut başvuru özelinde başvurucunun Anayasa’nın20. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamunun yararı ya da yine bir başka bireyin yaran arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı incelenmelidir.
|
RG No:29051-RG T.: 05.07.2014
B.No: 2014/256 -K.T : 29.06.2014
78.Anayasa’nın 13. maddesi “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâikCumhuriyetingereklerine ve ölçülülükilkesineaykırı olamaz” demektedir. Anayasa’nın bu maddesi bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler kullanılarak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Başka bir deyişle Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri hak ve özgürlükler üzerinde yasayla yapılan bütün sınırlamalar bakımından geçerlidir ve sınırlamanın sınırını oluşturur.
79.Bu sebeple, bir temel hak ve özgürlüğe yönelik müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma,kanunlar tarafındanöngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,demokratik toplumdüzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Bu denetim sırasında Anayasa Mahkemesi öncelikle müdahalenin kanunilik şartına uyup uymadığını inceleyecektir. Zira kanuna dayanmayan bir müdahalenin, öze dokunmama, demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma ve ölçülülük gibi diğer güvencelere uygun olup olmadığı incelenmeden bir Anayasal hakkı veya özgürlüğü ihlal ettiği sonucuna ulaşılacaktır. Bu sebeple bir ilk olarak kanunilik unsurunun değerlendirilmesi gerekir. Kanunilik şartının sağlanması halinde müdahalenin Anayasa’da öngörülen amaçla yapılıp yapılmadığı ve daha sonra da diğer koşullara uygunluk denetimi yapılmalıdır.
87.Başkabir ifadeyle, Anayasa’ya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerinebırakılabilir. Buna karşın temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının ancak kanunlayapılacağına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi, bir kanun hükmü olmaksızın yürütme veidarenin bir hak ve hürriyeti ilk elden düzenleyici işlemle sınırlamasına izin vermez.
88.Dahası,Anayasa’nın 91.maddesinin birincifıkrası uyarınca sosyalve ekonomik haklar hariç olmak üzere temel hak ve hürriyetlere ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile düzenleme yapılamaz. Dolayısıyla kanun hükmünde kararname ile dahi düzenlenemeyecek temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenlemenin ilk elden idari düzenleyici işlemlerle yapılması Anayasa karşısında mümkün değildir.
89.Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının, keyfiliğe izin vermeyen,öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfi uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması Anayasa’ya aykırı olabilecektir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez, aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanarak yürütme organınca alınacak önlemler objektif nitelik taşımalı ve idarenin keyfi uygulamalarına sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemelidir (Bkz. AYM, E.1984/14, K.1985/7, K.T. 13/6/1985). Aksi bir durumda temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.
98.Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hakların sınırlandırılması için mutlaka kanuna ihtiyaç vardır. Avukatların duruşmalara “başları açık” olarak katılacaklarına dair bir kanuni sınırlama bulunmamaktadır. Gerek AİHM’in Leyla Şahin kararı ve gerekse deAİHM’nin dayandığı ve Türkiye’de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanındayanağı haline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararları, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan “kanunilik şartı”nı taşıyan kurallar olarak kabul edilemez.
99.Somut olayda avukat sıfatıyla katıldığı duruşmada İlk Derece Mahkemesinin başvurucuyu başörtüsü takması nedeniyle duruşmayı yapmayarak ertelemesi vebaşvurucunun müvekkiline kendisini yeni bir avukat tutmak üzere süre vermesi şeklindegerçekleşen din ve vicdan özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.
100.Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin varlığı halinde bulunması gereken ve Anayasa’nın13.maddesinde öngörülen (bkz. §§ 78-80) Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen meşruamaçlardan biri kapsamında olma, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama gibi kriterlere riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
|
RG No:29098-RG T.: 02.07.2014
B.No: 2012/1128 -K.T : 08.05.2014
39.Ancak, AnayasaMahkemesinin kararlarındadabelirtildiğigibi cezaiyaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (E.2010/104, K.2011/180, K.T. 29/12/2011).Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca, yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp, tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetleregetirilecek sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesineaykırı olamayacağını belirtirken, 5237 sayılı TCK’nın 3. maddesine göre de, suç işleyen kişihakkında işlenenfiilinağırlığıyla orantılıceza ve güvenlik tedbirine hükmolunmasıgerekmektedir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 36). AİHM de suçun niteliğinin ve verilencezaların ağırlığının, yapılan müdahalenin orantılılığı bakımından dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu kaydetmiş ve gerçekleştirilen müdahalenin “demokratik bir toplum için zaruri” olması gerektiğini belirtmiştir (Varlı ve diğerleri/Türkiye, 38586/97,19/10/2004).
|
RG No :29111 -RG.T. :06.09.2014
B.No: 2012 /1052 – K.T:23.07.2014
34.Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıcabu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâikCumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
44.Somut başvuruya konu yargılamada ıslaha yönelik talep hakkı kısıtlanan başvurucu, bilirkişi tarafından hesaplanan 96.249,00 TL maddi tazminatın ancak 50.000,00TL’lık kısmına kavuşabilmiştir. Bu şekilde tazminat alacağının kayda değer bir kısmındanmahrum kalan ve lehine adli yardım kararı verilmiş olması itibarıyla maddi durumununelverişsiz olduğu anlaşılan başvurucunun, katlanmak zorunda bırakıldığı külfetin, hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olduğu; dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No:29071-RG T.: 25.07.2014
B.No: 2013/1280 -K.T : 28.05.2014
51.Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiylehukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucular tarafından Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 13. maddesine ve dolayısıyla Anayasa’nın 40. maddesi hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, yargılama sürecinde hangi talep gerekçelerinin değerlendirilmediğinin belirtilmediği ve söz konusu hükümlerin nasıl ihlal edildiğineilişkinsomut biraçıklama ve kanıtlamada bulunulmadığıanlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (B.No. 2013/2103,14/1/2014, § 40).
|
RG No:29064-RG T.: 18.07.2014
B.No: 2013/1568 -K.T : 08.05.2014
39.Anayasa’nın35.maddesine göre kişilerin mülkiyetleriancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin haklan arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §37).
49.Yukarıdaki unsurlara bakarak, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faizeklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyin mülkiyethakkınınkorunması ile kamu yararı arasında olması gereken adildengeyibozarak,Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.
|
RG No:29022-RG T.: 06.06.2014
B.No: 2013/843 -K.T : 03.04.2014
38.Anayasa’nın “Temel hak vehürriyetlerinsınırlanması” başlıklı13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, busınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laikCumhuriyetingereklerineveölçülülükilkesineaykırıolamayacağıhükmebağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkınınsınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ileuyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
|
RG No:28966-RG T.: 10.05.2014
B.No: 2013/1780 -K.T : 20.03.2014
39.Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılmasımümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni görülmemişolan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak buhakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.
41.Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasakoyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer verilen güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır.
|
RG No:28942-RG T.: 15.03.2014
B.No: 2013/3339 -K.T : 06.02.2014
36.Başvurucunun, Anayasa’nın 40. ve Sözleşme’nin13. Maddelerinde düzenlenenetkilibaşvuru hakkınınihlaledildiğine yönelikiddiasının,bahsigeçenmaddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp,mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerlebağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkının ihlal edilipedilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğükonusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verebilmesi gerekmektedir(B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
37.Başvurucunun, etkili başvuru hakkının sağlanmadığı iddialarının, başvurunun temelini oluşturan adil yargılanma hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak elealınması zorunluluğu vardır. Dolayısıyla etkili başvuru hakkı, bağımsız nitelikte korumaişlevine sahip olmayıp, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuruyollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte bir haktır. Bu çerçevede, başvurucununadil yargılanma hakkı kapsamına giren bir hakkına yönelik müdahale bulunmamasınedeniyle etkili başvuru hakkının somut başvuru açısından uygulanabilmesi mümkündeğildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 34).
38.Sonuç itibariyle, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesine dayanan ihlal iddialarının konusu da, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olantemel hak ve özgürlüklerin koruma alam dışında kalmaktadır.
39.Açıklanan nedenlerle başvurunun, diğerkabul edilebilirlikkoşulları yönünden incelenmeksizin “konubakımından yetkisizlik” nedeniyle kabuledilemezolduğuna karar verilmesi gerekir..
|
RG No :28942-RG.T. :15.03.2014
B.No:2012/1246-K.T : 06.02.2014
78.Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkedenoluşmaktadır.”Elverişlilik”, öngörülenmüdahalenin,ulaşılmak istenenamacıgerçekleştirmeyeelverişliolmasını,”gereklilik”,ulaşılmakistenen amaçbakımındanmüdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasınınmümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmakistenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Bkz.,B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
79.AİHM de mülkiyet hakkına yapılanbir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararıamaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adilbir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin,mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmelerihalinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir. Bununla beraber Sözleşmeilekorunanmülkiyethakkı herdurumda tambedelinödenmesinigüvencealtınaalmamaktadır. Ekonomik reform ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş çaplıtedbirleri uygulamaya yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı amacıyla yoksun bırakılan mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılmasını ölçülülük ilkesine aykırı bulmayabilmektedir (bkz. Sporrong ve Lönnroth/îsveç, B. No:7151/75ve 72/52/75,23/9/1982, § 69;JamesveDiğerleri/İngiltere, B.No: 8793/79, 21/2/1986, § 54;Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve Diğerleri/İngiltere,B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120-121).
99.Bu çerçevede AİHM, Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faizödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin enflasyonun oldukça altında olmasısonucu tespit edilen bedelin değerini koruyucu nitelikte olmaması nedenleriyle birçokdavada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız veaşırı bir yük bindiği ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (bkz.,Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, § 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92,9/7/1997, § 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 6/7/2010, § 57-60).
100.BununlabirlikteAİHM, kamulaştırmabedelinin değerinde enflasyon nedeniyle meydana gelen ve kamulaştırma bedeliyle kıyaslandığında önemli yekûn tutmayan farkları, kamu yararı ile ilgilinin haklarının korunması arasındaki adil dengenin korunması bağlamında hesaplama yönteminden kaynaklanabilecek bir hata payı olarak yorumlamakta ve mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmemektedir (Bkz. Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01, 7/3/2002, Kurtuluş/Türkiye, B. No: 24689/06, 17/6/2006).
101.Devlettarafındanödenecekbirbedelinenflasyonkarşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir paraalacağının ödenmemesi halinde daha katı bir tutum sergileyerek %5’e kadar değerkayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (bkz.,Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması,mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Bunun yanında mahkemelerdegeçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybında isemeydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konudaulusal yargıcın belirli bir takdir imkânı olduğu gerekçesiyle daha esnek yorumlamakta bufarkın başvurucularaçısındanaşırı biryükgetirip getirmediğini inceleyerek kararvermektedir. Örneğin bahsedilen şekilde incelediği bir davada AİHM, %10,74’lük bir değerkaybının aşırı bir yük getirmediğine karar vermiştir (bkz. Güleç ve Armut/Türkiye, B. No:25/969/09,16/11/2010).
104.Başvuru konusu olayda taşınmazın 25/5/2010 tarihi değerine göre tespitedilen kamulaştırma bedelinin 148.061,69 TL’si başvurucuya gerçek değerin esas alındığıtarihten yaklaşık bir yıl önce 6/5/2009 tarihli acele el koyma kararıyla ödenmiştir. Kalan120.319,75 TL ise bedel tespiti davası sonunda verilen 3/2/2012 tarihli kararla ödenmiştir.İkinci ödemenin yapıldığı tarih ile bedelin esas alındığı tarih arasındaki %14,09 oranında enflasyon nedeniyle ikinci ödemede meydana gelen değer aşınması 16.953,00 TL olarakhesaplanmıştır. Bahsedilen değer aşınmasının kamulaştırma bedeli olan 268.388,44 TL’yeoranı % 6,32 olup bu değer kaybının başvurucu üzerine orantısız ve aşırı bir yük getirmediğiaçıktır. Ayrıca başvurucunun 25/5/2010 tarihi değerine göre tespit edilen kamulaştırmabedelinin 148.061,69 TL’sini değer tespitinin esas alındığı tarihten yaklaşık bir yıl öncealarak kullanma, tasarruf etme ve yatırıma dönüştürme imkânı ve avantajına sahip olduğudüşünüldüğünde % 6,32’lik değer kaybının başvurucu üzerinde meydana getirdiği yükündaha da hafifleyeceği anlaşılmaktadır.
|
RG No:28875 -RG.T. :07.01.2014
B.No : 2013 / 817 -K.T : 19.12.2013
37.Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
38.Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapı lan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
41.Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM,E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003). Bununla beraber gerçek karşılığının altında bir bedel ödenerek bir taşınmazın idareye geçmesi de Anayasa’nın 46. maddesi hükmüne açıkça aykırılığın yanında mülkiyet hakkına Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesini aşanve mülkünden yoksun bırakılan kişiye ulaşılmak istenenkamuyararıylakıyaslandığında ölçüsüzce ağır bir yük yükleyen ve makul olmayan müdahale niteliğindedir.
42.İdarenin, malikin rızasına gerek olmaksızın yapabileceği bir işlem olan kamulaştırma nedeniyle peşin ödemesi gerekenbedeliödemedegecikmesidurumunda hissedilir değer kaybına neden olan unsurların varlığının dikkate alınmaması halinde ödenen bedelin gerçek karşılık olaraknitelendirilemeyeceğiaçıktır(BenzeryöndekiAİHMkararı için bkz., AİHM, Yunan rafinerileri Stran ve Stratis Andreadis/ Yunanistan, B. No: 13427/87, 9/12/1994, § 82). Başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredekihissedilirdeğerkaybını telafi edecek biçimde faiz uygulanması gerekir. (Bkz. Scordino/İtalya (na:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).
60.Bu çerçevede AİHM, Türkiye’ de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faiz ödenerek durumun telafi edilmemesi veya ödenen faizin enflasyonun oldukça altında olması sonucu tespit edilen bedelin değerinikoruyucunitelikteolmamasınedenleriylebirçok davada başvuranların üzerinde meşru kamuyararıylahaklıgösterilemeyecekorantısızve aşırı bir yük bindiği vemülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Bkz. Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, § 48-50; Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 91711997, § 28-31; Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 61712010 , § 57-60).
62.Başvuru konusu kamulaştırılan taşınmaza enflasyon sonucu değerdeki aşınma ile piyasa değerinden daha düşük bir bedelin ödenmesini haklı gösterecek kamu yararına yönelik hiçbir meşru amaç tespit edilememiştir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Scordino/İtalya (no:J), B. No: 36813/97, 291312006 , § 102). Kamulaştırma bedeline değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması kamu yararı için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi için zorunlu bir durum da arz etmemektedir (Bkz. AYM, E.2008/58, K.2011/37,10/2/2011).
63.Yukarıdaki unsurlara bakarak, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyinmülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gerekenadildengeyibozarak, Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı birşekilde başvurucularüzerineorantısız ve aşırı bir yük binmesine sebep olarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlaletmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Yetiş/Türkiye, B. No: 40349/05, 61712010, § 56).
64.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinintespiti davasının 29/5/2003 tarihinde açıldığı ve Develi Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından dava tarihi esas alınarak belirlenen bedelin sekiz yıl sekiz ay sonra mahkemenin 12/1/2012 tarihli kararıyla başvuruculara faiz işletilmeksizin ödendiği, bu süre zarfında Merkez Bankası verilerine göre enflasyonda meydana gelen artışın %104,63 olduğu, bahsedilen değer kaybı oranı dikkate alındığında, başvurucuların üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yük bindiği sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No : 2013 / 252 – K.T : 26.06.2014
48.Anayasa’nın35.maddesinegörekişilerinmülkiyetleriancakkanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
51.Bu çerçevede AİHM, Türkiye’de kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ve enflasyon sonucu bedelin değerinde aşınma olması ile arada geçen sürede bedele faizödenerek durumun telafi edilmemesi nedeniyle birçok davada başvuranların üzerinde meşru kamu yararıyla haklı gösterilemeyecek orantısız ve aşırı bir yük bindiği ve mülkiyethaklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/12/1998, §48-50; Akkuş/Türkiye)
|
RG No :29232-RG.T. :10.01.2015
B.No : 2013 /5447-K.T:16.10.2014
104.AnayasaMahkemesiyerleşikiçtihatlarındademokratiktoplumu, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığırejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hak getirensınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle,temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratiktoplumdüzenininsürekliliğiiçinzorunluolduğuölçüdeveancak yasayla sınırlandırılabilirler” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir.Başka bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak,kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veyaölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsademokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T.28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
105.Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınmasıgereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gereklerive ölçülülük ilkeleri İki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasındabir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeniiçin gerekli olma şartı ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “Temel hak veözgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gereklinitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temelhaklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığınınincelenmesi gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca,temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi gerektiğinekarar vermiştir.
106.Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçlan ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi,ulaşılmakistenenamaçtanyola çıkılarak bu amaca ulaşılmakiçinseçilenaracındenetlenmesidir. Bu sebeple sendikaya üye olmama özgürlüğüne getirilen müdahalelerde,hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olupolmadığı değerlendirilmelidir.
107.Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan BEM-BİR-SEN’e üye olmayanların sosyal yardımdanyararlanmaları için anılan Sendikaya üye olanların ödedikleri aidatın iki katını ödemekzorundabırakılmaları, sendikaya üye olmama özgürlüğünü kısıtlama bakımından”demokratik bir toplumda gerekir ve “ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığı olacaktır.
108.Bu çerçevede sendikaya üye olmama özgürlüğüne yapılan müdahalenin, izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını belirleyebilmek için olayın bütünlüğünebakılarak bu özgürlüğün özüne zarar verilip verilmediğinin değerlendirilmesi gerekir.Sendikaya üye olmama şeklindeki negatif özgürlüğün özüne zarar verecek ve makulolmayan şekilde sendikaya üye olmaya zorlama, ölçüsüz ve orantısız bir müdahale olarakkabuledilebilir.AİHS’in 11. maddesi temelolarak,maddede düzenlenen haklarınkullanılması sırasında kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşıkorunmayıamaçlamaktadır.
109.Somut olayda, sosyal yardım ödemesi yapılmasının temel şartı olarak BEM- BİR-SEN’e üye olunması veya üye olunmasa dahi sendika üyelik aidatının ödenmesiningösterilmesi ve bu aidatın da üye olanların ödediği aidattan yüksek olması nedeniylesendikaya üye olmama özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı ve sendikayaüye olmama özgürlüğünün özüne müdahale niteliğinde olup olmadığı değerlendirilmiştir. “Sosyal Vardım Sözleşmesi” ile verilen sosyal yardımdan faydalanmak için Sendika üyesiolma zorunluluğu bulunmadığı, Sendikaya üye olmayanların da bu yardımdanyararlanabilecekleri, bunun için BEM-BİR-SEN üyesi olanların ödediği sendikal aidatınsadece iki katının ödenmesi şartı (sözleşmenin 14. maddesinin (a) bendi gereği sendikayaüye olanlardan sözleşmedeki aylık ödenek tutarından %2, üye olmayanlardan aylık %4 kadarkesinti yapılması şartı) bulunduğu dikkate alındığında, bu şart müdahale edilen hakkın özünüzedelemediği gibi, ölçüsüz bir müdahale olarak da nitelendirilemez. Zira sosyal yardımdanyararlanmak için anılan Sendikaya üye olma zorunluluğu bulunmamakta olup, yalnızca üye olanların ödediği sendika aidatının iki katının ödenmesi yeterlidir. Bu durum ise sendikaya üye olmama özgürlüğünün özüne yönelik orantısız ve makul olmayan bir müdahale olarak değerlendirilemez.
110.Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, BEM-BÎR-SEM’e üye olmayanların sosyal yardım sözleşmesinden yararlanmaları için anılan sendikaya üye olanların ödedikleriaidatın iki katını ödemeleri şartının sendikaya üye olmama özgürlüğüne yönelik orantısız birmüdahale olmadığı ve bu bağlamda demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülükilkesine aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 51.maddesinde düzenlenen sendikaya üye olmama özgürlüğünün ihlal edilmediğine kararverilmesi gerekir. Üye Engin Yıldırım bu görüşe katılmamıştır.
|
RG No :29252 -RG.T.:30.01.2015
B.No: 2013 /1821-K.T :05.11.2014
47.Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (benzer yöndeki bir karar için bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 98).
48.AİHM de konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin yukarıda anlatılan yaklaşımına (§§, 57-59) benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e göre “gerekli” kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç”ı (pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).
49.Dolayısıyla, başvurucunun on adetten fazla kitap bulundurmasına izin verilmemesi nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile oda veya koğuş düzeninin sağlanması arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, başvurucunun daha fazla kitap bulundurma talebinin reddine ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 87; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97).
50.Yapılacak değerlendirmelerde ifade özgürlüğünün “herkes”e tanındığının hatırda tutulması gerekir. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde kapatılmış bulunan bir hükümlü olan başvurucunun da, herkes gibi, Anayasa’nın 26. maddesi hükmünden yararlanacağı hususu her türlü tartışmanın dışındadır. Bununla beraber, disiplini bozacak faaliyetleri önlemeye yönelik hukuki düzenlemeler olmadan bir cezaevinde düzen sağlanması da düşünülemez. Bunlardan başka, bir kimsenin kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararına dayanarak cezaevine kapatılmasındaki amacın, onu özgürlüğünden mahrum etmek yanında, cezasının infazı bittikten sonra infaz dönemindeki çalışmalarla yeniden topluma kazandırılması olduğu hatırda tutulmalıdır.
51.Son olarak, Anayasa Mahkemesi kendi takdirini davada uygulamadan önce, müdahale ile hak arasında makul bir denge kurma konusunun, öncelikle kamu gücünü kullanan makamlara ait olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu konuda devletin bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu takdir yetkisinin genişliği birçok unsura, özellikle de söz konusu faaliyetin niteliğine ve sınırlamaların amacına bağlı olarak değişmektedir.
52.Somut başvuruya dönecek olursak Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan başvurucu yanında bulundurduğu kitap sayısının artırılması için Eğitim Kurulu Başkanlığına talepte bulunmuştur. Kurul, 31/8/2012 tarihli kararı ile tutuklu ve hükümlülerin yanlarında kütüphaneye ait beş adet ve kendilerine ait beş adet olmak üzere toplam on adet kitap bulundurmalarına müsaade edildiğini, ayrıca bu kitapları her on beş günde bir değiştirebildiklerini belirterek talebi reddetmiştir. Kurul kararına başvurucunun şikâyeti üzerine Ankara İnfaz Hâkimliği, hükümlülere yeterince kitap okuma imkânı verildiği, verilen kitapların da yenisi ile değiştirilme olanağının bulunduğu gerekçesiyle şikâyeti reddetmiştir. Anılan karara başvurucunun yaptığı itiraz ise Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
53.Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin, olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanarak yapıldığı ve keyfi olmadığının denetlenmesini kapsar. Müdahaleyle elde edilmek istenen amaç ile müdahalenin ağırlığının orantısızlığının açık olduğu bir davada sınırlama tedbirinin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Buna karşın farklı etkenlerin katılması nedeniyle bu orantının tartılmasının kolay olmadığı bir davada kamu gücünü kullanan makamlarca kurulan denge göz önünde bulundurulacaktır.
54.Başvuruya konu olayda cezaevinde oda veya koğuş düzeninin sağlanması için her on beş günde bir değiştirmek üzere mahkûmun cezaevi dışından beş kitap getirtmesine müsaade edilmektedir. Somut olayda başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ağır olduğu söylenemez. Buna karşın müdahalenin önemi ve ağırlığı bir olayın kendine özgü olguları ile yakın ilişki içerisindedir.
55.Bu sebeple başvurucuya, kütüphaneden alabileceği beş kitap ile birlikte toplam on kitabı aynı anda yanında bulundurmasına müsaade edilmek suretiyle yapılan sınırlandırmanın başvurucu üzerindeki etkisinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Başvurucu kitap sınırlaması nedeniyle araştırma ve incelemelerinin engellendiğini ileri sürmektedir. Buna karşın başvurucu araştırma ve incelemelerinin kapsamı ve mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yapmamıştır.Başvurucunun daha fazla sayıda kitap bulundurma talebi ise hükümlülere yeterince kitap okuma imkânı verildiği ve verilen kitapların da her on beş günde bir kez yenisi ile değiştirilme olanağının bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Üstelik başvurucu, kitap sayısı dışında kitaba erişiminin engellendiği yönünde bir şikâyette de bulunmamıştır.
56.Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, yüksek güvenlikli cezaevinde hükümlü olarak bulunan başvurucunun odasında bulundurduğu kitap sayısının on ile sınırlandırılması ile elde edilmek istenen oda ve koğuş düzeninin sağlanması amacına ulaşmak için yapılan sınırlama işleminin ölçülü olmadığı söylenemez. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin reddine karar verilmesi gerekir.
12- Kararların Gerekçeli Olması
|
Balyoz
RG No :29051 -RG.T. : 05.07.2014 Balyoz
B.No : 2013 /7800 -K.T: 18.06.2014
30.Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa,B. No: 34553/97, 21/3/2000,§33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenindavayayaklaşımı,başvurucularıniddialarına yanıtvermektenve başvurucularıntemelşikayetleriniincelemekten kaçınmalarınaneden olması halinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. Kuznetsov/ Rusya, B. No: 184/02,11/4/2007, §§ 84-85).
31.Öte yandan mahkemelerin,başvurucuların önemli bazı iddialarına yanıt vermemiş olması, kişinin iddialarının incelenmesi hakkının yanında, adil yargılanma hakkının önemli gerekliliklerinden biri olan mahkemelerin kararı gerekçelendirme yükümlülüğü ile de ilişkilidir. Zira bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil
yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı da kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır.
32.Nitekim AnayasaMahkemesi önceki kararlarında, Anayasa’nın, bütün mahkemelerin hertürlükararlarının gerekçeli olarakyazılmasını ifadeeden 141. maddesinin, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (bkz. B. No: 2013/3351,18/9/2013, § 49).
33.Derece Mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Özellikle taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesiönceliklederece mahkemelerinin görevidir (bkz.Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50). Bu nedenle, açıkça keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup
olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermek, Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (benzer değerlendirmeler için bkz. Garda Ruiz/İspanya, B.No. 30544/96,21/1/1996, § 28).
34.Buna karşınmahkemeler,”kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme'” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. Hadjıanastassıou/ Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33), tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir.
35.Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz (bkz. B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Bu nedenle, bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna
etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
36.Ayrıca, insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması gerekir. Buna göre, mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir
ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır.
37.Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu
şekildekigerekçelendirmenin mutlakadetaylıolmasışartdeğildir.Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir.
38.Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksızgörüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir
gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı yönünden zorunludur.
39.Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmışolması bir hak ihlaline neden olabilecektir.
40.Başvurucular somut davada, bir gazeteci tarafından Cumhuriyet Savcılığına teslim edilen 11,16 ve 17 no.lu CD’ler ile Gölcük Donanma Komutanlığında bulunan 5 nolu hard disk ve Eskişehir’de bir sanığın evinde bulunan flash bellekte yer alan dijital verilerin sahte olarak oluşturulduklarını, bu verilerde pek çok manipülasyon yapıldığım, savunma tarafınca yurtiçi ve yurtdışındaki çeşitli üniversite ve bağımsız kuruluşlardan alman bilirkişi
raporlarında mahkûmiyet kararının temel dayanağı olan dijital verilerdeki mani pülasyonların ortaya konulduğunu ve dijital veriler üzerinde iki bine yakın çelişkinin ortaya çıkartıldığım, buna rağmen İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay’ın bu raporları dikkate almadığını ve dikkate almama nedenlerinin makul bir gerekçeyle izah etmediklerini ileri sürmüşlerdir.
41.Başvurucuların, esas olarak sanıklardan elde edilmemiş, Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan bir bilgisayarda hazırlandığı kanıtlanamamış, zaman, mekan vemuhteva çelişkileri bulunan ve bu sebeple esas itibariyle sahte olarak oluşturulmuş dijitalbelgelere dayanarak suçlandıkları yolundaki savunmalarına karşı Mahkemenin aşağıdaözetlenen gerekçelerinin makul, başka bir deyişle yeterince açık ve yeterli olup olmadığınıntespiti için başvurucular tarafından sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarınındenetlenebilir, makul yanıtının verilmesi gerekir (bkz. gerekçeli karar, s.874-904).
58.Tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekleyükümlüdürler. Mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebigözetme zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden olan temellereasgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz.
66.AİHM,bilirkişiraporlarının kapsamınıoldukça genişbirşekildeyorumlamaktadır. Bilirkişi raporlarının yazılı ya da sözlü olabileceği gibi inceleme konularıaçısından da bilimsel, teknik ya da olay analizleri şeklinde olabileceğini kabul etmektedir(Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06,13772/05, 25/7/2013, § 717).
68.Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Savunma makamınıntanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri delillerin kabuledilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dahilindedir {bkz.S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). AİHM’e göre, derece mahkemeleri, Sözleşmeile uyumlu olmak koşuluyla, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcıolmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (bkz.Huseyn ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05,26/7/2011, § 196).
70.Kural olarak, bilirkişilerin sunduğu rapor ve mütalaalar derece mahkemeleri açısından bağlayıcı olmamakla birlikte, İlk Derece Mahkemesi tarafından esasa ilişkindeğerlendirmeler yapılırken Cumhuriyet Savcısı tarafından sunulan bilirkişi raporlarınınbelirleyici bir etkisi olmuştur. Başka bir deyişle somut davada İlk Derece Mahkemesi,yalnızca Cumhuriyet Savcısı tarafından sunulan bilirkişi raporlarına itibar etmiş, bu raporlara karşın başvurucuların savunmalarının bir parçası olarak sundukları bilirkişi rapor ve uzman görüşleri ise dikkate alınmamıştır. Mahkeme ayrıca başvurucuların, mahkumiyet kararının dayanağı olan dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı iddialarınıdeğerlendirmek üzere mahkemenin bilirkişi heyeti tayin etmesi ve rapor aldırması yönündeki taleplerini de yeterli olmayan gerekçe ile reddetmiştir.
72.Açıklanan nedenlerle, dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikayetler yönünden, başvurucuların sundukları bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının İlk Derece Mahkemesincekabul edilmemesivebukonularda Mahkemecebilirkişiincelemesi yaptırılması yolundaki taleplerinin de yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, “gerekçeli karar hakkına” ve “silahların eşitliği” ilkesine aykırı olduğundan, Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
- Tanık Dinlenmesi Talepleri Yönünden
75.AİHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturmasırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmadave sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla birlikte, eğerbir mahkûmiyetsadeceveya belirleyiciölçüde,sanığınsoruşturma veya yargılamaaşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilenifadeleredayandırılmışise,sanığınhaklanAİHS’nin6.maddesindekigüvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
76.Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir(Huseynve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05,35680/05 ve 36085/05,26/7/2011, §196).
77.Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygunolup olmadığının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dahilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması içinniçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B. No:2013/99,20/3/2014, §54).
78.Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle,bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucununyargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecindeiddia makamının sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkilibir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya dauyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafındandinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olanunsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin biriddianın dayanaklarıyla ileri sürülmüş olması gerekir (B. No: 2013/2767,2/10/2013, § 22).
79.Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davayailişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olupolmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamadageçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olupolmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemeningörevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığınındeğerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213,4/12/2013, § 27).
80.Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmakhususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzeredelillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda,delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığındadeğerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213,4/12/2013, § 27).
86.Ayrıca 1. Ordu Komutanlığı merkezli bir yapılanmanın darbe amacına yönelik faaliyetlerinin Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığınca öğrenildiği veteşebbüs edilen suça engel olunduğu kabul edildiğine göre, toplanan kanıtlara göre tanıkolarakdinlenmesitalepedilenanılan görevdekikişilerinbeyanlarınınkararaetkisibulunmadığı gerekçesi makul değildir.
88.Başvurucuların tanık olarak çağrılmalarını istedikleri kişilerin, gösterdikleri tutum ve görevleri kapsamında yaptıkları işlemlerle suçun işlenmesini engellediklerininkabul edilmesi karşısında, bu kişilerin beyanları sadece sanıklar lehine sonuç doğuracaktanık beyanı olmanın ötesinde bir delil niteliği taşımaktadır. Bu nitelikteki bir delilinyargılama bakımından belirleyici özelliği dikkate alındığında aleni bir duruşmada vesanıkların huzurunda ortaya konulması gerekir.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2012 /1108-K.T: 16.07.2014
104.Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararlarıiçinbkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy’Rusya, B. No:72967/01, 1/3/2007, § 91). Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerekbir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancakaşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM karan için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03,9/7/2009, § 79).
105.İtiraz veya temyizmerciinin, itirazveya temyizincelemesinekonu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararınıayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkiletmez (Benzer yöndeki AİHM karan için bkz: Garda Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96,21/1/1999, §26).
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /2738 -K.T: 16.07.2014
80.Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hemkamununmenfaatiniilgilendirmekte olup, kararıngerekçesihakkında bilgisahibiolunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenlemahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (B.No. 2013/1780,20/3/2014, § 67).
81.Mahkemekararlarınıngerekçeliolmasıadilyargılanmahakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia vesavunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçegösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birliktebaşvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarınıncevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra, kanun yolumahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiğişeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilkderece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklindeyorumlanması uygun olup, bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkemekararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (B.No. 2013/1213,4/12/2013, § 26)
86.Biranayasalhakkınihlaliiddiasınıiçermeyen,yalnızcaderece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkçadayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışındabırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadakiolaylarınkanıtlanması,hukukkurallarınınyorumlanmasıveuygulanması,yargılamasırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derecemahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireyselbaşvuruincelemesindedeğerlendirmeyetabi tutulamaz.Anayasada yeralan hak veözgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası içermedikçe derecemahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde elealınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatasıbulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No.2012/1027, 12/2/2013, §§ 25-26).
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /5274-K.T: 16.07.2014
87.Tutuklamatedbirinekişilerinsuçluluğuhakkındakuvvetlibelirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veyadeğiştirilmesiniönlemek maksadıyla başvurulabilir.Başlangıçtakibututuklamanedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süregeçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğiningerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğütakdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanınkarmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecinişleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birliktedeğerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No:2012/1137,2/7/2013, §63).
90.Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçelergösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkündeğildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmedentutuklama kararıvermek yada tutukluluğudevamettirmekbuçerçevededeğerlendirilmemelidir (B. No: 2014/85,3/1/2014, § 46).
91.İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararma ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılıolarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez(B.No: 2014/85,3/1/2014, §46).
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /4495-K.T: 17.07.2014
47.Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmişolduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucularındile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkintemyizbaşvurularıyla başvurucularınusulihaklarınınihlaledildiğineyönelik somutşikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarakgörülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
55.Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları vegösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davayailişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olupolmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer yöndeki AİHMkararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No:10590/83, 6/12/1988, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamındaolmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olupolmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanınyürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflaraiddialarım sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili dedâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınmasıgerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının dayargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
57.Görüldüğü üzere başvurucu tarafından açılan alacak davasında, başvurucunun avans olarak davalıya ödeme yaptığı kabul edilmesine ve Mahkemece somut delillere dayalıolarak 8/6/2010 tarihinde davanın kabulüne kararverilmesine rağmen, bu kararınbozulmasından sonra, davalı TOKİ’nin, avans ödemesinin taksitlerden mahsup edildiğisavunması yeterince açıklığa kavuşturulmadan, varsayım üzerine davanın reddine kararverildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla Mahkemenin, davanın kabulüne dair ilk kararında vardığı sonucun tam tersi bir sonuca varsayımla ulaşması ve bunu ikna edici şekilde gerekçelendirememesi adil bir yargılama olmadığını göstermektedir. Başvurucu, tüketilmesi gereken ve etkili kanun yolu olan temyiz yolunda da aynı iddiayı dile getirmiş ise de Yargıtay kararında da bu iddia karşılanmamış ve Derece Mahkemesinin iddiayı cevapsızbırakması tutumu aynen kabul görmüştür. Bu şekilde, başvurucunun Göçmen KonutlarıProjesi kapsamında avans olarak yaptığı ödemenin, davalı TOKİ’nin savunmasıdoğrultusunda taksitlerden mahsup edilip edilmediği yeterince tartışılmamış, tarafların iddiave savunmaları karşılanmamıştır. Bu nedenle, yargılama süreci bir bütün olarakdeğerlendirildiğindebaşvurucunungerekçeli kararhakkının ihlal edildiği sonucunavarılmıştır.
|
RG No :29064-RG.T. : 18.07.2014
B.No : 2011/1269 -K.T:08.05.2014
53.Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmişolduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. Garda Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96,21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin detartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usuli haklarınınihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçelikarar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
56.Görüldüğü üzere, aleyhine açılan alacak davasında başvurucu tarafından borçlu olmadığını ifade eden ve buna ilişkin asıl iddia olarak dayanılan mecburi hizmetyükümlülüğünün çalıştığı kuruma aktarılmasının yapılması ve yapılan düzenleme uyarıncabu talep için süre şartının bulunmadığı itirazlarının sadece bilirkişi raporundadeğerlendirildiği, bilirkişinin uyuşmazlığın çözümü için mahkemeye yardımcı olmaktanbaşka bir görevinin bulunmadığı ve hazırladığı raporun yargı kararı niteliği taşımadığı açıkolduğundan, mahkeme kararında tartışılmayan ve gerekçelendirilmeyen başvurucununiddiasının bilirkişi raporunda dile getirilmiş olması dolayısıyla karşılanmış olduğununkabulünün mümkün olmadığı, kararın temyiz aşamasında da aynı iddia ileri sürülmüşolmasına rağmen temyiz hakkında verilen kararda da bu hususa ilişkin bir gerekçeye yerverilmediği görülmektedir.
57.Bu durumda, başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan mecburi hizmet yükümlülüğünün çalıştığıkuruma aktarılabileceği ve bunun için süre şartının bulunmadığı iddiası, İlk DereceMahkemesi kararında tartışılmamış ve karşılanmamıştır. Başvurucu, tüketilmesi gereken veetkili kanun yolu olan temyiz yolunda da aynı iddiayı dile getirmiş ise de Yargıtay kararındada bu iddia karşılanmamış ve İlk Derece Mahkemesinin iddiayı cevapsız bırakması tutumuaynen kabul görmüştür. Bu nedenle, yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğindebaşvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
|
RG No :29052 -RG.T. : 06.07.2014
B.No : 2013 /409 -K.T: 25.06.2014
118.Gerekçe gösterme ödevinin kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve bu ödevin kapsamı somut olayın içerisinde bulunduğu koşulların değerlendirilmesiylebelirlenebilir.Anayasa’nın141.maddesinin dördüncü fıkrasımahkemeleri verdiklerikararlar için gerekçe göstermekle yükümlü tutmakla birlikte, bu yükümlülük, her iddiayaayrıntılı bir yanıt vermenin gerekli olduğu şeklinde anlaşılamaz (Benzer yöndeki AİHMkararı için bkz. Garcia Ruiz/İspanya, B.No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
119.Gerekçeli karar hakkı, hem ilk derece mahkemesi hem de itiraz ve temyiz mahkemesi kararları içingeçerlidir. Ancaküstmahkemelerolantemyizveitirazmercilerinin karar gerekçelerinin ayrıntılı olması zorunlu değildir. Temyiz ve itiraz merciininyargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz ve itiraz merciinin bir şekilde itirazda dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No:2013/3351, §50, 18/9/2013).
120.Başvuruya konu kitabın toplatılmasına ilişkin TMK 10. Madde ile Görevli İstanbul 2 No.lu Hâkimliğin el koyma kararında Mahkeme, el koyma kararını; söz konusukitabın yazarının silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalanolması, kitabın kapağında Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılarak içininyazılarla belirginleştirilmesi ve kitabın 173, 178, 276, 278, 284, 304, 307, 312, 324, 327,359, 391, 408, 412 ve devamı sayfalarında silahlı terör örgütü PKK’nın propagandasınınyapılması şeklinde üç ayrı gerekçeye dayandırmıştır (bkz. § 14). İtiraz mercii olan TMK 10. Madde ile Görevli İstanbul 3 No.lu Hâkimliği ise itirazı, herhangi bir somut gerekçe belirtmeksizin “suçun vasıf ve mahiyeti, “kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların oluşu”,”mevcut delil durumu” gibi genel geçer ifadelerle reddetmiştir (bkz. § 16, 17).
121.Başvuru konusu kitaba el konulması kararı bir koruma tedbiri niteliğindedir. El koyma kararının gerekçesinin yeterli olup olmadığını değerlendirirken maddi gerçeğe ulaşabilmek ve sonuçta verilen kararların uygulanabilmesini sağlamak amacıyla başvurulan koruma tedbirlerinin geçici olduklarını da göz önüne almak gerekir. Bu davada daha esaslı
ve ikna edici gerekçelerin olması arzu edilebilir olmakla birlikte, ilk derece hâkimliğinin el koyma kararında ilerisürülen gerekçeler ile itiraz merciininilk derece hâkimliğin gerekçelerini benimseyen kararında yeterli gerekçe bulunmadığı da söylenemez.
122.Açıklanan nedenlerle, bir bütün olarak değerlendirildiğinde, gerekçeli karar hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :29051 -RG.T. : 05.07.2014
B.No : 2014 /256 -K.T :25.06.2014
119.Bu aşamada kamu gücünü kullanan organların ayrıcalıklı muameleyi haklı ve objektif gerekçeye dayandırması, somut olayın koşullarında başörtüsü takmayan tüm kadınavukatlar duruşmalara girebiliyorken yalnızca başörtülü olması nedeniyle başvurucununduruşmalara alınmamasındaki zorlayıcı toplumsal sebeplerin gösterilmesi gerekir.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2012 /1034 -K.T: 20.03.2014
32.Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma veadil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hakarama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak veözgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkiligüvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
33.Anayasanın 141. maddesinde güvence altına alman gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında kararlarındayandığı hukukigerekçenin yeterliaçıklıktagösterilmesini gerektirir. Bununla birlikte mahkeme kararlarının gerekçesinde tarafların tümiddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerekçeninayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanakoluşturacak hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır.
34.Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, taraflarınkanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. NGerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağıgibibahsedilenkanunyolunda yapılacakincelemenindeetkinolmasıbeklenemez.
40.Nitekim AİHM, bir ceza davasında beş günlük kısa temyiz süresi nedeniylegerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeden temyiz başvurusu yapmak zorunda kalan birbaşvurucuyla ilgili olarak yaptığı incelemede; sözleşmeci devletlerin yargı sistemlerinin 6. maddeye uygunluğunu sağlamak konusunda bir tercih özgürlüğüne sahip olduklarını, bunun yanında ulusal mahkemelerin kararlarını hangi gerekçelere dayandırdıkları konusunda yeterli açıklığı sağlamalarının zorunlu olduğunu, kişilerin sahip olduğu temyiz hakkını etkili bir biçimde kullanabilmesinin diğer unsurlar yanında bu koşula bağlı olduğunu, kendisinin görevinin de bu bağlamda devletlerin tercih ettiği yöntemlerin 6. maddeye uyumlu sonuçlar doğurup doğurmadığını incelemek olduğunu ifade ederek söz konusu başvuruda adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Bkz., Hadjianatassiou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33)
41.Başvuru konusu olayda, başvurucunun 8 günlük temyiz süresi içerisinde süre tutum dilekçesiyle yaptığı temyiz başvurusunun Yargıtay’ca ilk derece mahkemesiningerekçeli kararı başvurucuya tebliğ edilmeden onanması nedeniyle, başvurucu temyizbaşvurusunu mahkemenin gerekçesini bilmeksizin yaptığından ve Yargıtay başvurucununtemyiz itirazlarını almaksızın temyiz incelemesi yaptığından gerekçeli karar hakkına uyumlu bir yargılama yapılmadığı ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği açıktır.
42.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
46.Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararı başvurucuyatebliğ edilmeden Yargıtay’catemyiz aşamasındaonamakararı verilmesinden kaynaklandığından ve başvurucuya ilk derece mahkemesi kararının gerekçesini bilerek ve bu gerekçeye karşı iddialarını sunacak şekilde temyiz başvurusu yapma imkânı verilmesinde hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucuya temyiz başvurusu yapma imkânı verilmesi amacıyla dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /1780 -K.T: 20.03.2014
68.Başvuru konusu olayda, iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle yürütülen yargılama neticesinde kurulan hükmün gerekçesinde, özellikle başvurucununtoplantıya çağrı tutanağının kendisi tarafından imzalanmadığı ve imzanın sahte olduğuiddiasına karşılık olacak şekilde, 7201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinde yer alan vebağımsız bölüm maliklerine tebligat hususunu düzenleyen özel hükme dayanılarak yapılantebligatın geçerli olduğuna karar verildiği, bu suretle başvurucu tarafından ileri sürülen vehüküm sonucunu etkilediği iddiaedilentalebinin ilkderecemahkemesi kararındadenetlenerek reddedildiği, ilk derece mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukukauygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bukapsamda yerelmahkemegerekçesinibenimsediğianlaşılankanunyolumerciincekararlarda ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği anlaşılmakla, başvurucunun gerekçeli kararhakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönündenincelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28896 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2012/1034-K.T:20.03.2014
27.Başvurucu, diğer davaların aksine kendisinin başvuruya konu davasında ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararı kendisine tebliğ edilmeden kararın Yargıtay’caonanmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ve temyiz sebeplerini belirtseydi davanın lehinesonuçlanabileceğini ve işine geri dönebileceğini iddia etse de Anayasa’nın 10. Maddesininilk fıkrasında sayılan hangi nedene dayalı olarak veya hangi sebeple ayrı muameleyapıldığından bahsetmemiştir. Başvurucunun çalışma ve sözleşme hürriyetine yönelikşikâyeti ise adil yargılanmış olsa idi davanın lehine sonuçlanacağı iddiasını taşımakta vedoğrudan çalışma ve sözleşme hürriyetine yönelik olmadığından ayrıca incelenmesine gerekgörülmemektedir. Başvurucu, başvuru dilekçesinde genel olarak adil yargılanma hakkınınihlal edildiğini ifade etmiş, silahların eşitliğinden ayrıca bahsetmemiştir. Bunun yanındabaşvurucuyla beraber davalıya da ilk derece mahkemesi kararı tebliğ edilmeden temyizincelemesi yapıldığından başvurucunun davalıya göre zayıf konuma düşürüldüğü ya da usuli haklar bakımından davalıyla farklı koşullara tabi tutulduğu da söylenemez.
39.Uygulamada, iş mahkemelerinde, 8 günlük temyiz süresi tefhim ile başladığından, bir kısım mahkemeler gerekçeli karan taraflara tebliğ etmemekte, bir kısımmahkemeler ise gerekçeli kararı her halde taraflara tebliğ etmektedir. Bu durum somutbaşvuruda olduğu gibi bazı davalarda tarafların mahkemelerin gerekçesini bilmeden temyizbaşvurusu yapmak zorunda kalmasına ve temyiz incelemesinde davanın taraflarının temyizgerekçeleri bilinmeden inceleme yapılmasına neden olmaktadır. İlk derece mahkemesikararının gerekçesini bilmeyen kişilerin temyiz hakkını gereği gibi kullandığı ve taraflarıntemyiz nedenlerini bilmeyen temyiz merciinin de temyiz incelemesini sağlıklı bir şekildeyaptığı söylenemez. Bahsedilen şekilde yapılan temyiz başvurusu ve temyiz incelemesi,gerekçeli karar hakkı bağlamında adil yargılanma hakkına uygun olmayan bir yargılamayapılmasına sebebiyet vermektedir.
40.Nitekim AİHM, bir ceza davasında beş günlük kısa temyiz süresi nedeniyle gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeden temyiz başvurusu yapmak zorunda kalan birbaşvurucuyla ilgili olarak yaptığı incelemede; sözleşmeci devletlerin yargı sistemlerinin 6.maddeye uygunluğunu sağlamak konusunda bir tercih özgürlüğüne sahip olduklarını, bununyanında ulusal mahkemelerin kararlarını hangi gerekçelere dayandırdıkları konusunda yeterliaçıklığı sağlamalarının zorunlu olduğunu, kişilerin sahip olduğu temyiz hakkını etkili birbiçimde kullanabilmesinin diğer unsurlar yanında bu koşula bağlı olduğunu, kendisiningörevinin de bu bağlamda devletlerin tercih ettiği yöntemlerin 6. maddeye uyumlu sonuçlardoğurup doğurmadığını incelemek olduğunu ifade ederek söz konusu başvuruda adilyargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Bkz., Hadjianatassiou/Yunanistan,B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33)
41.Başvuru konusu olayda, başvurucunun 8 günlük temyiz süresi içerisinde süre tutum dilekçesiyle yaptığı temyiz başvurusunun Yargıtay’ca ilk derece mahkemesiningerekçeli kararı başvurucuya tebliğ edilmeden onanması nedeniyle, başvurucu temyizbaşvurusunu mahkemenin gerekçesini bilmeksizin yaptığından ve Yargıtay başvurucununtemyiz itirazlarını almaksızın temyiz incelemesi yaptığından gerekçeli karar hakkına uyumlu bir yargılama yapılmadığı ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği açıktır.
|
RG No :28946 -RG.T. : 19.03.2014
B.No : 2013/7204-K.T: 20.02.2014
44.Temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu yaaynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemliolan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No:2013/5486,4/12/2013, §57).
45.Somut olayda Mahkeme, bozma kararında öngörülen gerekçeye uygun olarak, iş akdinin davalı tarafından haksız feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm onanmıştır (bkz. § 15). Dolayısıyla Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
46.Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu yönü itibarıyla diğer kabul edilebilirlik koşulları yönündenincelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğunakarar verilmesi gerekir.
|
RG No :28982 -RG.T. : 25.04.2014
B.No : 2012 /1254 – K.T : 07.03.2014
34.Somut olayda başvurucu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesinin bulunmadığını, delillerin gerekçede gösterilmediğini belirterek, gerekçeli karar hakkınınihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, Ankara19. Asliye Ceza Mahkemesincebaşvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozma ilamıdikkate alınarak, başvurucunun fiillerinin hakaret niteliğinde olduğu ve 5 yıllık uzamış cezazamanaşımı süresinin geçmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, bu şekildebaşvurucunun iddiaları zımnen reddedilmiştir (bkz. § 12). Yargıtaytarafından daMahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerekhüküm onanmıştır (bkz. § 13). Dolayısıyla Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesizolduğundan da söz edilemez.
|
RG No : 28864RG.T. :27.12.2013
B.No: 2013/1213 K.T: 04.12.2013
28.Somut başvuru açısından, başvuruya konu Mahkeme kararında, çekin bir ödeme vasıtası olduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğininkabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilincebeyanedildiği vebu itibarlabaşvurucuların iddialarını ispatedemedikleri gerekçesine dayanılarak başvurucuların davasının reddine karar verildiği ve ilk derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu Mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, ayrıca başvuru dosyası kapsamından başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, yargılamaya etkin olarak katılma imkânının ellerinden alındığına ve yargılamadaki konumlarının önemli bir zarar gördüğüne dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :28864-RG.T. :27.12.2013
B.No : 2013/1942-K.T : 04.12.2013
69.Somut olayda, Enerji Bakanlığının geçici kabul heyeti üyeleri hakkında görevi kötüye kullanma suçu açısından soruşturma izni verilmemesi yönündeki kararı, AşkaleBaşsavcılığının ve müşteki durumundaki başvurucuların itirazı üzerine Ankara Bölge tdareMahkemesi tarafından incelenmiş ve anılan Mahkemenin 9/1/2013 tarih E.2012/484 veK.2013/11 sayılı kararında “ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan tespitlerin isnatedileneylemden dolayıCumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasınıgerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı anlaşıldığı” belirtilerek adı geçenler hakkındasoruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların itirazını, suça konu olayın gerçekleştiği yerin HES projesinin geçici kabulü ile görevlendirilen teknik heyetin yetki kapsamı dışında olduğunu ayrıntılı olarak açıklayan”ön inceleme raporu” ve eklerine atıf yapması nedeniyle Bölge İdare Mahkemesininkararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
|
RG No :28864-RG.T. :27.12.2013
B.No : 2013/5486 -K.T: 04.12.2013
58.Somut olayda, Mahkemece, tarafların iddia ve savunmaları ile tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, hukuk kuralları ile toplu iş sözleşmeleri yorumlanmak suretiyledavanın reddine karar verilmiştir (§9). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararıngerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmıştır(§ 10). Dolayısıyla Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
|
RG No :28842 -RG.T. :05.12.2013
B.No : 2013 /772-K.T : 07.11.2013
31.Mahkeme kararının çelişkili olduğu iddiası, kararın gerekçesinin doyurucu, ikna edici ve yeterli olmadığı şikâyeti olup, adil yargılanma hakkının unsurlarından olangerekçeli karar hakkı başlığı altında incelenmesi gerekir.
34.4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinde işverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı, 18. maddesinde ise feshin geçerli sebebe dayandırılması düzenlenmiştir. Bubağlamda, haklı nedenle fesih sebepleri, geçerli nedenle fesih sebeplerinden daha ağırnitelikte olup tarafların birbirlerine karşı duydukları güven ve sadakat duygularının bir daha kurulamayacak şekilde temelinden çökmesi durumunu ifade eder. Kararda geçen ve çelişkili olduğu iddia edilen söz konusu ifadeler, aradaki bu farka işaret etmekte olup, başvurucunun davranışlarının haklı nedenle fesih oluşturacak ağırlıkta olmamasına rağmen geçerli fesih sebebinin oluştuğunu ve feshin geçerli olduğunuifade etmek maksadıyla kullanıldığı anlaşılmış olduğundan mahkeme kararında başvurucunun iddia ettiği gibi bir çelişkinin olmadığı ve gerekçeli karar hakkına yönelik bir hak ihlalinin bulunmadığı açıktır.
|
RG No :29111-RG T. :06.09.2014
B.No : 2013 /8975-K.T:23.07.2014
Ali İsmail Korkmaz
19.Başvurucu oğlunun ölümüyleilgilikamu davasının Eskişehir ilinden Kayseri iline nakli nedeniyle yargılamanın adil ve etkili biçimde yürütülemeyeceğini, kamugörevlileriyleilgilibirdavanınnaklineilişkinkararınAdaletBakanlığınınbaşvurusu üzerine verilmesinin yargılama makamının tarafsızlığına ve bağımsızlığınagölge düşürdüğünü, davanın nakli kararına yapılan itirazın incelenmeksizin reddedildiğinibelirterek adil yargılama ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalingiderilmesi amacıyla yeniden karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesinegönderilmesini talep etmiştir.
23.Başvuru kapsamında yaşam hakkının korunmasıyla ilgili bir şikâyet ileri sürülmemiş ise de, Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukukinitelendirmesiilebağlıdeğildir.Doğalolmayanbir ölümolayınınsorumlularınınbelirlenmesi amacına yönelik bir yargılama nedeniyle yapılan başvurunun yaşam hakkıçerçevesinde incelenmesi gerekir (B. No: 2012/695,12/2/2013, § 15).
33.Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir hukuk yoludur. Bu nedenle, ihlal iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmekte olup, ancak somut koşullar itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağı veya etkili olmadığının anlaşılması halinde başvuru incelenebilir.
35.Bu aşamaya kadar geçen süre ve bu sürede soruşturma ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alındığında, kamu davasının nakline ilişkin süreç de dahil olmak üzere yaşam hakkını koruyan hukukun etkisiz olduğunu ve olağan başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağını kabul etmek mümkün değildir.
36.Açıklanan nedenlerle, “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır
KARŞIOY GEREKÇESİ
3.Anayasanın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” denilmiştir. Davanın nakline ilişkin kararların da buanayasal kuralın istisnasını oluşturmayacağı ve gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, gerek Anayasa Mahkemesinin içtihatlarında standardı konulan “ilgili ve yeterli gerekçe” içermesinin zorunlu olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
5.Başvurucu, adil yargılanma hakkı kapsamında şikayette bulunmuş ise de bir insan öldürme olayının sorumlularının bulunarak cezalandırılması amacına yönelik biryargılama nedeniyle yapıldığından, başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesigerekir. Bu nedenle olayda, yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edilip edilmediğiincelenmeli ve yaşam hakkının korunması bağlamında davanın naklinin yeterli güvencelertaşıyıp taşımadığı değerlendirilmelidir. Bu bağlamda davanın naklinin ilgili ve yeterligerekçeye dayanıp dayanmadığı hususu önem taşımaktadır.
6.Olayda kamu görevlilerinin de sanık olması dolayısıyla davanın naklinin, yaşam hakkının usuli boyutu üzerinde olumsuz bir etki yaratıp yaratmayacağı hususunda birdeğerlendirme yapmak için bu aşamada yeterli somut veri bulunmamaktadır. Ancak,başvurucunun iddiası bu etkinin olumsuz olacağı yönündedir. Bu kaygı ve kuşkunun, davanın naklini zorunlu kılan nedenlerin ve yeni yargılanma yerinin nasıl belirlendiğiningerekçeleriyle birlikte açıklanması suretiyle giderilmesi gerekir.
7.Yargıtay’ın, davanın nakli istemi üzerine vereceği karar, Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında da ifade edildiği üzere, idari bir makam olan Adalet bakanlığının istemini otomatik olarak sonuca bağlamaktan ibaret değildir. Nakil konusundaki kararın da diğer yargı kararlan gibi gerekçeli olması gerekir. Ancak başvuru konusu olayda Yargıtay kararında davanın neden dolayı Eskişehir’de görülemeyeceği konusunda bir değerlendirmeye yer verilmediği gibi niçin Kayseri’ye nakledildiği konusunda da bir gerekçe belirtilmemiştir. Bu durumda katılan tarafın gerekçeli karar hakkının gözetilmediği açıktır. Kaldı ki karar verilmeden önce Yargıtay Başsavcılığının da görüşü alınmamıştır.
8.Olayda, Adalet Bakanlığının başvurusu üzerine Yargıtay, davanın Eskişehir’den Kayseri’ye nakline karar vermiştir. Karar sürecinde davaya bakacak Mahkemenin istemi üzerine Eskişehir Valiliğinin, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının ve Adalet Bakanlığının görüşleri alınmış ise de katılan tarafın (başvurucunun) görüşü alınmamış, bu konudaki görüşlerini, itirazlarını ve varsa delillerini ortaya koyma fırsatı verilmemiştir. Yaşam hakkının usuli güvenceleri, bu noktada silahların eşitliği ilkesinin gözetilmesini gerektirir, Mağdur tarafın görüş ve itirazlarının dinlenmemesi, silahların eşitliği ilkesine aykırıdır. Devletin yaşam hakkının usuli boyutunda gözetmesi gereken silahların eşitliği ilkesini göz ardı ederek soruşturma ve kovuşturma yürütmesi, hak ihlaline yol açar.
9.Yargıtay’ın kararına karşı itiraz edecek başka bir merci bulunmamaktadır. Davanın nakli konusu nihai hükümle birlikte de temyiz incelemesine tabi tutulamayacaktır. Öldürme olayına ilişkin dava nihai kararla sonuçlandığında yaşam hakkının yeterince gözetilip gözetilmediği konusunda yapılabilecek sonraki bir değerlendirme, bu safhada meydana gelen ihlali ortadan kaldırmayacaktır. Bu nedenle Yargıtay’ın davanın nakline ilişkin kararma karşı başvuru yollarının tüketilmediğinden söz edilemez.Açıklanan nedenlerle başvurunun KABUL EDİLEBİLİR olduğuna ve Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının usuli boyutunun İHLAL edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No:29235-RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2014 /2388 -K.T: 04.11.2014
39.Davaya müdahale, asli veya feri müdahale olmak üzere iki şekilde gerçekleşebilir. Bir dava sonunda verilen hüküm, üçüncü bir kişinin hukuki durumunuetkileyebilir. Bu hallerde, üçüncü kişinin o davaya katılmasında hukuki yararı vardır. Fakatüçüncü kişi davaya bir taraf gibi katılamaz. Bilakis taraflardan birinin yanında ve onunyardımcısı olarak davaya katılabilir. Bu durumda davaya katılan üçüncü kişi fer’i müdahilolarak katılmış olur (Yargıtay 16. H.D, E.2005/13089, K.2005/13834, K.T. 29/12/2005).
40.2577 sayılı Kanun’un 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Kanun’un 68. maddesine göre, müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunmavasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usulişlemlerini yapabilir.
43.Karar düzeltme istemi sonucu, Danıştay Altıncı Dairesi tarafından, davalı Belediyenin, onama kararının tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme istemindebulunmadığı gerekçesiyle karar düzeltme isteminin süre aşımı nedeniyle reddine kararverilmiştir. Fer’i müdahil başvurucunun karar düzeltme isteminin incelenmesinde ise fer’imüdahilin davada taraf olmadığı, davalı Belediye yanında davaya katıldığı, ancak davalısüresi içinde karar düzeltme isteminde bulunmadığından, davalının yanında müdahilinisteminin incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle müdahil başvurucunun karardüzeltme isteminin incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.
44.Yukarıda da belirtildiği üzere, 6100 sayılı Kanun’un 51. Maddesinde belirtilen dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir ve medeni haklan kullanma ehliyetinin usulhukukunda büründüğüşekildir(YargıtayHukukGenelKurulunun 14/3/2012tarihveE.2011/12-850,K.2012/147).İdari yargılamalarda dava ehliyeti konusunda, 2577 sayılı Kanun’un 31. maddesindeki atıf nedeniyle 6100 sayılı Kanun’un 51. maddesi uygulanmaktadır.
45.Dava ehliyeti dava şartıdır. Dava şartı olduğu için karar kesinleşinceye kadar her aşamada taraflarca ileri sürülebileceği gibi, mahkeme veya temyiz mercileri tarafındanda yargılamanın her aşamasında resen değerlendirilmesi gerekir.
47.5216 sayılı Kanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 4/2/2010 tarihli kararıyla iptal edilmiş, iptal kararının Resmi Gazetede yayımlanmasındanitibaren bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Anılan iptal kararı 21/6/2010tarihli 27619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış, bir yıllık süre ise 21/6/2011 tarihinde sonaermiştir. İptal kararının yürürlüğe girmesi için kararlaştırılan bir yıllık sürede herhangi birdüzenleme yapılmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla anılan iptal kararının yürürlüğe girdiği 21/6/2011 tarihinden itibaren mülki idare amirlerinin, hukuka aykırı gördüğü büyükşehirbelediyesi kararlan aleyhine idari yargıya başvurarak dava açması konusunda davaehliyetinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.
48.Dava konusu olay ve karara benzer nitelikteki davalarda Danıştay tarafından, 5393 sayılı Kanun’un 23. maddesinin beşinci fıkrasının ve 5216 sayılı Kanun’un 14.maddesinin beşinci fıkrasının Anayasa Mahkemesince iptal edildiği hususu değerlendirilerekkarar verildiğianlaşılmıştır. Nitekim Danıştay Altıncı Dairesi, 29/11/2010 tarih veE.2008/12077, K.2010/10560 sayılı kararında;”Danıştay Altıncı Dairesinin 18/2/2008tarihli E.2008/61 sayılı ve 12/3/2008 tarihli E.2008/1528 sayılı kararları ile idareninbütünlüğü ilkesinin sağlanmasına yönelik olarak, merkezi idarece yerel yönetimler üzerindeAnayasa ile tanınan ve çerçevesi çizilen idari vesayet yetkisinin, 5393 sayılı Kanun’un 23. maddesinin beşinci fıkrası ve 5216 sayılı Kanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrası ileyalnızca hukuka uygunluk denetimi şeklinde yargı eliyle gerçekleştirilmesi yolundakigetirilen düzenlemeyle idarenin bütünlüğü ilkesininzayıflatıldığı, bu durumun iseAnayasa’nın 123. ve 127, maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılması üzerine AnayasaMahkemesine yapılan başvuru sonucu, Anayasa Mahkemesinin 4/2/2010 tarih ve E.2008/27,K.2010/29 sayılı kararı ve E.2008/28, K.2010/30 sayılı karan ile başvuru doğrultusunda sözkonusu kuralların iptallerine, iptal edilen fıkraların dışındaki kısmın doğuracağı hukuksalboşluk kamu yararım ihlal edici nitelikte görülerek iptal kararının Resmi Gazetedeyayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilerek, 22/6/2010tarihli 27619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.Bu durumda, Anayasa’ya aykırıbulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde, görülmekte olan davaların Anayasa’yaaykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmeleri, Anayasa’nın üstünlüğü vehukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gibi temyiz incelemesinin Anayasa’ya aykırılığıbelirlenerek iptal edilen kurallara göre yapılması mümkün olmadığından, İdareMahkemesince söz konusu karar göz önünde bulundurulmak suretiyle yeniden kararverilmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle Antalya 1. İdare Mahkemesi kararınınbozulmasına karar verilmiştir. ” şeklinde sonuca ulaşmıştır.
49.Yine Danıştay Altıncı Dairesi, 20/4/2012 tarih ve E.2009/8743, K.2012/1916 sayılı kararında;”5393 sayılı Kanun ‘un 23. maddesinin beşinci fıkrası ile 5216 sayılıKanun’un14.maddesinin beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesinin4/2/2010 tarih veE.2008/27, K.2010/29 ve E.2008/28, K.2010/30 sayılı kararları ile iptal edilmiştir. Birkanunun Anayasa Mahkemesince Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmesi halinde, butarihten önce açılmış ve görülmekte olan davaların Anayasa ‘ya aykırılığı saptanmış olankurallara göre görüşülüp çözümlenmesi Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerineaykırı düşecektir. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, bu kararlardan önceaçılmış ve henüz sonuçlanmamış bakılmakta olan davalarda uygulanmalıdır. Bu durumda,bakılmakta olan Antalya Valiliğinin, Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi kararının iptaliistemiyle dava açabilmesinin yasal dayanağı ortadan kalkmış olduğundan dava ehliyetininde kalmadığının kabulü gerekir. Hal böyle olunca, açıldığı tarih itibarıyla ‘dava ehliyeti’sorunu bulunmayan iş bu davanın. Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararı ile oluşanhukuki durum nedeniyle ehliyet yönünden reddi gerektiğinden, dava konusu işlemin iptaliyolunda verilen idare Mahkemesi kararının bozulması gerekir.” şeklinde sonuca ulaşmıştır.
52.Yukarıda anılan Kanun hükümleri ve içtihatlar ışığında hukuk kurallarının mahkemeler tarafından resen uygulanması gerektiği dikkate alındığında mülki idare amirikonumunda olan Antalya Valiliğinin dava açma konusunda dava ehliyetinin bulunupbulunmadığının Anayasa Mahkemesinin 4/2/2010 tarihli kararı ile verilen 5216 sayılıKanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrasının iptali kararı doğrultusunda değerlendirilmesi vesonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Nitekim benzer davalarda 5216 sayılı Kanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrasının iptal edildiği hususu dikkate alınarak temyiz incelemesi yapıldığı anlaşılmıştır. Somut olayda ise Antalya 2. İdare Mahkemesince verilen 12/2/2009tarihli karar tarihinde 5216 sayılı Kanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrası iptal edilmemişsede Danıştay tarafından 24/4/2013 tarihinde yapılan temyiz incelemesi sırasında 5216 sayılıKanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrasının iptaline dair karar yürürlüğe girdiği haldeDanıştay tarafından resen dikkate alınması gereken anılan iptal kararının ve dava şartı olandavacının dava ehliyetinin değerlendirilmesi gerekirken, bu konuda hiçbir tartışma vedeğerlendirme yapılmaksızın hükmün onandığı anlaşılmıştır.
53.O halde, Danıştay temyiz incelemesi safhasında 5216 sayılı Kanun’un 14. maddesinin beşinci fıkrasının iptal edildiği ve bu madde ile mülki idare amirlerine verilendava açma yetkisinin iptal edildiği dikkate alındığında, Danıştay tarafından, Antalya Valiliğitarafından Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın dayanağı olan5216sayılıKanun’un 14. maddesininbeşincifıkrasınıniptaledildiği göz önündebulundurularak, davacının, dava şartı olan ve davanın her aşamasında resen gözetilmesigereken dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı değerlendirilerek, benzer konularda temyizincelemesi sonucu verilen kararlar ile karşılaştırma yapılarak ve bu hususların tamamıtartışılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu konular değerlendirilmeksizinve tartışılmaksızın onama karan verilmesinin başvurucunun gerekçeli karar hakkını ihlalettiği sonucuna varılmıştır.
|
RG No : 29208 – RG.T. : 17.12.2014
B.No : 2013 /4186 – K.T : 15.10.2014
62.Mahkemeler, “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkınıkullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No:12945/87, 16/12/1992, § 33), tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarınınkurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik birtoplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (B. No: 2013/7800,18/6/2014, § 34).
63.Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz (bkz. B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Diğer bir ifadeyle derece mahkemeleri, kendilerinesunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56). Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia vesavunmaların davanın sonucunaetkili olması, başkabirdeyişledavanın sonucunudeğiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlaramahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (B. No: 2013/7800,18/6/2014, § 35).
64.Ayrıca, insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması gerekir. Buna göre, mahkemelerin ileri sürüleniddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalaraverilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer birifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makulolmalıdır (B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 36).
65.Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmünhangi nedenlere ve hukuksal düzenlemeleredayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtlan açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerineüstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir (B. No: 2013/7800,18/6/2014, § 37).
66.Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş,hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya daalmadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki birgerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı”yönünden zorunludur (B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 38).
67.Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektirenusul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (B. No: 2013/7800,18/6/2014, § 39).
68.Öte yandan derece mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Özellikle taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü vedeğerlendirilmesiöncelikle derecemahkemeleriningörevidir (bkz. Van Mechelen veDiğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50).Bu nedenle, açıkça keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına kararvermek, Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (B. No: 2013/7800,18/6/2014, § 33; benzer değerlendirmeler için bkz. Garcia Rut/İspanya, B.No. 30544/96, 21/1/1996, § 28).
69.Ayrıca, itiraz veya temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. İtiraz veya temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtmasıyeterlidir. Burada önemli olan husus, itiraz ya da temyiz merciinin bir şekilde itiraz veya temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57). Diğer bir ifadeyle itiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına ve dolayısıyla adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmez (B. No: 2013/723, 21/11/2013, § 44; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
70.Buna karşın tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekle yükümlüdürler. Mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebi gözetme zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz (B. No: 2013/7800,18/6/2014, § 58).
71.Bireysel başvuru yolunda derece mahkemelerinin gerekçelerinin niteliği, ancak açık bir keyfilik veya takdir hatası oluşturduğu ya da makul ve ikna edici açıklamalariçeren bir gerekçe gösterilmediği, iddia olunan eylem ile hüküm arasında “uygun illiyetbağı” kurulmadığıdurumlarda denetlenebilir.Derece mahkemesikararlarının,adaletgereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığıhususları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda AnayasaMahkemesince yapılacak denetiminkapsamında yer almaktadır.(B. No:2013/7800,18/6/2014, §59).
74.Başvurucular, yukarıda belirtilen (§ 53-54) ve kesinleşmiş hükümden sonra elde edilen bazı deliller ile olaya ilişkin yeni hazırlanan uzman görüşlerini; A, Ltd. Şti. isimli şirketin suç tarihlerinde faaliyette olduğuna, karar gerekçesine konu bu şirketin olmadığı söylenen araçlarının bulunduğuna ve plakalarının tespit edildiğine, başka şirketlerle alış verişi olduğuna dair belgeleri ve mahkeme kararlarını; lehe sonuçlanan Vergi Mahkemesi kararlarını; A. Ltd. Şti. sahibi olan Ç. K.’ya ödemelerin yapıldığına dair banka dekont örneklerini; mal alımında sorumlu olan ve tanıklığı önem arz edecek şirket çalışanlarının isimlerini; şirketin ayrıntılı yıllık harcamalarım; Vergi Dairesine borcun olmadığına ilişkin belgeleri; A. Ltd. Şti. sahibi olan Ç. K.’ya yönelik yargı kararları gibi bir kısım delilleri Mahkemeye sunarak, yeni ortaya konulan bu hususların yargılamanın yenilenmesi sebebini oluşturduğunu iddia ermişlerdir.
75.Mahkeme, 25/3/2013 tarihli ek kararıile (§ 12) başvurucuların anılan taleplerini reddetmiştir. Başvurucuların gerek bu karara gerekse Mahkemece alman Savcıgörüşününbildirilmemesinekarşıyaptıklarıitirazı inceleyenMuğla2. AğırCezaMahkemesi de, 15/4/2013 tarihli kararı ile “yargılamanın yenilenmesi talebinin reddineilişkinek kararınusul ve yasayauygun olduğu” gerekçesinedayalıolarakitirazı reddetmiştir.
76.Başvurucuların yeni delil olarak ileri sürdükleri hususlara ilişkin olarak Mahkemenin ortaya koyacağı gerekçenin denetlenebilir, açık ve makul bir yanıtı içerenniteliğe sahip olması gerekir. Başka bir ifadeyle Mahkemece, başvurucular tarafındansunulan delillerin, hükmün kurulduğu kararda tartışıldığı, bu nedenle dosyanın yenidenincelenmesine gerek olmadığı kabul edilerek, talebin reddi yönünde karar veriliyorsa, bugerekçe, ancak yeni olduğu ileri sürülen iddiaların hepsinin ya da en azından hükme dayanak yapılan kısımlarının önceki kararda tartışılmış olduğunun tespiti ve bunun denetlenebilir olması halinde yeterli olabilir.
78.Mahkûmiyet hükmünün gerekçesi ile yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi gerekçesi incelendiğinde; başvurucular tarafından yeniden yargılanma nedenleri olarak ileri sürülen (§ 54) delillerin ya hiç ya da yeterince mahkûmiyet hükmünde tartışılmadığı ve bu delillerin hükümden sonraki dönemlere ait olduğu ya da önceden bulunsa dahi sonradan elde edildiği görülmektedir.
84.Yargılamanınyenilenmesitalebini inceleyenBodrum 1.Asliye CezaMahkemesi, başvurucuların taleplerinin gerekçeli kararda tartışıldığını belirterek red kararıvermiş, ancak, hangi talebi gerekçeli kararın hangi kısmında tartıştığını açıklamamıştır. Diğer bir ifadeyle Mahkemece, yeni olduğu söylenerek sunulan delillerin önceki karar içerisinde ne şekilde tartışıldığı belirtilmeden, dosya içeriğine uygun olmayan nedenlerletalep reddedilmiştir. Dolayısıyla gerek hükmün dayanağını oluşturan gerekçeli kararıngerekse dosyanın incelenmesinde, anılan red gerekçesinin, adalet gereksinimini giderecekölçü ve nitelikte, yeterli, makul ve ikna edici olmadığı anlaşılmaktadır.
85.Öte yandan, Mahkemenin red kararına ve bu Mahkemece Savcının görüşünün tebliğ edilmemiş olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği hususuna ilişkinolarak ayrıntılı itirazda bulunan başvurucuların bu itirazlarının da, İtiraz Mercii tarafındanmakul bir gerekçe gösterilmeden reddedildiği saptanmıştır.
86.İtirazı inceleyen Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi, “karar usul ve yasaya uygun olduğundan” bahisle itirazı reddetmiştir. Bodrum 1. Asliye Ceza Mahkemesinin red kararında, hükme ulaşmayı sağlayan olay, bunların sebepleri ve sonuca götüren nedensellik kurgusudeğerlendirmelerininyeterli açıklıkta yapılmadığıkabuledildiğinden, itirazı inceleyen Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında da detaylı bir açıklama bulunmadığı gözetildiğinde, Bodrum 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararına dayanak yapılan gerekçesinin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, gerek yargılamanın yenilenmesi talebini reddeden Mahkeme kararının gerekse İtiraz Mercii kararının hakkaniyete uygun makul bir gerekçeyi içerdiğinden bahsedilemez.
13- Savunma Hakkı
|
RG No :29028 -RG.T. : 17.12.2014
B.No: 2012/543 -K.T: 15.10.2014
- Suçlamaya dayanak olan bir kısım delillerin ele geçirildiği aramaya ilişkin konutta ikamet eden diğer sanık İ.A.’nın hâkim huzurunda verdiği ifadelerde aramanın yapılmasına ve delillerin elde edilmesine ilişkin hususlar anlatılmakta olup, bu yerde ikamet eden kişiye ait beyanlar dikkate alındığında, düzenlenen tutanakta ikamet sahibinin imzasının bulunmamasının tek başına aramanın ve ele geçirilen delillerin hukuka aykırı kabul edilmesine neden olmayacağı sonucuna varılmıştır.
- Başvurucu son duruşmada mazeretlerin davayı uzatma amacıyla beyan edildiği kabul edilerek savunmada avukat yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
- Yargılamanın yürütüldüğü davada esasen 4/5/2011 tarihinde karar verilmiş ancak başvurucunun duruşmaya gelmediği, müdafiinin doktor raporu göndererek duruşmaya gelmediği ve geçici olarak yerine başka bir avukatın duruşmaya geldiği, duruşmaya giren avukatın geçici olarak çıktığı için savunmasını yapamayacağını beyan ettiği anlaşıldığından dosyanın geldiği aşama, yargılamanın her celse çeşitli nedenlerle sanık ve müdafileri tarafından uzatılmaya çalışıldığı, dosyanın yaklaşık olarak iki yıldan bu yana karar aşamasında olduğu ve benzeri nedenlerle karara çıkarılamadığı ve yargılamanın gereksiz yere uzadığı, yargılamanın tutuklu devam ettiği belirtilerek başvurucu hakkında dosya tefrik edilmiştir.
- 54. Başvurucu hakkında tefrik edilen dosyada hükmün verildiği 17/6/2011 tarihli duruşma başvurucu ve müdafiinin savunmalarını yaptıkları ve yazılı olarak sundukları, Mahkemece bu hususların duruşma tutanağında belirtildiği görülmektedir.
- Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
- 61. Başvurucu genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ifade etmektedir. Bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmektedir.
62.Bir ceza davasında kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Bu bakımdan söz konusu hak, AİHS’nin 6/2 maddesinin yer verdiği suçsuzluk karinesi ilkesine yakından bağlıdır(Kolu/Türkiye, B. No: 35822/97, 2/8/2005; Salduz/Türkiye (BD), B. No: 36391/02, 27/11/2008).
63.AİHM içtihadına göre, susma hakkı ve onun bir görünümü olan kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlanmama hakkı, AİHS’nin 6. maddesiyle güvence altına alınmış olan ve uluslararası normlar tarafından da kabul edilen adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Sanığı, yetkililerin aşırı baskısından koruyan bu güvenceler adli hataların yapılmasından kaçınmak ve hakkın amacını yerine getirmek için vardır (Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 14246/04 ve 16584/04, 25/11/2008).
64.Müdafi yardımından yararlanmakla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için, kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir. Bu hakkın ancak, davanın kendine özgü koşullan bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler ortaya çıkarması halinde kısıtlanabileceği, avukata erişim hakkının kısıtlanmasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile, bu kısıtlamanın savunma haklarına zarar vermemesi gerektiği, avukat erişimi sağlanmayan sanığın kolluk soruşturması sırasındaki ifadelerinin mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma haklarına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacağı belirtilmektedir (Saldın/Türkiye).
- Başvurucunun işlediği kabul edilen 1., 2. ve 3. Eylemlerin sübutunun, başvurucunun daha sonra kabul etmediği kolluk beyanına ve eylemlerle ilgisi belirtilmeksizin arama sonucunda ele geçirilen patlayıcı maddelere ve diğer malzemelere dayandırıldığı, 4., 5., 6., 7. ve 9. Eylemlerin ise diğer sanık A.A.’nın daha sonra içeriğini kabul etmediği, müdafi olmaksızın alınan gözaltı ifadelerine ve bu sanığın ikametinde ele geçirilen malzemelere dayandırıldığı görülmektedir.Başvurucunun iştirak ettiği kabul edilen 8. Eylem ile ilgili olarak yine diğer sanık A.A.’nın daha sonra içeriğini kabul etmediği kolluk beyanı yanında tanık ifadelerinin hükme esas alındığı görülmektedir.
- AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele ve işkence altında verildiğinin belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi halinde, esasa geçilmeden bu konunun irdelenmeksizin, ikrarın dayanak olarak kullanılmasını önemli bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Güneş/Türkiye, B. Mo: 28490/95,19/6/2007).
- Bunun yanında gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmaması yönünde bir kurala dayanan uygulama tek başına adil yargılanma şartlarının yerine getirilmemesi sonucunu doğurabilir (Salduz/Türkiye).
- Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlarda dört gün gözaltında tutulduğu görülmektedir.
72.Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendisinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.
- Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra mahkemede doğrulanmayan ifadesi doğrultusunda anılan eylemeleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir.
- Yargılama devam ettiği sırada yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de, ilk derece yargılamasında bu husus tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.
75.Gözaltı aşamasında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilenifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur.
- Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29235-RG.T. : 13.01.2015
B.No :2012/542-K.T: 04.11.2014
- Görüldüğü üzere, her ne kadar başvurucu, gözaltında bulunduğu sırada bir avukatın hukuki yardımından yararlanamamış ise de hâkim huzurundaki sorgusuna kadar devam eden süreçte susma hakkını kullanmasına izin verildiği için, kendisini suçlayıcı herhangibir beyanda bulunmamış veya aleyhineherhangi bir delil göstermemiştir. Başvurucunun, bir avukatın hukuki yardımından mahrum bırakılmış olması savunma hakkının kullanılması bakımından bir eksiklik ise de bu durum, başvurucunun savunma hakları bakımından telafisi mümkün olmayan bir zarara neden olmamış ve belirtilen bu eksiklik, sorgu işleminde avukatın katılımı ile giderilmiştir. Bu açıklamalar çerçevesinde, başvurucunun belirtilen iddialarının, adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açıktır.
- Görüldüğüüzere,hakkaniyeteuygunyargılanmahakkınınceza muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup, özellikle yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin, savunma hakkının gerektiği gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektirmektedir. Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fırkasındaki hakları güvence altına alma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Aynı yönde AÎHM kararı için bkz. Barbera,Messegıte ve Jabardo/İspanya, B. No:10590/83, 6/12/1988,§75; Kerojarvi/Fmlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, § 42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir.
63.Bir delilin, diğer yan delillerle desteklenmemiş olması, mutlak surette adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Mahkemece hükme esas alınan bir delilin çok kuvvetli olması ve güvenirliği konusunda herhangi bir risk bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık, gücü ve güvenilirliği konusunda bir takım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması halinde, bu durum, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir.
- Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliği üzerinde ciddi sorunlar doğurur. Zira, işkence vekötümuamele sonucundaeldeedilendelillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Aynı yöndeki AÎHM kararı için bkz. Gafgen’Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178). Ancak suç şüphesi altındaki kişinin yargılama sırasında verdiği ikinci ikrarın, tek başına veya bunu doğrulayıcı tartışmasız nitelikteki maddi delillerle birlikte mahkumiyetine ve cezalandırılmasına yeterli bulunduğu ve özellikle kullanılan yasak sorgu yöntemleri sonucunda tartışmalı hale gelen maddi deliller ile kişinin mahkumiyeti ve cezalandırılması arasındaki nedensellik bağının kesildiği durumlarda, salt, işkence ve kötü muamele yasağına aykırılık nedeniyle yargılamanın bütün olarak adil olmadığının kabul edilmesi mümkün değildir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Gaf geni Almanya, B. No: 22978/05,1/6/2010, § 180).
65.Özetle, hüküm kurulurken, işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması, hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile bağdaşmamaktadır (Aynı yöndeki AİHM karan için bkz. Gafgen’Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 166). Ancak, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı bir biçimde soruşturma aşamasında elde edilen bir ikrar yerine, daha sonra kişinin mahkeme huzurunda özgür iradesiyle verdiği ifadeye dayanılarak hüküm kurulmuş olması halinde, salt önceki ifadenin işkence ve kötü muamele yasağı ile bağdaşmayan yöntemlerle elde edilmiş olması, yargılamanın bütününün hakkaniyete aykırı kabul edilmesini gerektirmez. Yargılama kapsamında, dayanılan diğer delillerin sıhhatine bakılarak, hakkaniyete uygun yargılama yapılıp yapılmadığı tespit edilmelidir.
- 66. Görüldüğü üzere, işkence ve kötü muamele altında toplanan delillerin, mahkemenin ulaştığı vicdani kanaat üzerinde etkili olması ve bu etkinin önemini ortadan kaldıracak derecede esaslı, güvenilir ve şüpheden uzak başka delillere dayanılmamış olması yargılamanın bütün olarak adilliğini zedelemektedir.
- Öte yandan, ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemliolup,müdafiinhazır bulunmadığıifadelerin hükme esasalınabilmesiiçin, kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca, ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının, kovuşturma aşamasında, çelişmelibir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası, özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi halinde, işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup, aksi yöndeki uygulamalar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Bkz. Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
- A.A. hakkında düzenlenen 9/4/2003 tarihli raporun muayene bulguları kısmında sağ el bileğinde (3×2) cm ebadında cilt sıyrığı, sol el başparmak üstünde (0,3) cm’lik sıyrık, sol uyluk orta ön kısmında (1) cm çapında eski nedbeleşmiş lezyon görüldüğü; psikiyatrik muayenede herhangi bir psikiyatrik araz belirtisi saptanmadığı; sonuç olarak tespit edilen bulguların hayati tehlikeye maruz kılmadığı, bir gün iş ve güç kaybı oluşturacak nitelikte olduğu bildirilmiştir. Yine cezaevine alınmadan önce, dört günlük açlık grevi sırasında ilaç verilerek şuurunun zayıflatıldığı ve darp edildiği şeklindeki iddiaları da gözetilerek yapılan 18/4/2003 tarihli ilk muayene raporunda “sağ göz altında ekimoz, sağ el bileğinde kabuklu yara” tespit edilmiştir. Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Revirinde düzenlenen aynı tarihli adli rapor formunda da aynı bulgular tespit edilmiştir. A.A. ayrıca, işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak müşteki sıfatıyla Cumhuriyet savcısı huzurunda ifade vererek, ilgili görevlilerden şikâyetçi olmuştur. Başvuru formu ve eklerinden, başvurucunun bu şikâyeti sonucunda açılan soruşturma veya kovuşturmanın sonucu hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.
73.İlk Derece Mahkemesinin sübuta ilişkin değerlendirmeleri incelendiğinde, sanık A.A.’nin kolluk ifadesindeki ikrarı dışında kamera görüntü kayıtlan, banka çalışanlarına ait teşhisleri, diğer tanıkların anlatımları, olay yeri inceleme raporu ve sanık A.A.’nm ev aramasında bulunan tabancalar gibi başkaca delillere de dayanıldığı; A.A.’nın ikrar içeren ifadesinin, İlk Derece Mahkemesinin sübut konusunda ulaştığı vicdani kanaat bakımından belirleyici yegâne delil olmadığı ve diğer delilleri önemsiz kılmadığı görülmektedir. Bu tespitler ışığında, başvurucu hakkındaki yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığı söylenemeyeceğinden, başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
- Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
|
RG No :29252-RG.T. : 30.01.2015
B.No :2014/5844-K.T: 05.11.2014
23.Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı” dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel birilkesidir.BusebepleAİHM’egöre hakkaniyeteuygunbir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsvîçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Bkz. Articolİtalya, B. No: 6694/74,13/5/1980 § 33).
- AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisim bizzat savunmak, kendisinin seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez {Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983).
- Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamdasavunma hakkınınetkinbirşekildekullanmaimkânınısağlayanmüdafiyardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (B.No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29). Diğer bir anlatımla, müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine hayat vermektedir. Çünkü müdafi adil yargılamanın teminatı olarak belirmektedir.
- Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için, kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55). AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendinin etkinliğinden söz edilebilmesi için,delillerin toplanması ile ilgili mevzuatın karmaşık olduğu bu evrede de müdafi yardımından yararlanılmasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır (Imbrioscia/lsviçre, B.No: 13972/88, 24/11/1993, §33).
- Diğer taraftan AİHM,müdafiiletemsilhakkınınsınırsızolmadığını {Can/Avusturya, B.No: 9300/81, 30/9/1985, § 57), geçerli bir sebebe dayanılıyorsa, davanın açılmasındanöncekisoruşturma evresindeavukata erişimin kısıtlanmasınınmümkün olabileceğini (John Murray/Birleşik Krallık,B.No:18731/91, 8/2/1996, § 63), önemli olanın yargılamaya bir bütün halindebakıldığında soruşturma evresinde bu hükme aykırılığın, ciddi bir şekilde adil yargılanma hakkına engel olması durumunda hak ihlalinin ortaya çıkabileceğini belirtmiştir (Imbrioscia/’İsviçre, § 36). Ancak, avukata erişim hakkının kısıtlanmasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile, bu kısıtlamanın savunma haklarına zarar vermemesi gerekmektedir {Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008).
- Bu kapsamda mutlak bir hak olarak kabul edilmese de, suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse re’sen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel özelliklerinden biridir (Poitrimol/Fransa, B.No: 14032/88, 23/11/1993, § 34). AİHM, avukatın, müvekkili ile görüşememesi ve bir denetim olmaksızın müvekkilindengizli talimatlar alamaması durumunda, avukatın desteğinin yararlılığını büyük ölçüde yitireceğini belirtmektedir [S/İsviçre, B. No: 12629/87, 28/11/1991, §48).
- Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. AlHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi devletleri, suç isnadı altındaki kişiyi, bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (B.No:2014/3836, 17/9/2014, § 31). Adaletin selametinin gerekleri sanığın müdafi ile temsilini zorunlu kılıyor ise, devletlerin başkaca bir koşul öne sürmeksizin, müdafi görevlendirme konusundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir.
- Şüphelinin/sanığın olay hakkında doğrudan doğruya bilgi sahibi olduğu ve açıklamalarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde bulunduğu gerçeği karşısında; başvurucunun, avukatı hazır bulunmadığı halde kendi aleyhine itiraflarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir.
- Başvuru konusu olayda, kasten yaralama suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 24-25/1/2010 tarihlerinde sırasıyla Fethiye İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun “şüpheli” sıfatıyla ifadesi alınmıştır. İfadeleri alınırken müdafi yardımından yararlanmayan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin(3) numaralı fıkrası kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından yararlandırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür
- Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı olan müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak, 5271 sayılı Kanun 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanık için istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Diğer yandan, aynı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince de şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığım beyan ederse. istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun, yasal zorunluluk dışındaki hallerde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin talebini aramıştır.
- Başvuruformu veeklerindekibelgelerdenanlaşıldığıüzere,başvurucu hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma başlatılmış ve bu suç kapsamında ifadesi alınmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesine göre bu suçun gerektirdiği ceza, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Dolayısıyla, soruşturma konusu suç, müdafi görevlendirmesini zorunlu kılan suçlardan değildir. Suçun vasfı, Cumhuriyet savcısının soruşturmadan sonuç çıkardığı ve iddianame düzenlediği aşamada değişmiştir. Cumhuriyet savcısınca değişen suç vasfına göre başvurucunun yeniden ifadesi alınmamıştır.
- Ancak, soruşturma evresinde kolluk ve Cumhuriyet savcısı tarafından kasten yaralama suçundan ifadesi alınırken şüpheliye (başvurucuya) müdafi seçme hakkının bulunduğuna ve onun hukuki yardımından yararlanabileceğine, müdafiin ifade alma sırasındahazırbulunabileceğine,müdafi seçecekdurumdadeğilsevebirmüdafi yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirebileceğine ilişkin hakları hatırlatılmıştır. Başvurucunun müdafi talebi olmamıştır. Diğer taraftan, ifade alımı esnasında başvurucuya müdafiden yararlanma hakkı dışında başta susma hakkı olmak üzere kanunun şüphelilere/sanıklara tanıdığı diğer haklar da hatırlatılmıştır.
36.Başvuru formu ve ekli belgelerden başvurucunun, müdafi talep etmesine rağmen verilmediğine, haklarının hatırlatılmadığına, soruşturma evresindeki beyanlarının hükme esas alındığına veya savunmasının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Ayrıca, yargılama sürecinin en önemli parçası olan kovuşturma evresinde başvurucunun kendisini müdafi ile temsil ettirdiği görülmektedir.
- Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının bir ihlal içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Son Yorumlar