Makul Sürede Yargılanma Hakkı
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /2738 -K.T: 16.07.2014
56.Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yerverilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. Maddesive AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yeralan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke vehaklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13,2/7/2013, §38).
62.Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hakve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuksisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da,Anayasa’nın 36.maddesi ve Sözleşme’nin 6.maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir karar aleyhine açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu sürecin, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen bir tazmin talebine ilişkin olduğu görülmekle, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılamanın söz konusu olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §44).
63.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucu tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat talebinin Komisyona iletildiği 3/1/2006 tarihidir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 45). Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, somut başvuru açısından bu tarih, Komisyon karan aleyhine başlatılan yargısal süreçte verilen nihai karar olan, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Danıştay 15. Dairesinin E.2012/10867, K.2012/14757 sayılı karar tarihi olan 25/12/2012 tarihidir.
65.İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilebilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi devlete, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No:2012/13, 2/7/2013,§ 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü yoğunluğu nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelebilmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, §55).
66.Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına yapılan başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir artış olması nedeniyle,başvuruların birikmesine bağlı olarak meydana gelen gecikmelerin, zamanında ve yeterli tedbirlerin alınması koşuluyla, makul sürede yargılanma hakkı açısından devletin sorumluluğunu doğurduğu söylenemez (B. No:2013/3007,6/2/2014, § 61-62).
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /5274-K.T: 16.07.2014
95.Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §66).
116.Anayasa’nın 36. maddesi ile kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da {suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (B. No: 2013/695,9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz: Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72,5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B. No: 2013/695,9/1/2014, § 32).
121.Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanınsüratlesonuçlandırılmasıhususunda gerekliözenin gösteri I memesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veyabelgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamadamakul sürenin aşılması durumundadayetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198,7/11/2013, § 55).
122.Ancakyargılama süresinin uzunluğunun tespiti açısından davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yargılamanın kaç dereceliolduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu gibi hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
129.Dava dosyasınınincelenmesinde derece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerineatfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılamasüresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekendavadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,atılı suçun vasıf ve mahiyeti, isnat olunan suçun organize suç olup olmaması gibi unsurlarbir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makulolduğu görülmektedir.
130.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136-RG T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /1326-K.T: 17.07.2014
47.Adil yargılanma hakkı Devlete uyuşmazlıkların makul süre içinde nihaiolarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdininişveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen bir çalışanın, bu işlemin hukukauygunluğu hakkında kısa sürede bir yargı kararı verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir birey, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde, bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
48.Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşıkolması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususunbirliktedeğerlendirilerekkarar verilmesigerekmektedir(B.No: 2013/772, 7/11/2013, §49).
54.Başvurunundeğerlendirilmesineticesinde,başvuruyakonufesheitiraz davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerintoplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık sayısı gibi kriterler dikkate alındığındakarmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarınıkullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına sebep olduğu da söylenemez.Sonuç olarak iş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların özellikle de işe iade talebini içeren fesheitiraz davalarınınniteliği, başvurucuaçısından taşıdığıdeğer ve başvurucunundavadaki menfaati dikkate alındığında, 3 yıl 4 ay gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
59.Başvurucu uğradığı haksızlık nedeniyle mahrum kaldığını iddia ettiği 22 yıllık kıdem tazminatı ile uzun yargılama nedeniyle kaybettiği 3 yıllık gelir kaybı karşılığıtazminat talep edilmişse de başvurucunun makul süre dışındaki şikâyetleri kabul edilemezbulunmuştur. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmaklaberaber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığıanlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29064 -RG.T. : 18.07.2014
B.No : 2013 / 2294-K.T: 08.05.2014
57.Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya benzer başka başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No: 2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014),bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluyla, geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan belli bir süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı, ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devletin, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B, No: 2013/3007,6/2/2014, §§ 65-67).
58.Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, 5233 sayılı Kanun uyarınca uğranılan zararların giderimi için oluşturulan idari başvuru yolunda iş yükündeki artış geçici olup her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre değerlendirmesi yapılırken bu olgunundikkate alınması gerektiği görülmektedir. Budurumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açıpaçmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan bu sisteminetkilibir şekilde işlemesinoktasında yetkilikişilerin yeterliçabayı gösteripgöstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir.Ancak bu değerlendirme yapılırken elbette ki, uğranıldığı ileri sürülen maddi zararların tazmini amacıyla yapılan idari başvurunun ve idari dava yoluna başvurulması halindeyargılama sürecinin kesinleşmesine kadar geçen toplam sürenin çok uzun olmaması, diğerbir ifadeyle, bazı nedenlerle makul kabul edilebilecek gecikmelerin başvurucuların makulsürede yargılanma haklan açısından belirli bir sınırının bulunduğunun kabul edilmesigerekir.
59.5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu kanun kapsamında kurulan komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak zararlarıtespit ettiği, bu kapsamda, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı olarak, uğranılan zararlarıntespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporlarıaldığı, başvurucuların taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğindeolanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze, meyve ağacı olmasına)bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir. 360.000’in üzerinde başvuru için çokdeğişken ve ayrıntılı hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarınıntespiti amacıyla yürütülen bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zamanalıcı olduğu ortadadır (B. No: 2013/3007,6/2/2014, § 69).
60.Bu konuda daha önce yapılan başvurular kapsamında yapılan incelemelerde görüldüğü üzere komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun başvuru yapılmış ancak belirli birtarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok yüksek olduğu dönemlerde Batman ve Siirt örneklerinde görüldüğüüzere (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 70, B. No: 2013/2625, 8/5/2014, § 73) illerde kurulankomisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının düşürüldüğüve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke genelinde hem de Siirt,Batman ve Diyarbakır illerinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların sayısınabakıldığında çok az sayıda başvurunun kaldığı anlaşılmaktadır.
61.Ülke genelinde ve Diyarbakır ilinde karara bağlanan başvuru sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz önünde bulundurulduğundakomisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının kabulü gerekmektedir. Komisyonlarınoluşumunu düzenleyen5233sayılıKanun’un4.maddesinde belirtildiğiüzere,bukomisyonların yürüttüğü işlemleri yerine getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahipkişilerin komisyon üyesi olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yan zamanlı görev alankamu görevlileri oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirlibir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir (B. No: 2013/3007, 6/2/2014,§72).2013/3309, 6/2/2014).68.Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari başvuru sürecinde komisyonlarda incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamındayürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylıhesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvurularöncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması ve bunların yanı sırayargılama sürecinin göreceli olarak kısa bir süre içerisinde ilk derece, temyiz ve karardüzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alınaraktoplamda 8 yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul süredeyargılanma hakkınınihlaline yol açmadığısonucuna ulaşılmıştır (B. No:2013/3007,2013/3008, 2013/3202 ve
|
RG No :29028 -RG.T. : 12.06.2014
B.No : 2013 /4785 -K.T: 15.04.2014
41.Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ileadaletingerektiği şekilde teminivehukukaolaninancınmuhafazasıolup,hukukiuyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetindegözardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuruaçısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
42.Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamlarınyargılamasürecindekitutumuvebaşvurucunundavanınhızlasonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olupolmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13,2/7/2013, §§41^5).
43.Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bukriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesiaçısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 46).
44.Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasıiçinöncelikleuyuşmazlığıntürünegöredeğişebilen,başlangıçvebitiştarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
45.Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvurukonusu olayda,sebepsiz olarak vekâlettenazledilmevevekâletücretinin ödenmemesi üzerine, vekalet ücretininödenmesi amacıyla açılan alacak davasında,18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin,medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:2012/13,2/7/2013, §49).
46.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkarara bağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 22/3/2005 tarihidir.
47.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmasıhalinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 51).
49.Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusu, sebepsiz olarak vekâletten azledilme ve vekâlet ücretinin ödenmemesi nedeniyle vekâletücretinin tahsili istemine ilişkindir.Mahkemece, 22/3/2005havale tarihli dilekçe ileyargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, yargılamasürecinde birçok duruşma yapılmış olup, belirtilen celseler arasında genellikle 2,5 aylıksürelerin bulunduğu anlaşılmıştır.
60.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusu ve taraf sayısı dikkate alındığında karmaşık bir niteliğe sahip olmadığı, ancak yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, yazılı yargılama usulünde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda yapılması gereken işlemlerin uzun sürelerle yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.
61.Başvuruya konu yargılama sürecine bütün olarak bakıldığında, davanın açıldığı 22/3/2005 tarihinden itibaren, Yargıtay 13. Hukuk Dairesince onama tarihi olan 16/4/2013 tarihine kadar 8 yıl 1 ay 24 gün devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29022 -RG.T. : 06.06.2014
B.No : 2013 /5881 -K.T: 03.04.2014
32.Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş kazasısonucu yaralanan bir çalışanın, bu fiil sonucu ortaya çıkan zararının karşılanması için derhalbir yargı karan verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira çalışma gücünükısmen veya tamamen kaybedenbir bireyin hukuki durumununivedilikleaçıklığakavuşturulması gerekir. Çalışanın, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun sürebelirsiz bırakılması halinde, çalışan bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle kazasonucu meydana gelen zararların derhal tazmin edilmesinde ve bu uyuşmazlıkların ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
34.Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolaybir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
38.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmasıhalinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 51).
39.Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul süredeyargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinindevamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacaksürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 52).
44.Başvurucunun,çalıştığısırada işkazasısonucu yaralanmasınedeniyle uğradığı zararın tazmini amacıyla açtığı davada yargılamanın halen devam ettiği ve Adli TıpKurumu Genel Kurulu raporunun beklendiği, duruşmanın 9/6/2014 tarihine ertelendiğianlaşılmıştır. Davanın açıldığı1/7/2005 tarihinden itibaren bireysel başvurunun kararabağlandığı tarihe kadar, 8 yıl 9 ay 2 gündür yargılamanın devam ettiği belirlenmiştir.
45.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu tazminat davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerintoplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşıkolmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırkenözensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
47.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /1780 -K.T: 20.03.2014
53.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkarara bağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 20/6/2011 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğuzaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, bu tarihmevcut başvuru açısından Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2012/15374, K.2013/668 sayılı,karar düzeltme talebinin reddine dair ilam tarihi olan 21/1/2013 tarihidir (B. No. 2012/13,2/7/2013, § 52).
56.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali talebi olduğu, ilgili site yönetimialeyhine açılan davada kat maliklerinin bu haklarını tespite yarayan evrakın tapu sicilmüdürlüğünden talep edildiği ve yargılama sürecinde tensip zaptı sonrasında iki celseyapılarak uyuşmazlığın sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesi nezdinde ve kanun yoluincelemesinde geçen toplam bir yıl yedi aylık yargılama sürecinde, başvurucu tarafındanMahkeme hâkimine hitaben keşide ve tebliğ edilen ihtarname üzerine verilen çekinme kararının neticelendirilmesi hususunda dört aylık bir zaman diliminin geçtiği görülmektedir. Yargılamanın iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle açılan bir dava olmasına bağlı olarak uygulanması gereken usul hükümleri de nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen bir yıl yedi aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
|
RG No :28996 -RG.T. : 10.05.2014
B.No : 2013 /3442 -K.T: 20.03.2014
39.Kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemeler dışında özel bir iş yargılaması sistemioluşturmuş ve iş davalarının konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basitve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Bu doğrultuda 5521 sayılı Kanun’da,yazılı yargılama usulüne göre daha çabuk sonuçlanması amacıyla iş mahkemelerinde sözlüyargılama usulünün uygulanacağıöngörülmüşvebaşvurucununaçtığıhizmet tespitidavasında da bu hüküm uyarınca, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1/10/2011 tarihine kadar 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 473 ila 491. maddelerinde düzenlenen sözlü yargılama usulü uygulanmıştır.
40.İş uyuşmazlıklarının daha çabuk sonuçlanması amacıyla kabul edilen sözlü yargılama usulünde, mülga 1086 sayılı Kanun’un sistemine göre davanın kural olarak üçduruşmadatamamlanması gerekmektedir. Bu usulde davalı için bir cevap süresiöngörülmemiş olup, davalı esasa ilişkin cevaplarını en geç ilk oturumda sözlü olarakbildirebilmektedir.Yine buusuldekuralolarak taraflarınilk duruşmada delillerinigöstermeleri gerekmektedir. Bunun mümkün olmaması halinde hâkim taraflara delillerinigöstermeleri için süre vermektedir. Taraflar tahkikat safhası bitinceye kadar iddia vesavunmalarınıispatiçin yenidelilgösterebilmektedirler.İkinciduruşmada delillerinincelenmesinden sonra hâkim taraflara tahkikat sonucu hakkında bir layiha sunmaları içinsüre vermemişse sözlü yargılama safhasına geçilmekte ve bu safhada kural olarak taraflaraikişer defa söz verdikten sonra hükmün tefhimi için yeni bir duruşma günü belirlemektedir.
41.Bunun yanında 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. Maddesiyledaha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usullerikaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basityargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda hizmet tespiti davalarında takip edilmesi gerekenyargılama usulü de 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibarenbasit yargılama usulü olmuştur (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64).
42.Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken hizmet tespiti davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak,yargılamasürecindeki gecikmelervegecikmeyenedenolan unsurlarile bunlarıngecikmedeki toplam etkisinin tespiti gerekmektedir.
43.Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından 1/1/2005 tarihinde İzmir 3. İş Mahkemesi nezdinde açılan hizmet tespiti davasında Mahkeme, yaklaşık 36 ay gibi bir süresonunda 24/12/2007 tarihinde davanın kabulüne karar vermiş, temyiz edilen karar Yargıtay10. Hukuk Dairesi tarafından 21/1/2010 tarihinde eksik inceleme ve araştırma nedeniylebozulmuş, ilk derece mahkemesi tarafından bozma kararına uyularak yapılan yargılamasonunda 19/11/2012 tarihinde tekrar davanın kabulüne karar verilmiş ve davalı kurumtarafından temyiz edilen karar Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından 17/1/2013 tarihindeonanmıştır. Bu durumda iki dereceli yargılama sisteminde davanın yaklaşık sekiz yılsürdüğü anlaşılmaktadır.
44.İlk derece Mahkemesinde 36 ay süren yargılama sürecinde toplam14 duruşma yapılmıştır.Dava tarihinden 21/2/2007 tarihine kadar 25 aylık süredegerçekleştirdiği ilk yedi duruşmada Mahkeme, tarafların sundukları ve re’sen tespit edilentanıklara ulaşmak ve tanıkları mahkemeye getirterek ifadelerinin dinlenmesiyle meşgulolmuştur.Bu süreçte tanıkların tespiti amacıyla yazılan müzekkerelere Mahkemeninbelirlediğitarihtendahageçtarihlerde cevapverildiği,tanıklarayapılması istenentebligatların yapılamadığı veya geç yapıldığı görülmektedir.
45.Sigortalı hizmetlerin tespiti davaları kamu düzenine ilişkin davalar olduklarından bu davalarda resen araştırma ilkesi uygulanmaktadır. Buna göre söz konusudavada da resen tanık belirlenerek ifadeleri alınmıştır.Gerek İzmir CumhuriyetBaşsavcılığının, gerek posta müdürlüğünün yazılan müzekkerelere istenilen zamanda cevapvermemeleri ve ihzaren celplerine karar verilen tanıkların belirlenen tarihte hazır edilememeleri, idari ve yargısal kurumlara atfedilmesi gereken kusurlar olup, devletin uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi ve bu amaçla mahkeme kararlarını zamanında ve gereği gibi yerine getirecek adli ve idari mekanizmalar oluşturma yükümlülüğünü yerine getiremediğini göstermektedir.
46.Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 21/1/2010 tarih ve E.2009/16168, K.2010/629 sayılı kararıyla, temyiz tarihinden yaklaşık 25 ay sonra eksikinceleme ve araştırma gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin söz konusu kararını bozmuştur.
47.Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yeniden görülen davada bazı davacı ve davalılara tebligat yapılamaması nedeniyle davanın esastan görülmeye başlanması beş aygecikmiştir. Davaların makul sürede tamamlanması ilkesinin hayata geçirilebilmesi içintebligat işlemlerinin usulüne uygun, pratik ve güvenilir biçimde yapılarak davacı vedavalıların duruşma gününden haberdar edilmeleri devletin yükümlülüklerindendir.
48.İlk derece mahkemesinin ikinci yargılamasında da tanıkların mahkemeye getirtilmesi sorunları yaşanmış, re’sen belirlenen bazı tanıkların Mahkemede dinlenebilmesiyaklaşık dokuz ay, bir tanığın ise adresine ulaşılamadığından dinlenebilmesi 17 ay sonundamümkün olmuştur.Başvuruya konu dava açısından tanık delilinin önemi dedüşünüldüğünde, tanıklara ulaşma ve tanıkları mahkeme önünde hazır etme konusunda idari ve yargısal sorunlar olduğu ve bu sorunlar nedeniyle devlete atfedilmesi gereken kusursorumluluğunun artacağı konusunda şüphe yoktur.
50.Mahkemeler arasında karşılıklı yazılan müzekkerelerden anlaşıldığı kadarıylabirbirlerinden defaatle dosya talebinde bulundukları anlaşılmaktadır. Bu kapsamda İzmir 4.İş Mahkemesinin istenilen dosyayı 14 aylık bir süre sonunda göndermesi yargılamanın makul süreyi aşmasında önemli bir etken olmuştur. Aynı bina içinde hatta muhtemelen aynıkoridorda bulunan iki mahkeme arasındaki yazışmanın 14 ay sürmesinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu aşikârdır. Ayrıca, başvuru konusu davada 4. İş Mahkemesinde devameden davanın sonuncu beklerken 4. İş Mahkemesinde başvuruya konu davanın sonuncubeklemesi her iki davanın da uzamasına etki ettiği anlaşılmıştır.
51.Mahkemelerin birbirilerinin kararlarını beklemeleri, birbirlerinden dosya talep etmeleri bazı durumlarda bir ihtiyaç olmakla beraber, birbirini etkileyen davalardauyuşmazlığın bütün olarak çözümü konusunda hangi davanın öncelikle görülmesi gerektiğive hangi dava dosyasının sonucunun diğerinin sürecini etkileyeceği konusunda belirlemeyiyaparak uyuşmazlığı makul sürede sonuçlandırmak yargının ve nihai olarak devletinyükümlülüğünde olup, bu hususta başvurucuya atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.
52.BozmasonrasıyargılamadaİzmirBüyükşehirBelediyesiUlaşım Koordinasyon Merkezine yazılan müzekkere adres yetersizliğinden iade edilmiş ve bukurumun cevabı ancak sekiz ay sonra Mahkemeye gelmiştir. Mahkemenin idari bir birime çıkardığı tebligatın adres yetersizliğinden iade edilmesi ve bu müzekkereye zamanında cevap verilmemesi yargılamanın uzamasında devlete atfedilmesi gereken kusurlardır.
53.Son olarak bozma kararından sonra ilk derece mahkemesi önünde, bozmaya uyularak görülen davaya beşfarklıhâkimin nezaret ettiği görülmüştür.Hâkimleringörevlerinin sık aralıklarla değiştirilmesi nedeniyle farklı hâkimlerin aynı dosyayı tekrar elealarak incelemek zorunda kalmalarının davaların uzamasının yanı sıra yargının iş yükünün artması üzerindeki olumsuz etkileri de göz önünde tutulmalıdır.
55.Başvurunun konusu olan hizmet tespiti davasında yargılama sürecindeki gecikme dönemleri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, bozma kararından önce ve sonra ilk derecemahkemesince re’sen belirlenen tanıkların makul sürede duruşmada hazır edilemedikleri,yazılan müzekkerelere zamanında cevap verilemediği, temyiz makamının 25 aylık süreninsonunda karar verdiği; sonuç olarak haklı görülemeyecek derecede uzun bir süre olan sekizyılda yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklarınniteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkatealındığında, sekiz yıl gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
56.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvencealtına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
59.Başvuruya konu iş mahkemesinde görülensigortalı hizmetlerin tespiti davasının, başvurucunun kişisel yararı ve davanın başvurucu için taşıdığı değer de gözönünde bulundurulduğunda, yaklaşık sekiz yıl sürmesi sebebiyle başvurucuya yalnızca ihlaltespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28711 -RG.T. : 18.07.2013
B.No : 2012 /13-K.T: 02.07.2013
43.Hukuk sistemimiz açısından taraflarca hazırlanma ilkesi ve resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu yargılamalar arasında tarafların etkinliği noktasında farklılıklarbulunmakla beraber, genel olarak tarafların tutumunun yargılama sürecinin uzamasındakietkisi, yargılama süresinin makul olma niteliğinin değerlendirilmesinde nazara alınmasıgereken önemli bir unsurdur. Zira tarafların yargılamayı uzatmaya yönelik davranışlardankaçınması ve kendisine tanınmış olan usuli hakları kullanırken dikkat ve özen göstermesigereklidir.
44.Yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede göz önünde bulundurulması gereken bir diğer unsur ilgili makamların tutumudur. Bu kapsamda sadeceyargı makamlarınıntutumu dikkate alınmayıp, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesisorumluluğunu yüklemektedir.
45.Yukarıda belirtilen unsurların yanı sıra, değerlendirmeye esas alman sürenin makul olup olmadığınıntespitinde, başvurucu içinhukuki korumanınbiran öncegerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğunun da nazara alınması gerekmekte olup, buunsur her bir yargılama süresinin makullüğü açısından ortak bir standart oluşturulmamasıtercihini güçlendirmektedir.
56.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın birtaşınmazın mülkiyetine ilişkin bir uyuşmazlık olduğu, davanın taraflarında toplam kırk ikikişinin bulunduğu, yargılamanın özellikle vefat eden tapu maliki mirasçılarının davaya dâhiledilerek taraf teşkilinin sağlanması ve taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık birniteliğe sahip olduğu, ancakyargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrıdeğerlendirildiğinde duruşmalar arasında geçen sürelerin oldukça uzun tutularak yıldaortalamaüç duruşmayapıldığı ve verilen arakararların birçoğundadavacıtarafaeksikliklerin ikmali hususunda usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verildiğianlaşılmaktadır.
58.Her ne kadar belirtilen usul hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetininmakul sürede neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz,
59.Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarakkabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır.
60.Somut yargılama açısından, davacı tarafa defalarca ve kesin sürelere ilişkin hükümlere aykırı mahiyette, bir kısım eksikliklerin ikmali hususunda süreler verildiği, arakarar gereklerinin yerine getirilmemesi karşısında usul kanununda yer alan kesin sürelereilişkin müeyyidelerin uygulanmadığı, defalarca verilen keşif ara kararlarının özelliklemüracaat yokluğu nedeniyle yerine getirilmediği, ara kararı gereklerinin yerine getirilmediğine keşiflerin icra edilmediği süreçlerde davacı vekili mazeretlerinin bir çok kez kabul edildiği, ancak yine kesin süreye riayet edilmemesinin müeyyidelerinin ve celse harcı tayini gibi usuli imkanların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (1086 sayılı Kanun md. 163, 271, 278/son, 282, 414; 6100 sayılı Kanun md. 94, 114/1-g, 115/2, 120,253, 269, 280; 2/7/1964 tarih ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).
61.Yukarıda belirtilen hususların yanı sıra, taşınmaza ilişkin uygulama çalışmaları yapıldığını bildirir 27/12/2011 tarihli Fethiye Kadastro Mahkemesi yazısının16/2/2012 tarihli celsede dosya içine alındığı, aynı celsede dosyanın incelemeye alınarak üçaydan uzun bir süre sonra 29/5/2012 tarihinde görevsizlik kararı verildiği ve dosyanıngörevli Mahkemesine 22/4/2013 tarihi itibariyle yaklaşık on bir aylık süreçte devredilmemişolduğu görülmektedir.
64.Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /3253 -K.T: 16.07.2014
43.İlgiliyargılamaevrakınınincelenmesinden ilkderece mahkemesince yargılama sürecinde ilgili usul hükümlerine genel olarak riayetle ara karar gereklerininyerine getirildiği, toplam dört yıl iki aylık yargılama sürecinin sekiz ayı aşkın bölümünün taraf vekillerinin mazeretleri nedeniyle duruşmaların tehir edilmesi nedeniyle geçirildiği, ayrıca ilk derece mahkemesi hükmünün karardan yaklaşık dört ay sonra tebliğe çıkarıldığı ve kanun yolu mercii nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemeleri kapsamında geçen toplam yargılama süresinin ise, onama kararının ve karar düzeltme talebinin ilk derece mahkemesince taraflara tebliği aşamalarıyla birlikte yaklaşık bir yıl beş aylık bir zaman dilimini kapsadığı, yargılamanın özellikle boşanma ve tazminat taleplerini konu alan bir ihtilaf olması nedeniyle, ilgili kurumlar nezdinde tahkikat ve tanık dinlenilmesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak belirli usul işlemlerinin yapılmasını gerektirdiği, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen dört yıl iki aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /5274 -K.T: 16.07.2014
88.Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarıngerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itirazbaşvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olupolmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığıdevam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
95.Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önceyakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda isetutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancakkişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş isemahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66-67).
129.Dava dosyasınınincelenmesindederece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerineatfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılamasüresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekendavadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,atılı suçun vasıf ve mahiyeti, isnat olunan suçun organize suç olup olmaması gibi unsurlarbir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makulolduğu görülmektedir.
130.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :29136 -RG.T. : 01.10.2014
B.No : 2013 /4495 -K.T: 17.07.2014
89.Başvurunun konusu olan alacak davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, Mahkemece yapılan yargılama süreçleri ve temyizsüreçleriyle beraber yargılamanın makul olmayan uzun bir süre olan 5 yıl 2 ay 22 gündetamamlandığı görülmektedir. Tüketici mahkemelerinde görülen alacak davalarının niteliği,başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında,bu sürenin makul olmadığı açıktır.
|
RG No :29116 -RG.T. : 11.09.2014
B.No : 2013 /2263 -K.T: 26.06.2014
28.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularınincelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmas halinde,dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51). Bu kapsamda,başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığın karara bağlanması için geçen sürenin makul olupolmadığı noktasında nazara alınacak zaman dilimi, yaklaşık Uç yıl sekiz aylık bir süreyikapsamaktadır.
30.Başvuruya konu yargılamanın tabi olduğu yargılama usulü, bu usule bağlı olarak uygulanması gereken usul hükümleri ve yargılama aşamaları nazara alındığında, yaklaşık üç yıl sekiz aylık yargılama süresinin somut davada ve iki dereceli yargılama prosedüründe makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :29071-RG.T. : 25.07.2014
B.No : 2013/1280 -K.T: 28.05.2014
100.Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanınsüratlesonuçlandırılmasıhususunda gerekliözeningösterilmemesindenkaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adilyargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunuyüklemektedir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 44).
101.Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, §55).
103.Öte yandan, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında geçen toplam iki yıl üç aylık sürenin de yargılama faaliyetinde kısmen bir gecikmeye sebebiyet verdiği görülmektebirlikte söz konusu aşamaların yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargısisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinden kaynaklandığıanlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince,yargılamasisteminin,mahkemelerindavalarımakulbir süreiçindekarara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimdedüzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olanyapısal ve organizasyonailişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul süredegerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
105.Yapılan butespitler çerçevesinde davayabütün olarak bakıldığında, başvuruya konu uyuşmazlığın Diyarbakır Koşuyolu Parkı yakınına bırakılan bir bombanınpatlatılması sonucu kızlarının yaşamını yitirdiğinden bahisle başvurucuların uğradıklarımaddi zararın tazminine yönelik olmasına, maddi tazminat hesaplamasının bilirkişiincelemesi gerektirmeyip ilgili Kanun’da belirtilen basit bir yönteme dayanmasına vedolayısıyla dava kbeş yıl on ay on bir gün süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No :28875 -RG.T. : 07.01.2014
B.No : 2012 /673 -K.T: 19.12.2013
33.Başvuru konusu davanın açılış tarihi 6/2/1979 olmakla beraber, başvurucunun verdiği 15/4/1993 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında, asli müdahil sıfatıylayargılamada yeralmaya başladığıanlaşılmaktadır. Bunedenle,başvurucuaçısındanyapılacak makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı,davanın açıldığı tarih değil, müdahale talebinde bulunulduğu 15/4/1993 tarihidir (Benzeryöndeki AİHM kararları için bkz. Cocchiare/İtalya, B. No. 64886/01, 29/3/2006, § 113;Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No.21136/95, 19/5/2005, § 25).
38.Başvurunundeğerlendirilmesi neticesinde, başvuruyakonuyargılamanın başlangıçta iki adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebini içerdiği, anca daha sonra muhtelif parsellere ait davaların da işbu dava dosyası ile birleştirilmesine kararverildiği, davanın taraflarındaelliyi aşkın kişinin yer aldığı, yargılamanın özellikletaşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usulişlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılamasürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrıdeğerlendirildiğinde,Kadastro Mahkemesindegeçen yargılama sürecinde, Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin masraf ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği ve dosyanın defalarca tetkike alındığı anlaşılmaktadır.
40.Özellikle Kadastro Mahkemesinde geçen somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında, yargılama makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha dikkatli bir şekilde ele alınması gerekmektedir ((B. No. 2012/12,17/9/2013, § 58; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan Kaplan/Türkiye, B. No.24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, B. No.57407/02, 4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No.51963/99, 23/5/2007; Nalbant/Türkiye, B. No.61914/00.10/8/2006).
41.Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarakkabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bugirişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, yukarıda belirtilen özelusul hükümleri nedeniyle başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle biretkisi olduğu tespit edilememiştir.
42.Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliğibaşvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaklabirlikte, davaya bütün olarak bakıldığında başvurucu açısından söz konusu olan yaklaşıkyirmibir yıllık yargılama sürecinde makul olmayanbir gecikmenin olduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No :28875 -RG.T. : 07.01.2014
B.No : 2013 /3283 -K.T: 19.12.2013
36.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı kararabağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından 30/3/1961 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğuzaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devameden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içerenbaşvurularınyargılamafaaliyetinindevamısırasındadayapılabilmesiolanağıbulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
37.Başvuruya konu dava, başvurucuların miras bırakanlarından intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımındandikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların yargılamaya katıldıkları an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (AİHM’nin benzer yaklaşımı için bkz. Cocchiarella/İtalya, B. No: 64886/01, 29/3/2006, § 113; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No:21136/95, 19/5/2005, § 25).
47.Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarakkabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bugirişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucular vekili de dâhil olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri sunulduğugörülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nedeniyle başvurucularıntutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.
48.Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaklabirlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu elli iki yıllık yargılama sürecindemakul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
|
RG No :28897 -RG.T. : 29.01.2014
B.No : 2013 /695 -K.T: 09.01.2014
35.Cezamuhakemesindeyargılamasüresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlartarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takımtedbirlerin uygulanması anıdır (Benzer yöndeki AtHM kararı için bkz: Eckle/Almanya, B.No: 8130/78, 15/07/1982, §§ 73-75). Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suçisnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden iseAnayasa Mahkemesinin makul süre şikayetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir.
42.Başvuru dosyasınınincelenmesinde,başvurucunungözaltına alınması ile hakkında ilk derece mahkemesince ilk kez hüküm verilmesi arasında yaklaşık 1 yıl 2 aygeçmiştir. Ancak derece mahkemesince verilen karar dört defa temyiz edilmiş ve üç kezbozulmuştur. Başvurucu hakkında derece mahkemesince verilen cezanın 4 yıl 7 ay 10 günolduğu mevcut yargılamada, dava dosyasının Yargıtay ve derece mahkemesi arasında dörtkez gidip gelmesi üzerine geçen sürelerin toplamı ise yaklaşık 10 yıl1 aydır. Yargısisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruyailişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın36.maddesiileSözleşme’nin 6.maddesi gereğince,yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu gözönünde bulundurulduğunda,hukuk sistemindevarolanyapısal ve organizasyonailişkineksikliklerin,yargılamafaaliyetininmakulsürede gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır.
|
RG No : 28940 – RG.T. : 13.03.2014
B.No : 2013 /3007 – K.T : 06.02.2014
65.Bununla birlikte, idari veya yargısal bir karar organına yapılan başvuru sayısında öngörülemeyecek düzeyde geçici ve olağanüstü bir artış olması nedeniylebaşvuruların birikmesine bağlı olarak başvuruların karara bağlanmasında meydana gelengecikmelerin, zamanında ve yeterli tedbirlerin alınması koşuluyla, makul sürede yargılanmahakkı açısından devletin sorumluluğunu doğurduğu söylenemeyecektir (benzer yöndekiAİHMkararları içinbkz.Buchholz/Almanya, B.No: 7759/77, 6/5/1981, § 51-52;Kçpa/Polonya,B.No:43978/98,30/9/2003; Vincent Lynch/Birleşik Krallık,B. No:19504/06, 6/10/2009). Bu kapsamda AİHM, Buchholz/Almanya davasında, toplam 4 yıl 9 aysüren iş uyuşmazlığına ilişkin bir yargılamada, Almanya’da 1970’li yıllarda ortaya çıkanekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmalara ilişkin davalarda anormal artış olması nedeniyleyargılamanın karara bağlanmasında yaşanan gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir. Benzer şekilde AİHM, Kçpa/Polonya davasında toplamda 8 yıl 4 ay süren bir yargılamada, (ilgili davanın temyiz aşamasında 1 yıl 6 ay hiçbir işlem yapılmaksızın beklemesine rağmen)başvurucuların yargılamanın uzamasına yol açan eylemleri de göz önünde bulundurularak Yargıtayın iş yükünün artmasından kaynaklanan gecikmenin bu hakkı ihlal etmediğine karar vermiştir. Son olarak, Vincent Lynch/Birleşik Krallık davasında AİHM toplamda 4 yıl 6 ay süren bir yargılamada 2003 Aralık ayında yürürlüğe giren bir kanun sonrasında bir anda çok sayıda başvurunun gelmesi, tek bir davanın karara bağlanması için yaklaşık bir yıl sürecin başlamasının gecikmesi, 2005-2007 yılları arasında söz konusu kanun kapsamında öncelikle görülmesi gereken binin üzerinde davanın karara bağlanması gibi nedenlerle başvurucunun davasının karara bağlanmasında yaşanan gecikmenin makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır. Bütün bu davalarda geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmaması, bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluna bağlanmıştır. Ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devlet, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale gelecek ve daha etkili ve ilave tedbirler alması kendisinden beklenebilecektir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zimmermann ve Steiner-/İsviçre, 13/7/1983, § 29, Vincent Lynch/Birleşik Krallık, B. No: 19504/06, 6/10/2009).
73.Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı kadarıyla, 20/5/2008 tarihinde komisyona başvuru sonrasında başvurucunun zararının tespiti için komisyontarafından yürütülen ilk işlemin 6/9/2010 tarihinde Kaymakamlık İlçe Zarar Tespit BilirkişiKomisyonu tarafından gerçekleştirilen keşif işlemi olduğu görülmektedir. Bir anlamdakomisyona yapılan başvurular arasında başvurucunun dosyasının incelenme sırası bu tarihtegelmiştir. Bu tarihten sonra yaklaşık kırk beş gün içerisinde sırasıyla (13-17/9/2010,12/10/2012 ve 18/10/2010 tarihlerinde) ziraat, kadastro ve inşaat bilirkişilerinden ayrı ayrırapor alınmış ve başvurucunun talebi 14/12/2010 tarihinde karara bağlanmıştır. Komisyondatoplam 2 yıl 6 ay 24 günde karara bağlanan başvurunun işleme konulabilmesi için 2 yıl 3 ay16 gün sıra beklediği anlaşılmaktadır.
74.Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya çıktığı açıktır. Yukarıdaaçıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu iş yükü artışının yapısal bir sorunadönüştüğü ve yetkililerin bu konuda üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.
80.Sonuçolarak,idaribaşvurusürecindekomisyonlardaincelenentoplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında yürütülen keşif, bilirkişi raporlarıalınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması, başvurunun komisyonda işleme alınması sonrasında yaklaşık 3 ayda kararın verilmesi ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin (dosyanın Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen) 1 yıl 9 ay 16 gün içerisinde ilk derece, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alındığında toplamda 4 yıl 7 ayda (20/5/2008-19/12/2012 tarihleri arasında) başvurunun karara bağlanmasında kamu otoritelerine ve yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu söylenemez.
|
RG No :28942 -RG.T. : 15.03.2014
B.No : 2012 /1246 -K.T: 06.02.2014
48.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında ilk derece mahkemesi ve temyiz mahkemesinin ihtilaf konusuolayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık göstermediği, yargılamanın iki derecelimahkeme önünde toplam 29 ay sürdüğü, ilk derece mahkemesinin bu süre zarfında,başvurucunun ve davacı idarenin iddialarına ilişkin karar vermek için davanın esasınıincelediği, bedel tespitine esas verileri topladığı, bilirkişi raporuna başvurduğu, taraflaraitiraz için süre verdiği, tarafların itirazlarını dikkate aldığı, bu itirazlara istinaden ek bilirkişiraporu aldığı; başvurucu vekilinin mazeret bildirerek iki duruşmaya katılmadığı; davanıntemyiz incelemesinin 8 ayda tamamlandığı görülmüş ve yargılama süresinin bütünü dikkatealındığında mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde gecikmeolmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
|
RG No :28946 -RG.T. : 19.03.2014
B.No : 2012 /152 -K.T: 20.02.2014
100.Dava dosyasınınincelenmesindederecemahkemesininyargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerineatfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılamasüresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekendavadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurlar birbütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makulolduğu görülmektedir.
|
RG No :28982 -RG.T. : 25.04.2014
B.No : 2012 /1254 -K.T: 07.03.2014
59.Hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları farklı olduğundan, ceza mahkemesi kararları, hukuk davaları için kural olarak kesin hüküm oluşturmaz. Haksız fiil nedeniyle açılan tazminat davalarınıçözmek bütünüyle hukuk hâkiminin göreviiçindedir. Bir “bekletici sorun” iddiası karşısında kalan hâkimin, görevi dışındaki buiddianın mutlaka görevli mahkemede çözülmesini bekleme yükümlülüğü yoktur. Kendisi debirçok durumda ileri sürülen hususu karara bağlayabilir. Kaldıki, 818sayılı mülgaKanun’un 53. maddesi gereğince hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararıylabağlı ise de, maddi olayı tespit etmeyen beraat kararı hukuk hâkimini bağlamaz. Onun içinhukuk hâkimi, topladığı deliller doğrultusunda karar verebilir. Ceza mahkemesinin delilleritespit ve takdiri ile hukuk mahkemesinin delilleri tespit ve takdirinin farklı olmasının birsonucu olarak, bir olayda sebep sonuç bağı bulunmadığına dair ceza mahkemesi kararı dahi hukuk hâkimini bağlamayabilir.
62.Başvurucu aleyhine Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan manevitazminatdavasında, Ankara 19. AsliyeCezaMahkemesinde açılan kamudavasınınsonuçlanmasının beklenmesi yargılama sürecini uzatmıştır.
63.Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvurucunun hakarette bulunduğu iddiasıyla aleyhine açılanmanevi tazminat davası; hukuki meseleninçözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılanengeller, tarafsayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.Başvurucunun,tutumvedavranışlarıylaveusulihaklarınıkullanırkenözensizdavranmasıyla yargılamaların uzamasına sebep olduğu da söylenemez.
64.Başvurununkonusu olantazminatdavasında, yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilkderece Mahkemesince uzun aralıklarladuruşmalar yapıldığı Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesindeki ceza davasının sonucununbeklendiği, temyiz süreciyle beraber makul olmayan uzun bir süre olan 5 yıl 9 ay 7 gündeyargılamanın tamamlandığı görülmektedir. Başvurucualeyhine açılanmanevi tazminatdavasının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaatidikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.
65.Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alman makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28982 -RG.T. : 25.04.2014
B.No : 2013 /6261 -K.T: 07.03.2014
38.Başvuruya konu dava, başvurucuların miras bırakanlarından intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımındandikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların yargılamaya katıldıkları an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (B. No:2013/1115, 5/12/2013, §51).
39.Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olmasıhalinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığınbaşlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
47.Başvuru konusu yargılamada söz konusu olduğu gibi, verilen birleştirmekararının adaletin daha iyi gerçekleştirilebilmesi için makul olduğu değerlendirilebilirse de,bu tür kararların yargılamayı uzatacağı göz önünde bulundurularak, yargılamanın diğeraşamalarında sürecin hızlandırılması hususunda daha fazla gayret ve özen gösterilmesigerektiği açıktır.
49.Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymaklabirlikte, davaya bütün olarak bakıldığında yaklaşık elli altı yıllık yargılama sürecinde makulolmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
50.Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
51.Başvurucular ayrıca, uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazlardan yararlanamadıkları gibi taşınmazlardan sağlanan gelir desteklerinden de mahrum kaldıklarını belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişolmaklaberaber, somutyargılamabağlamında başvurucularınmakul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönünde yukarıda yer verilen tespit ışığında, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
|
RG No :28864-RG.T. :27.12.2013
B.No : 2012 /650 – K.T : 05.12.2013
50.Belirtilen hususların yanı sıra, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında bilirkişi raporunda başvurucunun ticari defterlerinde davalılar adına herhangi bir kayda ve bu kapsamda dava konusu çek kaydına rastlanmadığının tespit edildiğinin ve karar gerekçesinin takip eden kısmında dava konusu çekin başvurucunun ticari defterlerinde kayıtlı olmamasının çekin bedelsiz olduğunun kanıtı sayılamayacağının belirtilmesi karşısında, bilirkişi incelemesi için geçen yedi ayı aşkın bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, dosya aslının farklı yargı mercilerine gönderilmesi neticesinde, yargılama dosyasının ilgili mahkemeye iadesinin sağlanması hususunda yaklaşık bir yıl sekiz aylık bir sürenin geçtiği görülmektedir. Yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgili mercilerden talep edildiği ve belirtilen tüm bu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
51.Başvurucu vekilince yargılama süresince dört defa mazeret dilekçesi sunulduğu görülmekle birlikte, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
52.Yapılan bu tespitler çerçevesinde davayabütün olarak bakıldığında, başvuruya konu on iki yıl beş aylık yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmeninolduğu sonucuna varılmıştır.
|
RG No :28864-RG.T. :27.12.2013
B.No : 2013/1213 -K.T : 04.12.2013
55.Somut yargılama açısından, bir ceza dosyası akıbetinin on bir ayı aşkın bir süre beklenildiği ve bu uzun bekleme sürecine rağmen ilgili dosyanın somut yargılamaaçısından nasıl bir değerlendirme için kullanılmak istendiği hususuna hüküm gerekçesindeyer verilmediği, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında uyuşmazlığın dava konusuçekin teminat amacıyla verilip verilmediği noktasında toplandığı, çekin bir ödeme vasıtasıolduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğinin kabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilince beyan edildiği ve bu itibarla başvurucuların iddialarını ispat edemedikleri gerekçesine yer verildiği ve hükmün gerekçesinde dinlenilen başvurucu tanıkları ile yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına da dayanılmadığınazara alındığında, tanık dinlenilmesi, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usuli işlemler için geçirilen on ayı aşkın süreyi içeren bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen hususların yanı sıra, davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde belirtilen usule ilişkin itirazlar arasında yer verilen dava harcının eksik olduğu noktasındaki itirazın yaklaşık iki yıl sekiz ay sonra değerlendirilerek eksik harcın tamamlanması hususunda başvurucular vekiline süre verildiği ve ilgili hususun ikmal edilmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgilimercilerden talepedildiği ve belirtilen tümbu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
56.Kanun yolu incelemesinde geçensüreninise temyiz ve karar düzeltmeaşamaları dâhil bir yıl iki aylık bir yargılama dilimini kapsadığı görülmektedir.
57.Başvurucular vekilince üç defa mazeret dilekçesi sunulduğu ve eksik harcıntamamlanmasınedeniyle dosyanınişlemdenkaldırıldığı süreçte başvurucuların tutumunedeniyle yaklaşık iki aylık bir gecikme periyodu yaşandığı anlaşılmakla birlikte, başvurucularıntutumununyargılamanınuzamasına özelliklebiretkisi olduğutespit edilmemiştir.
58.Yapılan bu tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, davanıntaraflarında yer alan kişi sayısı ve davanın konusu itibariyle karmaşık olaraknitelendirilemeyecek olan yargılama faaliyetinde, yetkili makamların yargılamaya ilişkinusul işlemlerinde yeterli özeni göstermemeleri nedeniyle, başvuruya konu beş yıl üç ay süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
|
RG No :28842-RG.T. :05.12.2013
B.No : 2012 /1198-K.T : 07.11.2013
45.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süredeğerlendirmesinde, süreninbaşlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı kararabağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığınortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzeryöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almatrya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24;Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru açısından benzer birdurum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman dilimininbaşlangıç tarihi, başvurucu tarafından park alanına dönüştürülen ancak uzun süredirkamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarakbedelininödenmesi,bunun mümkünolmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imaraaçılması hususlarını içeren taleplerini ilgili idarelere ilettiği 18/3/2002 tarihidir.
46.Uyuşmazlığın başlangıç tarihiileAnayasa Mahkemesinin bireyselbaşvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklıolabilmekle beraber, zaman bakımından yetkiyi belirleyen hükümlerin, olay ve olgularınmeydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecekkanunyollarının tüketildiği,yani işlemveyakararınkesinleştiği tarihi esas aldığıgörülmektedir. Başvuru konusu uyuşmazlığın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımındanyetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihiitibarıyla yaklaşık on yıl dokuz ayı aşkın bir süredir devam ettiği ve belirtilen tarih itibarıylauyuşmazlığa ilişkin davanın halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkinolarak yapılacak makulsüre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı,18/3/2002 tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
47.Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekildeyargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul süredeyargılanma hakkınınihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinindevamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacaksürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §52).
66.Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on bir yıl sekiz aylıkyargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğusebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olanmanevi zararları karşılığındabaşvurucuya takdiren 10.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28842 -RG.T. :05.12.2013
B.No : 2013 /772-K.T : 07.11.2013
62.Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler kural olarak kesin ve hakdüşürücü nitelikte olmasına rağmen, Kanun’un 20. maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade davalarının sonuçlandırılması için öngörülen ikiaylık süre,mahkemelereyönelikbirsüre olduğundandüzenleyicinitelikteolup, mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur.
63.Nitekim AİHM de, işe iade davalarının 4857 sayılı Kanun’un 20. Maddesindeöngörülen yasal süre içerisinde sonuçlandırılamaması nedeniyle Türkiye aleyhine yapılmışbaşvurularda, Türkiye’nin bu tür bir kanunu kabul etmekle, iş hukukuna ilişkinanlaşmazlıklarıçözmek,özellikleişten çıkarma durumlarında iş hukuku konusundakiçekişmelerin süresini kısaltmak amacıyla hızlandırılmış bir usul düzenlemiş olduğunusaptamakta ve kanunun bu amacını vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasalsüreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarınıdenetlemenin görevi olmadığını belirterek başvuranların davasının “makul süre” içerisindetamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü elealarak, bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır.AİHM bir yıl beş ay süren bir işe iade davasıyla ilgilideğerlendirmesinde, sözü edilen davada ulusal mahkemelerin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık göstermediğini, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde bir yıl beş ay sürdüğünü, ulusal mahkemelerin bu süre zarfında, başvuranın iddialarına ilişkin karar vermek için davanın esasını incelediğini ve tanık ifadeleri ile bilirkişi raporları aldıklarını ifade ederek yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında ulusal mahkemeler nezdinde gecikme olmaması nedeniyle Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında “makul sürenin” aşılmadığı yönünde karar vermiştir (Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; benzer bir karar için bkz. Dildirim/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013).
73.Adalet Bakanlığı görüşünde tanık sayısının çokluğundan bahsedilmişse debaşvurucu ve davalının Mahkemeye yargılamanın uzamasına sebebiyet verecek derecedeçokolarak değerlendirilemeyeceksayıda(üçer) tanık sundukları, 14/7/2009 tarihliduruşmada başvurucunun tanıklarının, 18/8/2009 tarihli duruşmada ise davalı tanıklarınındinlendiği ve bu tarihte yani yargılamanın başladığı tarihten üç buçuk ay sonra bilirkişiraporunun alınması dışındadosya tekemmülünün gerçekleştiği, sonuçolaraktanıkdinlemenin davanın uzamasına esaslı bir etkisinin olmadığı anlaşılmıştır,
74.Başvurucu vekili, mazeret dilekçeleriyle 24/9/2009 ve 22/7/2010 tarihli ikiduruşmaya katılmamıştır.Başvurucuvekilininkatılmadığı 24/9/2009tarihliduruşmabilirkişi raporunun beklendiği sürece denk geldiğinden herhangi bir gelişme olmamış ve buduruşmaya katılmamanın davanın uzamasına etkisi görülmemiştir. Başvurucu vekilininkatılmadığı 22/7/2010 tarihli duruşmaya ise davalı vekili de katılmadığından bilirkişiraporunun geldiği görülerek okunmuş ve dosyasına konulmuştur.Bu durumda başvurucuvekilinin katılmadığı ilk duruşma nedeniyle davanın uzamasınasebebiyetverdiğisöylenemez. Başvurucu vekilinin 22/7/2010 tarihli duruşmaya katılmamasının davanınuzamasında belli bir rolü olmuş ise de bu duruşmaya davalı vekilinin mazeretsiz olarakkatılmadığının da göz önünde bulundurulması gerekir.
82.Söz konusu başvurunun konusuolanfesheitiraz davasında yargılamasürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesincetalep edilen bilirkişiye ulaşılamadığı, temyiz aşamasında dava dosyasının iş bölümü gereğidairelerarasında gidipgeldiği veeksikliğintamamlatılması içintekrarilkderecemahkemesine gönderildiği; sonuç olarak İş Kanunu’nda öngörülen sürelere oranla haklıgörülemeyecek derecede uzun bir süre olan 3 yıl 5 ayda yargılamanın tamamlandığıgörülmektedir. İş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların özellikle de işe iade talebiniiçeren feshe itiraz davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunundavadaki menfaati dikkate alındığında, 3 yıl 5 ay gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
87.Başvurucu tarafından davanın 4857 sayılı Kanun gereği bitirilmesi gereken üçaylık süreden kararın kesinleştiği tarihe kadar geçen süre için aylık asgari ücret üzerindenyapılan hesaplama sonucu maddi tazminat talep edilmişse de bu süreçte uzun sürenyargılama ile başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar arasında illiyet bağı kuracakbir delil sunulmamıştır. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmişolmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağıbulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
88.Başvurucu açısından işe iade konulu davanın başvurucunun kişisel yararı gözönünde bulundurulduğunda, yaklaşık üç yıl beş ay süren yargılama sürecinin uzunluğusebebiylebaşvurucuyayalnızcaihlaltespitiyle giderilemeyecek olanmanevi zararıkarşılığında davanın başvurucu için taşıdığı değer de dikkate alınarak takdiren 3.000,00 TLmanevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28808 -RG.T. :01.11.2013
B.No : 2012 /367 -K.T : 17.09.2013
25.Başvuru konusudavanın açılıştarihi 15/3/1965 olmaklaberaber,başvurucunun vekili vasıtasıyla verdiği 14/6/2012 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında, asli müdalıil sıfatıylayargılamadayer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, başvurucu açısından yapılacak makulsüre değerlendirmesibakımından dikkate alınacak süreninbaşlangıçanı,davanınaçıldığı tarihdeğil, usuleuygun olarakasli müdahale talebindebulunulduğutarihtir (Benzer yöndekiAİHMkararlarıiçinbkz. Cacchiarelta/ltalya,64886/01,29/3/2006, § 113; Namlıve Diğerleri/Türkiye,51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, 21 136/95, 19/5/2005, § 25).
27.Başvuru konusu olayda başvurunun asli müdahil sıfatıyla davada yer almayabaşladığı tarih 14/6/2012 olup, dava halen derdest olmakla, başvurucu açısından yargılamayaklaşık bir yıl üç aylık bir süredir devam etmektedir. Bu kapsamda, başvurucunun tarafıolduğu uyuşmazlığın karara bağlanması için geçen sürenin makul olup olmadığı noktasındanazara alınacak zaman dilimi bir yıl üç aylık bir süreyi kapsamaktadır.
29.Başvurunundeğerlendirilmesi neticesinde, başvuruyakonu yargılamanınseksen üç adet taşınmaza ilişkin müdahalenin meni ve ecrimisiltalebiyle genel mahkemelerde açılan ve görevsizlik kararıyla kadastro mahkemesine devredilen bir mülkiyet uyuşmazlığı olduğu, kırk beş davalı aleyhine açılan davanın yargılaması sırasında birçok taraf mirasçısının yargılamaya dâhil edilmesine karar verildiği, ayrıca iki yüze yakın kişi tarafından davaya müdahale talebinde bulunulduğu,başvurucunun da bu meyanda başvuruya konu İzmir Kadastro Mahkemesinin 2003/14 esas sayılı dosyasında yürütülen yargılamaya asli müdahil sıfatıyla katıldığı, başvurucunun müdahale talebinde bulunmasını takiben yapılan dört celsede, belirtilen müdahale taleplerine ilişkin eksikliklerin ikmali ve bu taleplerin değerlendirilmesine ilişkin ara kararlar ihdas edildiği, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında, başvurucu açısından geçerli olan bir yıl üç aylık yargılama süresinin somut davada makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğiiddiasınınaçıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
|
RG No :29232-RG T. : 10.01.2015
B.No : 2013 /1401 -K.T: 16.10.2014
30.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süredeğerlendirmesinde,süreninbaşlangıcıkuralolarak,uyuşmazlığıkararabağlayacakyargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tariholup, bu tarih somut başvuru açısından, başvuruya konu boşanma davasının açılmış olduğu19/11/2008 tarihidir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 45). Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zamanicra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, davanın reddihükmüyle sonuçlanan başvuru konusu yargılama açısından bu tarih Yargıtay 2. HukukDairesinin E.2012/23462, K.2012/30316 sayılı karar düzeltme talebinin reddine dair ilamtarihi olan 13/12/2012 tarihidir.
32.İlgili yargılama evrakının tetkikinden, ilk derece mahkemesince yargılamasürecinde ilgili usul hükümlerine genel olarak riayetle ara karar gereklerinin yerinegetirildiği,birleşennafaka davası ve boşanma davası kapsamında tarafların bilirkişiraporlarına dair itirazlarının da karşılanması amacıyla rapor ve ek raporlar alındığı, yürütülenyargılamanın tüm celselerinde esaslı usuli işlemler yapıldığı ve hiçbir yargılama celsesindedosyanın tetkike alınmadığı, duruşma aralıklarının genel itibarıyla bir ay olarak tanzimedildiği ve celse aralarında taraflara tebliği gereken bilirkişi rapor ve ek raporlarına ilişkintebligatişlemlerininsüresinde yapılarak,ilgilikurumlar nezdinde yapılmasıgerekenaraştırmalara dair evrakın verilen sürelerde tanzim edildiği görülmektedir. Söz konusuyargılamanın özellikle boşanma, tazminat ve nafaka taleplerini konu alan bir ihtilaf olmasıve ilgili kurumlar nezdinde tahkikat, bilirkişi incelemesi ve tanık dinlenilmesi gibi belirliusul işlemlerinin yapılmasını gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir nitelikte olduğu, bunedenle, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında,söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen dört yıl bir aylık yargılama süresininmakul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılamamakamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
|
RG No :29232-RG T. : 10.01.2015
B.No : 2013 /3771 -K.T: 16.10.2014
61.Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, İlk DereceMahkemesinde29/5/2008 tarihinde açılan dava hakkında 31/12/2008 tarihinde kararverildiği ve yargılama süresinin 7 ay 2 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesi karar tarihindenDanıştay On ikinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi kararına kadar geçen sürenin ise4 yıl 1 ay 18 gün ve toplam yargılama süresinin ise 4 yıl 8 ay 20 gün olduğu, İlk DereceMahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise de Danıştay On ikinciDairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal veorganizasyonailişkin eksikliklerinyargılamafaaliyetininmakulsürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2012 /827 -K.T: 15.10.2014
50.Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde, şikayetin yapıldığı tarihten 8 yıl 3 ay 1 gün sonra yani 8/10/2012 tarihinde zamanaşımı nedeniyle sonbulmuştur. Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde (§ 45, 46, 47) mahkemelerin fizikselbütünlüğe yönelik saldırılardan dolayı suçlanan kişilere ilişkin yargılamaları ivediliklesonlandırması ve dolayısıyla davanın zamanaşımına uğramasını önlemesi gerekirken, somut olayda davanın zamanaşımına uğradığı görülmektedir. Böylece ilk derece Mahkemesince aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek cezalandırılan sanık ile ilgili davanın sonuçta zamanaşımına uğradığı görülmüştür. Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir gecikmenin olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sanığın cezasız kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği ve cezai başvurunun etkisiz olmasına sebebiyet verildiği belirlenmiştir.
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2012 /1036 -K.T: 15.10.2014
46.Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makulsüre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasınınyetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veyagözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, yakalandığı25/9/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir.
Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğiiddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesiolanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurununkarara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13,2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625,9/1/2014, § 32).
Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucu hakkındakimahkumiyet kararlarının kesinleşme tarihi olan11/11/2013 tarihi olup, yağma suçuyönünden yargılamanın bu tarihten sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır.
49.Başvuruya konu davada yer alan sanık ve mağdur sayısı, suçlamaların niteliğiile yargılama kapsamında icrası gereken usul işlemleri dikkate alındığında yargılamanınkarmaşık olduğunun kabul edilemeyeceği, yargılama sürecinde başvurucunun tutukluolduğu, davaya bir bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir kararverilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve temyiz incelemelerinde yaklaşık 4 yılıngeçtiği toplam 7 yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2013 /4454 -K.T: 15.10.2014
46.Makul süre incelemesinde; icra dairesine intikal eden maddi vakıalar, tarafların genel olarak icra safhasındaki tutumu, icra sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; icra makamları yanında icra süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve Mahkeme kararının süratle icra edilmesi hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi icranın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir.
47.İcraişlemleriyle ilgili olarakmakul süredeğerlendirmesindesüreninbaşlangıcı, icra takibinin başlatıldığı tarihtir. Sürenin bitiş tarihi ise, kural olarak icra takibi sonucu alacağın tahsil edildiği tarihtir.
48.Başvuru konusu olayda, iş akdini haklı nedenlefesheden başvurucutarafından İzmir 7. İş Mahkemesinde açılan dava sonunda tazminat ve alacakların davalıBMC San. ve Tic. A.Ş.’den tahsiline karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara dayalıolarak 5/6/2013 tarihinde davalı aleyhine ilamlı icra takibi başlatmıştır. Ödeme emri7/6/2013 tarihinde davalıya tebliğ edilmiş ve itiraz edilmeksizin icra takibi kesinleşmiştir. Başvurucu vekilinin 21/6/2013 tarihli talebi üzerine davalının 39 aracına haciz konulmuş,ancak satış gerçekleştirilmemiştir. Davalı tarafından başvurucuya halen herhangi bir ödemeyapılmamış olup, icra takip dosyası derdesttir.
49.İcra takibinin başlatıldığı 5/6/2013 tarihinden itibaren, bireysel başvurununyapıldığı 17/6/2013 tarihine kadar geçen sürenin başvurucu açısında bir ihlal oluşturmadığıaçıktır. Öte yandan,alacağın tahsili amacıyla haciz işlemlerinin yapıldığı ancakbaşvurucununtalebi olmadığı için satış işlemlerininhenüzgerçekleştirilmediği deanlaşılmaktadır. Yapılan icra takibi, özel hukuk kişileri arasındaki bir takip olup, Devletintaraf sıfatı buyürütülmesi esas olup, İcra Müdürlüğünün kendiliğinden hareket etmesi de mümkündeğildir. Başvuru konusu olayda,icra takibinin devam etmesinde İcra Müdürlüğüneyüklenebilecek herhangi bir kusur da isnat edilmemiştir. Sonuç olarak, başvuru tarihiitibarıyla 12 gündür devam eden icra süreci nedeniyle adil yargılanma hakkına yönelik birihlal bulunmadığı anlaşılmıştır.
53.Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak korumaalanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna kararverilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ileAvrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanmahakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilenadil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. Maddesiuyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHMiçtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerekAİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağınıoluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adilyargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olansüratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. Maddesininde Anayasa’nın bütünselliğiilkesi gereği, makulsürede yargılanma hakkınındeğerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:2012/13,2/7/2013, §§38-39).
59.Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve işdavalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılamasısistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğuncahızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/4701,23/1/2013, §47).
|
RG No : 29208-RG T. : 17.12.2014
B.No : 2014 /7204 -K.T: 15.10.2014
37.Başvurucunun gözaltına alındığı 19/12/2006 tarihinden İstanbul10. AğırCeza Mahkemesinin 15/4/2013 tarihli kararı arasında 6 yıl 3 ay 128 günlük bir süreningeçtiği görülmektedir. 24 şüphelinin yargılandığı davada toplam 24 celse yapılmış vebaşvurucu tutuklu olarak yargılanmıştır, İlk derece mahkemesince karar verildiği 15/4/2013tarihinden bireysel başvurunun karara bağlandığı 15/10/2014 tarihi arasında ise 1 yıl 6 aylıkbir sürenin geçtiği ve davanın henüz sonuçlanmamış olduğu ve temyiz aşamasındabulunduğu da dikkate alınmalıdır.
38.Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, 8yıla yakınyargılamasürecindemakulolmayanbir gecikmeninolduğusonucuna varılmıştır.
|
RG No :29125-RG T. : 04.12.2014
B.No : 2013 /6585 -K.T: 18.09.2014
67.Kanun yolu incelemesi sürecinin değerlendirilmesinde, ilk derece mahkemesikararının temyiz edilmesi üzerine, temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığındayaklaşık dört yıl bir ay sonra onama kararının verildiği anlaşılmaktadır. Bu haliyle kanunyolu merciinde geçen yargılama süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen,Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların, 2577 sayılı Kanun vediğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için BaşkanlarKurulunca; diğer mahkemeler için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibarıylatespit edilip Resmî Gazete’de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde bulundurulmaksuretiyle geliş tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül ettikleri sıra dâhilinde bir kararabağlanacağı, bunların dışında kalan dosyaların ise tekemmül ettikleri sıraya göre vetekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılacağı hükmüne rağmen, uzunbir yargılama süresini kapsadığı anlaşılmaktadır.
68.Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler,yargılamanın süratlesonuçlandırılması hususundagerekli özeningösterilmemesindenkaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerindavaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adilyargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesisorumluluğunuyüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
69.Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevlersırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §55).
70.Başvuru konusu yargılama sürecideğerlendirildiğinde,İlkDereceMahkemesince dosyanın karara bağlanma sürecinde ve Danıştay’a şevki sürecinde gecikmeyaşandığı,kanun yolu incelemesinde de benzerşekilde kararınalınmasınoktasındaaksamalar olduğu tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikleyargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somutbaşvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğuanlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince,yargılama sisteminin,mahkemelerindavalarımakulbir süreiçinde karara bağlamayükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimdedüzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyonailişkin eksiklikler yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeretsayılamaz.
|
RG No :29235 -RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2014 /7226 -K.T: 04.11.2014
47.Başvurucunun gözaltına alındığı 21/2/2006 tarihinden İstanbul 11. Ağır CezaMahkemesinin 18/6/2010 tarihli kararı arasında 4 yıl 3 ay 28 günlük bir sürenin geçtiğigörülmektedir. Altı sanığın yargılandığı davada, mahkemece başvurucunun savunması21/7/2006 tarihinde alınmıştır. 24/2/2006 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılanansanığın (başvurucunun) 21/2/2007 tarihinde salıverilmesine karar verilmiştir. İlkyargılamada başvurucu hakkında hüküm kurulmasının unutulması üzerine dosya,başvurucununkusuruolmaksızın bir kez daha elealınmıştır. Yargılamailk derecemahkemesince toplam olarak 15 celsede tamamlanmıştır. Davanın kanun yolu (temyiz)aşaması ise 3 yıl 6 ay 29 gün sürmüştür.
48.Dosyanın sürüncemede bırakılmasında ve yargılamanın 7 yıl 10 ayı aşkınşekilde sürmesinde yaklaşık bir yıl tutuklu olarak yargılanan başvurucuya veya müdafineyüklenebilecek bir kusur bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yargılamanın yürütülmesinde izlenen yöntem dikkate alındığında, 21/2/2006 tarihinde gözaltına alınmakla başlayıp 16/1/2014 tarihli Yargıtay ilamı ile sonuçlanan davadaki yaklaşık sekiz yıllık yargılama süresi makul olarak değerlendirilemez.
|
RG No :29235 -RG.T. : 13.01.2015
B.No : 2012 /542 -K.T: 04.11.2014
82.Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makulsüre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasınınyetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veyagözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, kollukgörevlileri tarafından başvurucunun konutunda arama işleminin yapıldığı ve müteakibengözaltına alındığı 9/4/2003 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararınverildiği tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32). Bukapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındakimahkumiyet kararının Yargıtay’ca onandığı ve bu şekilde kesinleştiği 25/9/2012 tarihi olduğuanlaşılmaktadır.
86.Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyleicrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunuortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklıbir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık dokuz yıl beşaylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
87.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvencealtına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Son Yorumlar