İfade Özgürlüğü

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Madde 10. İfade özgürlüğü

Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz ko­nusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1982)

VII. Düşünce Ve Kanaat Hürriyeti

MADDE 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.Her ne se­bep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlana­maz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

VIII. Düşünceyi Açıklama Ve Yayma Hürriyeti

MADDE 26 Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, (Ek ibare: 4709 – 3.10.2001 / m.9) “milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devle­tin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,” suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevi­nin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya basılı kâğıtlar, plâklar, ses ve görüntü bandları ile diğer anlatım araç ve gereçleri usulüne göre verilmiş hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle toplattırılır. Toplatma kararını veren merci bu kararını, yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Hakim bu uygulamayı üç gün içinde karara bağlar. (…) (3. fıkra 3.10.2001 tarih ve 4709 sayılı kanunun 9. maddesi hükmü gereğince metinden çıkarılmıştır.)

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenle­yici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

(Ek son fıkra: 4709 – 3.10.2001 /m.9) Düşünceyi açıklama ve yayma hür­riyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.

  1. Bilim Ve Sanat Hürriyeti

MADDE 27 – Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açık­lama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.

Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.Bu madde hükmü yabancı ya­yınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.

  1. Basın Ve Yayımla İlgiliHükümler
  2. Basın Hürriyeti

MADDE 28 – Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.

(…) (2. fıkra 3.10.2001 tarih ve 4709 sayılı kanunun 10. maddesi hükmü gereğince metinden çıkarılmıştır.)

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.

Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyle; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yet­kili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kara­rını en gen yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sa­yılır.

Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, ka­nunla belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.

Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hâkim kararıyle; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bu­lunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onayla­mazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.

Süreli veya süresiz yayınların suç soruşturma veya kovuşturması sebe­biyle zapt ve müsaderesinde genel hükümler uygulanır.

Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milliyetle bölün­mez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, millî güvenliğe ve genel ahlâka aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak ka­patılabilir.

Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır.

  1. Süreli Ve Süresiz Yayın Hakkı

MADDE 29 – Süreli veya süresiz yayın önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.

Süreli yayın çıkarabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, ka­nunda belirtilen yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, yayının durdurulması için mahkemeye başvurur.

Süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, malî kaynakları ve gazeteci­lik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanun, haber, düşünce ve kana­atlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz.

Süreli yayınlar, Devletin ve diğer kamu tüzelkişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanır.

  1. Basın Araçlarının Korunması

MADDE 30.- (Değişik: 5170 – 7.5.2004 / m.4) Kanuna uygun şekilde ba­sın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.

Değerlendirme ve Öne Çıkan İlkeler

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinde yer alan “İfade Özgürlüğü”, 1982 Anayasası’nda “Düşünce ve Kanaat Özgürlüğü”, “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğü”, “Bilim ve Sanat Özgürlüğü” ve “Basın Özgür­lüğü” alt başlıkları altında ve Anayasa’nın 25 ile 32. maddeleri arasında düzen­lenmiştir.

Söz konusu maddelerin uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarında İfade Özgürlüğü çerçevesinde Devletin pozitif ve negatif yü­kümlülüklerine işaret edilmektedir.

Buna göre; kamu makamları Pozitif Yükümlülük kapsamında ifade öz­gürlüğünün gerçek ve etkili bir şekilde korunması için gereken tedbirleri almakla yükümlüdürler. Negatif Yükümlülük kapsamında ise,zorunlu olmadıkça ifade­nin açıklanması ve yayılması yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutulmamalıdır.

Bu denge kurulurken Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanu­nen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeni­nin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gerekir. Anayasa Mahkemesi’ne göre; müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunulmadığı, ölçülü davranılıp davra­nılmadığı her olayın kendine has özellikleri çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze do­kunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir de­ğerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli,içeriği,açıklandığı zaman, sınırlama se­beplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılıbir değerlen­dirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır (B.No: 2013/2602, 23.01.2014, § 48).

Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir.

Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendiril­memektedir. Aynı şekilde zorlayıcı sosyal ihtiyacın varlığı araştırılırken de soyut bir değerlendirme yapılmayıp, ifade ortamına dahil olan ifade edenin sıfatı, hedef alınan kişinin kimliği, tanınmışlık düzeyi, ifadenin içeriği, ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığıkatkıgibiçeşitlihususlar göz önünde bulundurulmalıdır. (Bu konudaki AİHM kararlan için bkz. AxelSpringer AG /Almanya,[BD], B.No:39954/08, 7/2/2012; Von Hanno­ver/Almanya (no.2)[BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012)

İfade özgürlüğü, sadece ‘”düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü bireylerin serbestçe haber ve bil­gilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yol­larla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına akta­rabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.

Sözleşme ve Anayasa’da sadece düşünce ve kanaatler değil, ifadenin tarz­ları, biçimleri ve araçları da güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 26. madde­sinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabile­cek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu göste­rilmiştir

Bu başlık altında öne çıkan diğer bir çatışma alanı ise; Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Sözleşme ve Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurulması meselesidir. Bu denge kurulurken de yine Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebe­plerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gerekir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 56). AİHM, Axel Springer AG davasında ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirle­meye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bireysel başvuru kararlarında Anayasa Mahkemesi tarafından da benimsendiği gözlenen bu kriterler; “a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tar­tışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçlan ve f) yaptırımın ağırlığı”dır.

Diğer yandan; netice itibariyle sınırlanabilir birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile onu tamamlayan ve kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi, Anayasa’nın temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 28. Maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Böylece basın özgürlüğü,düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile il­gili genel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın Özgürlüğüne yö­nelik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen fıkralarında yer almıştır. Basının, Anayasa’nın 26., 27, ve 28. maddelerinde sayılan sınırlandır­malardan biri olan “başkalarının şöhret veya haklarının, özel veya aile hayat­larının” korunması için konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekir.

Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bi­reyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil ol­mak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye pay­daş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açık­lama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşam­sal önemdedir. Basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü iken diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hak­kıyla yakından ilgilidir (B.No: 2013/2602. 23/1/2014, § 45).

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarında ve bu karar­larda atıfta bulunulan AHİM kararlarında, söz konusu özgürlüklerin ko­runmasına ve hayata geçirilmesine ilişkin bazı ilkelerin öne çıktığını gör­mekteyiz:

İfade özgürlüğü demokratik toplumların temellerinden birisini teşkil etmektedir. Söz konusu özgürlük duyulması istenmeyen ifadeler ile toplumu derinden sarsan görüşleri de koruma altına almaktadır. Ancak söz konusu özgür­lüğün sınırları da bulunmaktadır. Şiddet içeren,şiddeti davet edecek ifadeler ve düşünce açıklamaları bu özgürlüğün koruması altında bulunmamaktadır (B No: 2013/409; RG No: 29052;RGT: 06.07.2014 Prg: 95)

— Bir haber, makale veya fotoğrafların yayınlanmasında kamu yararında bahsedilebilmesi için, o haberin, makalenin veya fotoğrafın kamu yararına yö­nelik bir tartışmaya katkı yapması gerekir.

— Sıradan bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri birbirinden ayırmak gerekir. Kamu tarafından ta­nınmayan bir kişi kişisel itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için bu derecede bir korumadan bahsedilemez. Örne­ğin, resmi bir görevi yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplum­daki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir haber ile böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir haber bir tutulamaz. Birinci durumda basının rolü basının bir demokraside kamu yararı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü olan “bekçi köpeği” fonksiyonuyla örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu rol tali önemdedir (Von Hannover / Almanya, B. No:59320/00, 24/09/2004, § 65).

— Kamunun bilgilenme hakkı, kamuda tanınan kişilerin, kamu görevlile­rinin ve özellikle de siyasi kişiliklerin, özel hayatlarının çeşitli boyutlarına belli bazı durumlarda üstün gelebilse de, yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden fotoğraf ve yorumların bu kişilerin sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar hak­kında olması ve belli bir kesimin bu konudaki merakını gidermek dışında bir amaç taşımaması durumunda, ilgili kişiler belli bir üne sahip olsalar bile, böyle bir üstün gelme durumundan bahsedilemez (Von Hannover / Almanya, B. No:59320/00, 24/09/2004, § 65).

— Diğer yandan;kamu görevlilerinin, siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez.Kamu görevlilerinin, gö­revlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları ge­rekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (bkz. Lesnıkf Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53).

— Bir gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayım­lanma şekli ve hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirmelerde göz önüne alınmalıdır.Ayrıca haberin, ulusal veya yerel, tirajı az veya çok bir gazetede yayımlanmış olmasına göre, yayım genişliği de önemlidir.

— Ayrıca, haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz konusu ha­berde yer alan olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olaylar ışığında değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakımından müdaha­lenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini ya da ağır­lığını göz önünde bulundurmak gerekir.

— Demokratik bir sistemde, devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi al­tında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya görsel basın kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir dene­time tabi tutarak ve vatandaşların karar alma süreçlerine katılımını kolaylaştıra­rak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçek­leştirmelerini güvence altına almaktadır. AİHM bir çok kararında basının bu iş­levinivazgeçilmez “bekçi köpeği” rolü olarak adlandırmaktadır (B.No: 2013 /5574. 30.06.2014, § 57).

— Demokratik bir sistemde, kamu gücünü elinde bulunduranların yetki­lerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamu­oyu denetimi en az idari ve yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının işle­vini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü, her­kes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktü.

— Toplumsal işlevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Bu bağlamda geniş halk kitlele­rinin düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan ve onları harekete geçirebilen basının basın etik kurallarına uyması, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal ede­cek tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir.

— “Demokratik toplum” ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve to­lerans temelinde yorumlanmalıdır. Bu husus Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında şöyle ifade edilmiştir: “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgür­lüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demo­kratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokra­tik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).

— Başka bir ifadeyle; yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne doku­narak, kullanılmasınıdurduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı a­rasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T.28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008)

— Anayasa Mahkemesine göre; Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlen­miş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Ana­yasa Mahkemesi kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dik­kat çekmiş, “Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın,] de­mokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir…” diyerek amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması gerekti­ğine karar vermiştir.

— Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında, kamunun çıkarlarına ilişkin siyasi konuşmalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlan­masında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir marjı olduğuna işaret etmek gerekir.

— Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgür­lüklerine içerik bakımından bir sınırlama getirilmemiş olmakla birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası, şiddete teşvik ve tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı göstermek gibi bu özgürlüklerin sınır bölgeleri olan alanlarda ise Devlet otoriteleri müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir (B.No : 2013/409, 25.06.2014, § 99).

— Yerleşik AİHM içtihatlarında, düşünce açıklamalarına ilişkin söz veya metinlerin bütünüyle ele alındığında şiddeti teşvik edip etmediğinin belirlenmesi için, söz ve açıklamalarda kullanılan terimlerin ve hangi bağlamda yazıldıkları­nın dikkate alınması gerektiği vurgulamıştır

— Herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine bağlı olarak düşünceyi açık­lama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesi haklı kılınamayacağı gibi yasak­lanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı kılmaz. Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve grupların Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan yararlanmasına en­gel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından kabul edilemez (B.No : 2013/409, 25.06.2014, § 101).

— Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukukmuhakemesi yo­luyla da mümkündür.

— Sosyal medya; medya içeriğini oluşturmak, yayınlamak ve yorumla­mak şeklinde bireysel katılıma imkan veren şeffaf ve karşılıklı iletişim kurulan bir platform şeklindeki medya kanalıdır. İnternetin sağladığı sosyal medya ze­mini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymalarıiçin vazgeçilmez niteliktedir. Bu nedenle sadece düşünceyi açıklamanın değil, aynı zamanda bilginin elde edilmesi açısından günümüzde en etkili ve yaygın yöntemlerden biri haline gelen sosyal medya araçları konusunda yapılacak dü­zenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranma­ları gerekir (B.No: 2014/4705, 29.05.2014, § 52).

— Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan haklara kamu gücü tarafından bu konuda bir sınırlama (resen erişimin en­gellenmesi) imkânı getirildiği hallerde ilgili Kanun’da böyle bir yetkinin kulla­nılmasına ilişkin kapsam ve usullerin yeterli bir açıklıkla tanımlanması da gerek­mektedir (B.No: 2014/4705, 29.05.2014, § 59).

— Mahkemelerce ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulurken basının düşüncenin iletilmesi ve yayılmasındaki rolü, bireyin ve toplumun bilgi­lenmesine sağladığı katkı ve bu anlamda çoğulcu demokratik düzenin vazgeçil­mez unsurlarından olduğu gözetilerek ifade edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin içeriğinde şiddet çağrısı veya nefret söylemi olmadığı sürece kişilerin cezai soruşturmalara maruz kalmamalarına dikkat edilmeli, özellikle hapis cezası vermekten kaçınılarak haksız müdahalelere karşı bireyin korunmasında diğer tedbirlere öncelik verilmelidir.

— Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarına ilişkin olarak hürriyeti bağla­yıcı cezaya hükmedilmesi halinde bunun tüm basın üzerinde baskı kurabileceği ve kamuoyunu ilgilendiren konuların tartışılmasından gazetecileri caydırabile­ceği, böylece bir oto sansür kurumuna dönüşebileceği göz önünde bulundurul­malıdır. Bu nedenle demokratik bir toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemi gibi çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan ifadeler söz konusu ol­madıkça hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmekten kaçınılması gerekir (B.No: 2013/2602, 23.01.2014, § 79).

KARAR NO : 1

RG No :29130-RG T. : 25.09.2014

B.No : 2013 /5574 -K.T: 30.06.2014

  1. Buna karşın basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32. maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70, K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalifolanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanabilmesi, açıklanandüşünceye paydaş sağlanabilmesi, düşünceyi gerçekleştirme konusunda ilgililerin iknaedilebilmesi çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklamave yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.
  2. 57. Demokratik bir sistemde, devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya görsel basın kamu gücünü kullanan organlarınsiyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşlarınkarar alma süreçlerine katılımını ko­laylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve bireylerin kendi­lerini gerçekleştirmelerini güvence altına almaktadır (benzer yöndeki AİHM kararlan için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41; Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Tür­kiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48). Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür (bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997).
  3. AİHM, birçok sefer demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar, özellikle de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak, bazı sınırları aşmaması gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. Onun böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklenir. AİHM’e göre bu görevi ol­masaydı basın, vazgeçilmez “bekçi köpeği” rolünü oynayamazdı (Bladet Tromse ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59 ve 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004 § 71).
  4. Sosyalgörevini yerinegetirebilmesiiçin basının özgür olmasıkadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa da (Prager ve Ober­schlick /Avusturya, B. No: 15974/90, 26/4/1995, § 38) bu özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlâkına saygıgöstererek doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini dezorunlukılmaktadır {Bladet Tromso ve Stensaas / Norveç [BD], B. No: 21980/93, 10/5/1999, § 65).
  5. 61. Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması bazen kabul edi­lebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana, kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları, varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıylahabervermegörevizorunluolaraködevvesorumluluklarvebasın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri hallerinde geçerlidir (bkz. Ma­ter-/Türkiye, B. No: 54997/08,16/7/2013, § 54-55).
  6. Mutlak değil sınırlanabilir birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile onu tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nm 28. Maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.Böylece basın özgürlüğü,düşünceyi açıklama ve yaymaözgürlüğü ile ilgili ge­nel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademikifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın Özgürlüğüneyöne­lik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen fıkralarında yer almıştır. Basının, Anayasa’nın 26., 27, ve 28. maddelerinde sayılan sınırlandır­malardan biri olan “başkalarının şöhret veya haklarının, özel veya aile hayat­larının” korunması için konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekir.
  7. 64. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvuranı aşırı bir eleştiriden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağ­lamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük ölçüde, dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddiolgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de, değer yargılarının doğ­ruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. Lin­gens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46).
  8. Denge Kurmak İçin Başvurulan Uygun Kriterler
  9. 65. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip ola­rak, başvurunun ihtilaflı makale veya haberi yayımlamış olan gazete tarafından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine dayanılarak yapılmış olması ile bu haber veya makaleye konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fık­rasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Gerçekte bu hakların her ikisi prensip olarak eşit bir saygıyı hak etmektedirler (benzer yöndeki AİHM ka­rarlan için bkz. Von Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, §106).
  10. Yargı mercilerinin bu iki hak arasında Anayasa Mahkemesi içtiha­dında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir. Basın özgürlüğü ve bukapsamda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.
  11. a) Kamu yararına katkı
  12. 67. Birinci temel unsur, haber, makale veya fotoğrafların basında çık­masının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hanno­verv’Almanya (no 2) B.No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 109). Genel yarar konusu olan hususlarınbelirlenmesi ihtilaflı yazıların içerikleri ile birlikte somut davanın şartlarına da bağlıdır.Ancak sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu ( bkz. Egeland veHanseid/Norveç, B. No:34438/04, 16/4/2009, § 58) durumlarda böyle bir yararın varlığı kabul edilme­lidir.b) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve haber veya makalenin ko­nusu
  13. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber, yazı, röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada sıradan bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi ki­şilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayanbir kişi kişisel itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat hakkına ilişkinözel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için bu derecede bir koruma söz konusu değildir (kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek ola­cağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k), B. No: 14991/02, 14/6/2005). Mesela resmi bir görevi yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratiktoplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir haber ile böyle birgörev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir haber,bir tutulamaz {Von Hannover!Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 63).
  14. Anılan birinci durumda basının rolü basının bir demokraside kamu ya­rarı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü olan “bekçi köpeği” fonksiyonuyla örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu rol tali önemdedir. Aynı şe­kilde kamunun bilgilenmehakkı, kamuda tanınan kişilerin, kamu görevlileri­nin ve özellikle de siyasi kişiliklerin, özelhayatlarının çeşitli boyutlarına belli bazı durumlarda üstün gelebilse de, yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden fotoğraf ve yorumların bu kişilerin sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar hak­kında olması ve belli bir kesimin bu konudaki merakını gidermek dışında bir amaç taşımaması durumunda, ilgili kişiler belli bir üne sahip olsalar bile, böyle bir üstün gelme durumundan bahsedilemez {Von Hannover I Almanya, B. No:59320/00, 24/09/2004, § 65).Bu en sondaki durumda ifade özgürlüğünün daha dar yorumlanması gerekir {Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 66).
  15. Mevcut başvurudaki gibi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması halinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi göz önüne alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu görevlilerinin siyasetçilerdeolduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez.Kamugörevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine ge­tirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (bkz. Lesnıkf Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53).
  16. c) İlgili kişinin önceki davranışı

71.İlgili kişinin haber veya yazının yayımlanmasından önceki davranışı ya da ihtilaflı bilgilerin daha önce yayımlanmış olması da dikkate alınacak unsurlar içinde yer almaktadır (Von Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08,7/2/2012 §111).

  1. d) Yayımın içeriği, şekli ve sonuçları

72.Bir gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayım­lanma şekli ve hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirme­lerde göz önüne alınmalıdır (bkz. JVirtschafts-Trend Zeitschriften-Verlagsge­sellschaft m.b.HJAvusturya (no3), B. No: 66298/01 ve 15653/02, 13/12/2005, § 47). Ayrıca haberin, ulu­sal veya yerel, tirajı az veya çok bir gazetede yayımlanmış olmasına göre, yayım genişliği de önemli olabilir (bkz. Karhuvaara ve Iltalehti/Finlandiya, B. No: 53678/00,16/2/2005, § 47).

  1. e) Haber veya makalenin yayınlanma şartları

73.Son olarak, haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz ko­nusu haberde yer alan olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olay­lar ışığında değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakı­mından müdahalenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini ya da ağırlığını göz önünde bulundurmak gerekir.

  1. Başvurucunun bireysel başvuru dilekçesine eklediği bilgi ve belgelere göre İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılamada başvurucu, söz konusu ga­zete haberinde verilen olayların gerçek dışı olduğunu ileri sürmüş olmakla bir­likte, gazetede yer alan haberdeki bilginin doğru olmadığını, bilginin elde edilme yönteminin kabul edilemez olduğunu gösterebilmiş değildir. Başvurucunun, söz konusu haberin kendisine yönelik karalama kampanyasının bir parçası olduğu yönündeki soyut değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu haberin gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifadeler arasında düşünsel bağ kuralları çerçevesinde yayımlandığını ileri sürmüştür. Davalı söz konusu ha­berde aşağılayıcı ifadeler kullanılmadığını, söz konusu haberin daha önce başka bir gazetede yer aldığını ve kendilerinin esas olarak bu haberde yer alan bilgiler­den faydalandıklarını, haberin görünür gerçeğe uygun olduğunu ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin bozul­madığı gerekçesi ile reddetmiştir.
  2. Söz konusu gazete haberinde esas olarak, başvurucunun özel yetkili mahkemece tutuklanmasına sebep olan bazı faaliyetler yer almaktadır. Bu kap­samda başvurucunun bazı askeri yetkililerle görüştüğü, bu görüşmelerden sonra başvurucunun daha önce çeşitli dini cemaatlere yönelik olarak başlattığı soruş­turmanın 16 ili kapsayacak şekilde genişletildiği, başvurucunun yaptığı soruş­turma ile asıl amacının iktidarda olan hükümet ile soruşturulan dini cemaatler arasında irtibat sağlayarak planlanan askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu ileri sürülmektedir. Söz konusu haberde başvurucunun özel yetkili savcılar tara­fından sorgulanması sırasında başvurucuya yöneltilen sorular ile başvurucunun tutuklanmasına neden olan faaliyetlere ilişkin olarak dinlenen iki gizli tanık ve bazı asker kişilerin beyanlarına yer verilmiştir. Başvurucu soyut olarak söz ko­nusu beyanların doğru olmadığını ileri sürse bile kendisinin tutuklanmasına neden olan deliller arasında bulunan beyanlarla gazete haberinin karşılaştı­rılmasını istememiş, bu tür bir delile dayanmamıştır. Başvurucu haberde ge­çen beyanların soruşturma dosyasında olmadığını da ileri sürmemiştir.
  3. Son olarak başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde üst düzey bir kamu görevi olan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğu ve gazete haberin­den önce meydana gelen olaylarla birlikte daha da artan ve itiraz götürmeyen tanın­mıştık derecesi dikkate alındığında, başvurucu, az bilinen bir kişi olduğunu iddia edemez.
  4. Buna karşın savcıların adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olduğu da unutulmamalıdır. Savcılar da diğer kamu gö­revlileri gibikamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için bkz. Saday I Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet siste­minde görev alan savcılarla birliktehâkimleri ve diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletingörevlerindendir.
  5. Somut olayda İlk DereceMahkemesi, ulusal günlük gazetenin basın özgürlüğü ve bu bağlamda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlükleri ile başvu­rucunun şeref ve İtibarına saygı hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmış­tır. İlk derece Mahkemesi, söz konusu haber ve yazının, genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca ha­berin yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu yazıda geçen olayların gerçekliği meselesine eğilmiş ve haberin yayınlandığı tarihte meydana gelen olaylarla haberin içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve gazete haberinde geçen olayların “görünür gerçekliğe uy­gun” olduğuna karar vermiştir.
  6. Diğer yandan söz konusu gazete haberinde hiçbir şekilde abartıya ka­çılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Ra­dio France ve Diğerleri/Vransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37). Nitekim so­mut olayda İlk Derece Mahkemesi özellikle haberinbaşlıklarındaki “savcı bo­ğazına kadar batmış” ve başvurucu hakkında Ergenekon DarbePlanı çerçe­vesinde “düğmeye bastf şeklindeki abartılı ifadeleri değerlendirmiş ve buifa­delerin hukuka uygunluk sınırları içerisinde kaldığına karar vermiştir.

87.Diğer taraftan, hakkında dava açılan haberde yer alan iddialar, olgulara dayalı ithamlar şeklinde de değerlendirilse, değer yargıları olarak da kabul edilse, İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun tutuklanmasına ilişkin adli sürecin anlatıldığı haberde yer alan iddiaların olgusal temelden tümüyle yoksun olma­dıklarını değerlendirmiştir. İlk Derece Mahkemesi ayrıca, hem düşünceyi açık­lama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ve
hem de bu özgürlüklerin başkalarının kişilik hakları karşısındaki sınırlarına vurgu yapmıştır.

88.Başvurucu, olayların meydana geldiği dönemde uzunca bir süre kendisi hakkında eleştiriler içeren yazıların hedefi olmuştur. Ancak somut baş­vuruya konu yazı, o dönemde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan başvu­rucunun görevine ilişkin değil hakkında yürütülen ve şüphelisi olduğu bir so­ruşturma kapsamında tutuklanmasına neden olan olaylara ilişkin bir haber yazı­sıdır ve ne başvuranın şahsına hakaret içermekte, ne ona
karşı şiddeti teşvik etmekte ve ne de başvurucunun yargı görevini engellemekte­dir.

89.Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı merci­lerinin farklıçıkarlarıdengelerkensahipolduklarıtakdirpaylarıda dikkatealındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yü­kümlülüklere uyulduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan sebeplerle bu maddenin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 2

RG No :29052-RG T. : 06.07.2014

B.No : 2013 /409 -K.T: 25.06.2014

  1. Başvurucu, başvuru konusu kitaba el konulması nedeniyle düşünce ve kanaat özgürlüğü ile düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü güvence altına alan Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinin ihlal edildiğini; ayrıca, başvuru konusu eserin ve benzeri içerikteki eserlerinbasılmasının vetoplumtarafındanokun­masınındemokratikbir toplumun gereklerinden olması nedeniyle şikâyet konusu müdahalenin Türkiye kamuoyunun bilgiye ve bilime ulaşmasını engellemek amacı taşıdığını ileri sürmüştür.
  2. Bakanlık görüşünde, söz konusu kitabın 40.000 adet basıldığı ancak bunun 1139 tanesine el konulduğu, bununla birlikte toplama işlemine dayanak yapılan el koyma kararını bünyesinde barındıran soruşturma dosyası hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği belirtilmiştir.
  3. Bakanlık görüşünde, AİHS’in 10. maddesi bağlamında ifade özgür­lüğünün demokratik toplumun temellerinden birisini oluşturduğu; ifade özgür­lüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda, ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olup olmadığının, gerçekleştirilen müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı,müdahalenin meşruamaçlara dayanıpdayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı temelinde incelenmesi gerektiği belirtil­miştir.
  4. 70. Mutlak değil sınırlanabilir birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgür­lüklerin sınırlama rejimine tabidir. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında ve basın özgürlüğüne ilişkin 28. maddenin dördüncü ve izleyen fıkralarında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının olmasıgerektiği açıktır. Te­mel hakve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın13.maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne getirilen sınırlandırmalarındenetimi­nin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26.ve 28. maddeleri kapsamında yapılması gerekmektedir.
  5. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgür­lüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Anayasa’nın 28. maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlan­masında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile ilgili genel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27. madde­deki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın özgürlüğüne yönelik diğer sınır­lamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen fıkralarında yer almıştır. Basının, Anayasa’nın 26., 27.ve 28. maddelerinde sayılan Devletin iç ve dış güven­liğinin, ülkesi ve milletiyle bölünmezbütünlüğünün, suç işlenmesinin ya da ayaklanmaveya isyanateşvikedilmesininengellenmesiiçinkonmuşolansınırlandırmalara uymasıgerekmesine karşın,siyasihususlarda bilgi verme hakkı da vardır. Öte yandan halkın da bu tür bilgileri almaya hakkıvardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli siyasi fikir ve tutumlarının iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır, (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/’Avusturya, § 41-42; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, § 48).

79.Söz konusu kitaba yönelik toplatılma, el konulma ve imha işlemleri nedeniyle başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne bir müd­ahalenin yapılmış olduğu açıktır, Öte yandan haberlerin, düşüncelerin ve bilgi­lerin serbestçe ve önceden bir kontroletabi olmadan basılabilmesi basın özgür­lüğünün bir parçası olduğu gibi basılı eserlerinserbestçe dağıtılabilmesi de aynı özgürlüğün ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle başvuruyakonu basılmış eserin dağıtımının yasaklanması ve toplatılması ile başvurucunun düşünceyiaçıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğüne yönelik bir müdahaleyapılmıştır. Ayrıca müdahaleninmevcudiyetineilişkin Adalet Bakan­lığınca Anayasa Mahkemesine herhangi bir itiraz da sunulmamıştır.

  1. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği. Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlen­mesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulüncebelirtilmiş bil­gilerinaçıklanmaması, başkalarının şöhretveya haklarının, özel ve aile hayat­larının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik olması gerekir. İlaveten, basılı eserlerin toplatılması ve el konulması suretiyle basın özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin meşru olabilmesi için ise Anayasa’nın 28. Maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi amaçlarına yönelik olması gerekir.

93.1982 Anayasasında belirtilen demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın13. maddesi ile AİHS’in “demokratik toplum düzeninin gerekler!” ölçütünün bulunduğu 9. 10. ve 11. Maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Buitibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve tole­rans temelinde yorumlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94,24408/94, 8/7/1999, § 61).

  1. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, “Demo­krasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekli­liği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz.AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T.28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T.17/4/2008).

95.Buna göre demokratik toplumun ana temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile bu kapsamda basın özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen “düşünceler” için değil, ayrıca Devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirli­liğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).

  1. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük il­kesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeniningerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu ikiölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “[Te­mel hak ve özgürlüklereyönelik her hangi bir sınırlamanın,] demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başkabir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en azmüdahaleye olanak ve­ren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesigerekir…” diyerek amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması gerek­tiğine karar vermiştir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007).
  2. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi,ulaşılmakistenen amaçtanyola çıkılarakbu amacaulaşılmak için seçilen aracındenetlenmesidir. Bu sebeple düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüalanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahaleninelverişli, gerekliveorantılıolupolmadığıdeğerlendirilmelidir(B.No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84).
  3. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlen­dirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin karar­larında dayandıkları gerekçelerin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekip ve “ölçülülük ilkesine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Göze! ve Özer/Türkiye, B. No: 43453/04, 31098/05, 6/7/2010 § 51; Gündüz/Türkiye, B. No:35071/97, 4/12/2003§ 46). Dolayısıyla, söz konusu kitabın toplatılması tedbiri nedeniyle müdahale edilen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile kitabın toplatılmasındaki kamu yaran arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, kitabın toplatılmasına ilişkin gerekçelerin in­andırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 87)
  4. Yapılacakdeğerlendirmelerde, sözkonusukitaptayeralankonuların toplumun bir kesimini ilgilendiren toplumsal meselelere ilişkin olduğunun da göz önüne alınması gerekir. Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında, kamunun çıkarlarına ilişkinsiyasi konuşmalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlanmasında kamusalyetki kullanan makamların çok dar bir takdir marjı olduğuna işaret etmek gerekir (aynı yönde görüş için bkz. Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, § 62). Öte yandan düşünceyi açıklamave yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüklerine içerik bakımından bir sınır­lamagetirilmemiş olmakla birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagan­dası, şiddete teşvik vetahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı göstermek gibi bu özgürlüklerin sınırbölgeleri olan alanlarda ise Devlet oto­riteleri müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir(benzeryön­deki AİHMkararları içinbkz. GözelveÖzer/Türkiye, § 56; Gündüz/Türkiye, § 40). Bu sebeple öncelikle, söz konusu kitapta, TMK 10. Madde ile Görevli İstanbul 2 No.lu Hâkimliğin toplatma ve el koyma kararının gerekçesinde belir­tildiği şekilde PKK terör örgütünün propagandasının yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
  5. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında “milli güvenlik” için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkart­mamaktadır. Bu nedenle somut başvuruda TMK 10. Madde ile örevli İstanbul 2 No.lu Hâkimliğin el koyma kararında belirtilen; PKK terör örgütüne ilişkin ifadeler ile bunların ifade edildiği bağlam, kitabın yazarının kimliği, yazılma zamanı, amacı, muhtemel etkileri ve kitaptaki diğer ifadelerin tamamı bir bütün olarak ele alınarak incelenmelidir. Nitekim AİHM de yerleşik içtihatlarında düşünce açıklamalarına ilişkin söz veya metinlerinbütünüyle ele alındığında şiddeti teşvik edip etmediğinin belirlenmesi için, söz ve açıklamalarda kullanılan terimlerin ve hangi bağlamda yazıldıklarının dikkate alınmasınınuygun olacağını her zaman vurgulamıştır. (Özgür Gündem/Türkiye,B. No: 23144/93, 16/3/2000 § 63; Sürek/Türkiye, B. No: 24762/94, 8/7/1999 § 12, 58 )
  6. El koyma kararında söz konusu kitabın yazarının “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalan olduğu” gerekçesine yer verilmiştir. İlk derece mahkemesi söz konusu kitabın yazarının kişiliğini terörle mücadele bağlamında değerlendirerek toplatma ve el koyma kararı vermiştir. Herhangi bir kimsenin yalnızcakişiliğine bağlı olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesi haklıkılınamayacağı gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş vedüşüncelerini açıkla­ması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edil­mesini haklı kılmaz.Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve grupların Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan yararlanmasına engel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından kabul edilemez (Aynı yönde AİHM kararlan için bkz. Gözel ve Özer/Türkiye, § 52; İmza/Tür­kiye, B. No: 24748/03, 20/1/2009 § 25; Sürek ve Özdemir/Türkiye, B. No: 23927/94, 24277/94, 8/7/1999 § 61). Bununla birlikte, başvuruya konu kitabın yazarı PKK terör örgütünün kurucularından biri ve yöneticisidir ve Türkiye’nin bir kısmında görülen vahim nitelikli şiddet olaylarının, can ve mal kayıplarının meydana gelmesinde temel aktörlerindendir. Öte yandan kitapta yer alan düşüncelerin birinci elden muhatabı da bu terör örgütünün üyeleridir. Bu sebeple kitabın yazarının ve hitap ettiği kişilerinkimlikleriilekitaptaifadeedilen düşünce vekanaatlerin kitabın değerlendirilmesinde bir bütün olarak göz önünde bulundurulması, söz konusu düşüncelerin içeriğine ve hangi bağlamda dile getirildiğine dikkat edilmesi gerekmektedir.
  7. 102. El koyma kararında ayrıca söz konusu kitabın kapağında “Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılmış ve içi yazılarla belirginleştirmiş olduğu” gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucu, kitabın kapağında resmedilen bölgenin Kürtlerin yaşadığı “Kürdistan” coğrafyasını tanımladığını, resimde yer alan yazılarda bu coğrafyada cereyan eden veyahut da bu coğrafyayı dolaylı ya da doğrudan etkileyen olay ve olguların belirtildiğini; resmedilen sınırların siyasi değil kültürel ve coğrafi sınırlar olduğunu, ayrıca söz konusu kitabın içeriğinde “Kürdistan” olarak tanımlanan bölgenin kültürel bir coğrafya olduğunun belirtil­diğini ileri sürmüştür. Belirli bir insan topluluğunun yaşadığı coğrafibölgenin resmedilmesi tek başına, o bölgenin bulunduğu ülkenin bütünlüğüne yönelik birifade açıklaması olarak nitelendirilemez. Buna karşın Türkiye topraklarının bir kısmının”Kürdistan” olarak nitelendirilmesi veya resmedil­mesinin ne anlama geldiği ancak kitaptakullanılanifadelerlebirlikte,kitabınyayınlandığıözelkoşullarındabirliktedeğerlendirilmesi ile belir­lenebilir.
  8. 103. Başvuru konusu kitap,Türkiye Devleti’ninsiyasi,askeri, kültürelve ideolojik politikalarıyla varlık olarak Kürtlüğün tasfiyesini hedeflediğini iddia etmekte, terör örgütü PKK ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmayı “özgür­lük savaşı” olarak tanımlamaktadır (bkz. § 27). El koyma kararma dayanak yapılan ve PKK propagandası olarak nitelendirilen bölümlerde (bkz. § 27) PKK’nın başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, NATO gibi uluslararası güçlere karşı da mücadele ettiği, PKK’nın ey­lemleri ile “Kürt gerçekliğinin” tasfiye edilmesini durdurduğu ve “Kürt gerçeğinin” özgürlük yolunda önemli kazanımlar elde ettiği ileri sürülmektedir. Yalnız toplatma kararında belirtilen bölümlerde değil bir bütün olarak kitapta, PKK’nın kuruluşundan itibaren geçirdiği ideolojik ve örgütsel dönüşümler birinci elden hikâye edilmekte, bu değişim ve dönüşümlerin sebepleri, PKK ey­lemleri sonucunda toplumda meydana gelen sosyal, ekonomik ve ideolojik değişiklikler analiz edilmektedir.
  9. BaşvurucuMarksistsöylemler kullanarak terörörgütüPKK’nın kuruluşundan bugünekadaryaptığıeylemlerimeşrugöstermeye çalıştığı şeklinde yorumlanabilecek şiddetli ifadeler kullanmakla birlikte aynı zamanda Kürt sorununun karmaşık olduğunu ve süreç içerisinde PKK’nın da dönüşümler geçirdiğini; “Tüm butarihsel ve toplumsal dönüşümlerin yeni bir Kürtlük ve PKK tanımı gerektirdiği, yeni sistem kavramları ve kurumlarına ihtiyaç göster­diği…”nin açık olduğunu, bu temelde “…yeni PKK ve Kürtlük tanımıyla yeni sistem kavram ve kurumlarını geliştirmeye” çalıştığını belirtmektedir (bkz. § 27). El koyma kararına dayanak yapılan söz konusu ifadelerde, tarihi ve sosyo­lojik açıdan Kürt sorunu odak noktasına alınarak Türkiye ve bölge ülkelerdeki sosyo-ekonomik dönüşümler ile Türkiye’nin güneydoğusunda uygulanan resmi politikalar analiz edilmiş; devlet politikalarına muhalefetin ardındaki itici güçle­rin psikolojisine yer verilmiştir. Kitapta bir bütün olarak Kürt sorununun çözümünde milliyetçi veya devletçi çözümlere takılıp kalmanın çözümsüzlüğü derinleştirdiği, böyle bir dayatmanın Filistin-İsrail sorunundaki çözümsüzlüğü tekrarlamaktan öteye gitmeyeceği, önümüzdeki süreçte devletçilik zihniyetinden uzaklaşılmadığı ve demokratik siyaset araçları devreye sokulmadığı takdirde Ortadoğu’nun yüz yıl daha geleneksel hegemonik güçlerin çıkar alam olarak ka­lacağı; Ortadoğu’daki sorunların çözümünde anahtar rolün “Kürdistan’daki de­mokratik çözüm deneyiminden” geçtiği; bölgede komşu olan Türk, Arap, Kürt, Fars, Ermeni, Süryani ve Türkmenlerin tarihsel kader birliği içerisinde oldukları, Kürdistan’daki demokratik çözümün domino etkisiyle” tüm Ortadoğu’ya yayılma ihtimali bulunduğu savunulmaktadır.
  10. 105. Başvurucu, tarihsel olayları kendi bakış açısından yansıtmakta, Tür­kiye’nin Kürt politikası ile bilhassa güneydoğusundaki faaliyetlerini sert bir üs­lupla eleştirmekte, TürkiyeCumhuriyeti Devleti ve özellikle güvenlik güçleri hakkında kötübir tablo çizmektedir. Buna karşın başvurucu, kendi ifadesiyle “Kürt gerçeğinin” tanınmasını ve silahlı yöntemlere başvurmak yerine Kürt sorununun çözülmesi için barışçıl yöntemlerin kullanılmasını da talep et­mektedir. Söz konusu kitabın bazı bölümlerinin “şiddet çağrısı”,”silahlı ayaklanma çağrısı” ve “isyan çağrısı” içerip içermediğinin, bölümdeki ifade­lerin”derin ve mantıkdışı bir kini aşılayarak şiddetin artmasına yol açacak nitelikte olupolmadığının” (Sürek/Türkiye, B. No: 26682/95, 8/7/1999 § 62) kitapta yer alan ve yukarıdaaçıklanan görüşlerle birlikte değerlendirilmesi ge­rekmektedir.
  11. Basın özgürlüğü açısından toplumsal sorunlara ilişkin Türkiye’deki ve bölgedeki durumun muhalif bir bakış açısından değerlendirilmesine ilişkin olarak kamunun bilgi edinme hakkı da dikkate alınmalıdır. Kitapta yer alan görüşlerin gerçekten nefrete ve şiddete teşvik edip etmediğinin değerlendirme­sini yaparken kullanılan aracın kitle iletişim araçlarına kıyasla halkın daha dar bir kesimine hitap eden (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Almak/Türkiye, B. No: 40287/98, 29/3/2005, § 41) ve PKK terör örgütünün “değişen” ideolo­jisinin endoktrinasyonunu hedefleyen bir kitap olduğu da gözetilmelidir.
  12. Kitabın toplatılmasına gerekçe olarak gösterilen düşüncelerin bir kısmı, toplumun büyük kesimi ve devlet yetkilileri için kabul edilemez olmakla birlikte bir bütün olarak kitapta yer alan düşünceler, başvurucunun ifadesiyle Kürt gerçeğinin tanınması ve silahlı yöntemlere başvurmak yerine Kürt sorununun çözülmesi için barışçıl yöntemlerin kullanılması çerçevesinde temel­lendirilmiştir. Başvurucu, söz konusu kitabın kapağında bulunan resmin amacının, yeni bir siyasal sınırın gösterilmesi olmadığını, kitapta ele alman konuların geçtiği coğrafyayı gösterdiğini; bu coğrafyadaki siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin demokratik usullerle gerçekleştirilebileceğini ileri sürmüştür. Terör örgütü PKK üzerindeki etkisi devam eden başvurucu, temel olarak, demokratik çözüm olanaklarına şans verilmesi gerektiğini savunmakt­adır. Bu itibarla kitapta yer alan ve demokratikçözümün gerçekleşmemesi halinde “nihai bir savaş aşamasına geçilebileceği” yönündekiifadeler, kitabın yazıldığı bağlam ile birlikte değerlendirildiğinde, başvurucunun şiddetiteşvik ve terör eylemlerinin yapılmasına çağrıda bulunduğu anlamına gel­memektedir.Başvurucunun bu sözlerinin, demokratik çözümün gerçekleşmemesi halinde GüneydoğuAnadolu’dakişiddetin yeniden canlana­bileceği öngörüsü niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.
  13. 108. Kitap bir bütün olarak incelendiğinde şiddeti övdüğü; başvurucunun kavramsallaştırmasına göre “önümüzdeki süreçte” kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve teşvik ettiği yönünde değerlendi­rilmemiştir. Aksine, bir süredir güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaların olmadığı bir ortamda başvurucu, kendi bakış açısıyla Kürt meselesini analiz etmekte; si­lahlı çatışmaya son verilmesini ve demokratik çözüm konusunda uzlaşılmasını talep etmektedir. Başvurucunun kitapta dile getirdiği meseleler gibi kamunun çıkarlarınailişkin siyasi açıklamalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tar­tışmaların sınırlanmasındakamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir. Kamu otoriteleri veya toplumun bir kesimi için hoş olmayan düşüncelere, şiddeti teşvik etmediği, terör eylem­lerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği sürece (bkz. § 105) sınırlama getirilemez. Bu sebeple, başvuruya konu kitabın toplatılmasına gerekçe gösterilen nedenlerin başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
  14. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, bir koruma tedbiri niteliğin­deki el koyma kararına dayanılarak söz konusu kitapların toplanmasının ve toplanan kitapların bir kısmının kanunda öngörülen usule uyulmaksızın imha edilmesinin amaçlanan hedefler açısından orantısız olduğu ve bu bağlamda de­mokratik bir toplumda gerekli ve ölçülülük ilkesine uygun olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgür­lüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 3

RG No :29136-RG T. : 01.10.2014

B.No : 2012 /1184-K.T: 16.07.2014

  1. Anılan düzenleme uyarınca düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “ha­ber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kı­nanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla ser­bestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 40).
  2. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlen­dirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin karar­larında dayandıkları gerekçelerin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü kı­sıtlama bakımından “‘demokratik bir toplumda gerekir ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.
  3. Bireyin şeref ve itibarı ise Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “ma­nevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (B. No:2013/1123,2/10/2013,§35).Üçüncü kişilerin şeref ve itibaramüdahalesi, birçok ihtimalin yanında, elekt­ronik iletiler gibi haberleşme vasıtaları yoluyla da olabilir. Bir kişi haberleşme vasıtalarıyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o ki­şinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendi­rilmelidir.

42.Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalele­rine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif yükümlü­lüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşıbireyinkorunmasıhukukmu­hakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara ya­pılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hemde hukukikoruma öngörülmüş­tür.Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukukanlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat davasına konuedilebilmektedir. Dolayı­sıyla bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiğiiddiasıyla, hu­kuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No: 2013/1123,2/10/2013, §35).

  1. AİHM, Axel Springer AG davasında düşünceyiaçıklama özgürlüğüile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler; a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin ta­nınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve so­nuçları ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG /Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012).
  2. Bu kriterlerden özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazı­nın amacı”nın özelönemibulunmaktadır.Zira AİHM,başkalarınınşöhret ve haklarının korunması kapsamında düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdaha­lenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak de­ğerlendirmeler yapmaktadır. Siyasetçiler ve kamuoyunca tanın kişiler gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadırlar. Bu nedenle si­yasetçilerin veya kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır.

KARAR NO : 4

RG No :29062-RG T. : 16.07.2014

B.No : 2013 /5356 -K.T: 08.05.2014

  1. Bu düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece ‘”düşünce ve ka­naate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgür­lüğü bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabil­mesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, an­latabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anla­mına gelir (B.No: 2013/2602,23/1/2014, § 40).
  2. Anayasa’da sadece düşünce ve kanaatler değil, ifadenin tarzları, biçim­leri ve araçları da güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 26. maddesinde düşün­ceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başkayollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifade­siyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).
  3. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, Anayasa’da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmı ile doğrudan ilişkilidir. Görsel ve yazılı medya araçları yoluyla fikir, düşünce ve haberlerin yayılmasını güvence altına alan basın özgürlüğü de düşünceyiaçıklama ve yayma özgürlüğününkullanılma araçlarındanbiridir.Basın özgürlüğü,AİHS’deifade özgürlüğüneilişkin 10.maddeninaltında koruma altına alınmışken, Anayasa’nın 28-32. maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir (B.No: 2013/2602, 23/1/2014, § 44).
  4. Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştire­rek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerinher türlüaraçla açıklanması,açıklanandüşün­ceyepaydaşsağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konu­sunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla dü­şünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir. Basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü iken diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıyla yakından ilgilidir (B.No: 2013/2602. 23/1/2014, § 45).
  5. Şeref ve itibarının korunması hakkı ile ifade ve basın özgürlüğü ara­sında adil bir dengenin kurulup kurulmadığını araştırırken dikkate alınması ge­reken ölçütler, ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartış­maya sağladığı katkı, hedef alman kişinin tanınmışlık düzeyi ve şikayet edilen konuyla ilgili olarak önceki davranışları, ifadenin içeriği, habere konu olayın daha önce basında yer alıp almamış olması gibi hususlar olabilir (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer AGı’Almanya, [BD], B.No; 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08. 7/2/2012).
  6. “Habervaktim.com” isimli internet haber sitesinde yer alan “Siyonist uşakları yine teröre sarıldı” başlıklı haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde; haberin genel olarak basında yer alan ve kamuoyunu ilgilendiren bir tartışmaya yönelik olduğu, içeriği ve veriliş biçimi dikkate alındığında “sapkınlar” ifadesi toplumda yer alan belli bir kesimi ve derneği hedef almasına rağmen bu ifadeyle ilgili olarak hedef alınan dernek tarafından başvuruda bulunulmadığı,adlima­kamlarınbuifadeyemuhatapolarakkabuledilenderneğinavukatlığını yapan başvurucuya yönelik “sapkınların avukatı” şeklindeki sözlerin cezamuhake­mesi yoluyla cezalandırmayı gerektirecek belli bir tahkir ve aşağılama eşiğinigeçmediği yönündeki değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadığı,başvurucu yönünden nefret suçu veya nefret söylemi niteliği ta­şımadığı, demokratik birtoplumda bu ifadeye karşı mutlaka ceza muhakemesi yoluyla bir yaptırım uygulanmasınıgerektiren toplumsal bir ihtiyaç olmadığı ve adli makamlarca çatışan değerler arasındakurulan dengenin adil olmadı­ğının söylenemeyeceği anlaşılmaktadır. Adli makamların değerlendirmesinin başvurucunun şeref ve itibara saygı hakkı ile diğer tarafın ifade ve basın hürriyeti arasındaki dengeyi başvurucu aleyhine katlanılamaz şekilde bozduğu söylene­mez.

KARAR NO : 5

RG No :29022-RG T. : 06.06.2014

B.No : 2014/4705 -K.T: 29.05.2014

  1. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun temellerinden biri olup toplu­mun ve bireyin kendinigeliştirmesiiçin vazgeçilmez koşullar arasında yer alır.Toplumsal çoğulculuğa ancak her türlü fikrin serbestçe ifade edilebildiği özgür tartışma ortamında ulaşılabilir. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlı­dır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir (B. No: 2013/2602,23/1/2014, § 41).
  2. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma “, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü bi­reylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edin­diği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, sa­vunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B, No: 2013/2602,23/1/2014, §40).
  3. İfade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AÎHM’in de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi, sa­dece toplumun vedevletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü “haber” ve “düşüncelerin” değil, devletinveya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yan­lış bulduğu, onları rahatsız eden haber vedüşüncelerin de serbestçe ifade edi­lebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi biryaptırıma tabi tutul­mayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörü­nün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın “demokratik toplum­dan” bahsedilemez (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, §49).
  4. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlü­ğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yol­lar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının ana­yasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (B. No:2013/2602, 23/1/2014, §43).
  5. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, Anayasa’da güvence altına alman diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmı ile doğrudan ilişkilidir. Görsel ve yazılı medya araçları yoluyla fikir, düşünce ve haberlerin yayılmasını güvence altına alan basın özgürlüğü de düşünceyiaçıklama ve yayma özgürlüğününkullanılma araçlarındanbiridir.Basın özgürlüğü, AİHS’de ifade özgürlüğüne ilişkin10. madde kapsamında koruma altına alınmışken, Anayasa’nın 28 ilâ 32. maddele­rinde özel olarak düzenlenmiştir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §44).
  6. İnternet, modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir değere sahip bu­lunmaktadır. Sosyal medya, medya içeriğini oluşturmak, yayınlamak ve yorum­lamak şeklinde bireysel katılıma imkan veren şeffaf ve karşılıklı iletişim kurulan bir platform şeklindeki medya kanalıdır. İnternetin sağladığı sosyal medya ze­mini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklıpaylaşma ve yaymalarıiçin vazgeçilmez niteliktedir.Bu nedenlesadece düşünceyiaçıklamanın değil, aynı zamanda bilginin elde edilmesi açısından günümüzde en etkili veyaygın yöntemlerden biri haline gelensosyal medya araçları konusunda yapılacakdüzenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davran­malarıgerektiği açıktır.

53.İfadeözgürlüğükonusunda devletinpozitif ve negatif yükümlülük­leri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Ana­yasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açık­lanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; po­zitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korun­ması için gereken tedbirleri almalıdır (Benzer yöndekiAÎHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43). Budenge kurulur­ken Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözeti­lerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 56). Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olma­dığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunulmadığını, öl­çülü davranılıp davranılmadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir (B. No: 2013/2602,23/1/2014, § 61).

  1. Öte yandan, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü mutlak ve sınır­sız değildir. Bu bağlamda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü kullanılırken bireylerin hak ve özgürlükleriniihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin koruma altına aldığı dü­şünceyi açıklama ve yaymahürriyeti Anayasa’nın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilensebeplerle sınırlandırılabilir. Anaya­sa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklereyönelik sınırlamalar an­cak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerineve ölçü­lülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de doku­namaz.
  2. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu oldu­ğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hük­münün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (B.No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36). Dolayısıyla, Anayasa’nın 26. maddesinde koru­nan ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunilik ilkesinin gerektirdiği ni­telikleri taşıyan bir kanunla öngörülmesi gerekmektedir. Kanunilikunsuruna sahip olmayan bir müdahalenin, öze dokunmama, demokratik toplum düze­nindegereklilik ve ölçülülük gibi diğer güvencelere uygun olup olmadığı in­celenmeden, biranayasal hakkı veya özgürlüğü ihlal ettiği sonucuna ulaşıla­caktır.
  3. Anayasal haklara yönelik müdahalenin bir kanuna dayanması yeterli olmayıp, bu kanunun belirlilik ve öngörülebilirlik gibi belli niteliklere sahip ol­ması gerekir. Başka bir ifadeyle kanun, ilgili kişinin davranışlarını belirlemesi amacıyla, kolayca ulaşabileceği, gerektiğinde profesyonel yardım almak sure­tiyle de olsa anlayabileceği, açık, net ve yeterince belirgin nitelikte olmalıdır (Bu yönde AİHM kararları için bkz. Altuğ Taner Akçam/Türkiye, B.No: 27520/07, 25.10.2011,§87;Yıldırım/Türkiye, B.No: 3111/10, 18.12.2012, §57).
  4. Bir internet sitesine erişimin engellenmesinekarar verildiği hallerde hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilke­lerinin göz önünde bulundurulması zorunludur. Kişilerin hukuki güvenliğini sağ­lamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir ol­masını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, dev­letin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu ba­kımdan, kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlan­dığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla,uygulanması öncesinde kanunun, muhte­mel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,22/5/2013).
  5. Erişime kapatılan youtube.comgibi çok sayıda kullanıcısı olan inter­net siteleri büyük miktardaki verileri saklama ve yayınlama kapasitesi ile bunla­rın erişilebilirliği sayesindetoplumungündemoluşturmasına,gündemintakibinivebilgialışverişini kolaylaştırmaya büyük ölçüde katkı sağlamaktadır (Bu ko­nudaki AİHM kararı için bkz. Times Newspaper Ltd./Birleşik Krallık, B. No: 23676/03, 10/6/2009, § 27).

59.Bu nedenle Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan haklara kamu gücü tarafından bu konuda bir sınırlama (resen erişimin engellenmesi) imkânı getirildiği hallerde ilgili Kanun’da böyle bir yetkinin kullanılmasına ilişkin kapsam ve usullerin yeterli bir açıklıkla ta­nımlanması da gerekmektedir (bkz. Yıldırım/Türkiye, B .No: 3111/10, 18.12.2012, § 59).

  1. Başvuru konusu olayda TİB’in ilk olarak”5651 sayılı Kanun uyarınca yapılan teknik inceleme ve hukuki değerlendirme sonucunda youtube.comhak­kındaki Telekominikasyon İletişim Başkanlığı’nın 27/3/2014 tarih ve 490.05.01.2014.-48125 sayılı kararına istinaden Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafındanidari tedbir uygulanmaktadır” ibaresi ile youtube.com isimli siteye erişimi engellediği, anılan bu engelleme kararının ardından yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan yargısal süreç sonucunda Gölbaşı Asliye Ceza Mahke­mesinin 9/4/2014 tarih ve 2014/91 sayılı kararı ile youtube.com isimli sitenin URL bazlı 15 adresine yönelik erişim engelinin devamına buna karşılık tüm si­teye yönelik erişim engelinin kaldırılarak sitenin erişime açılmasına yönelik ke­sin olarak karar verilmesine ve Ankara 4. İdare Mahkemesince 2/5/2014 tarih ve E.2014/655 sayılı karar ile yürütmenin durdurulmasına karar verilerek anılan bu kararın 7/5/2014 tarihinde TİB’e tebliğ edilmesine rağmen yargı kararlarının ge­reğinin yerine getirilmediği ve anılan site üzerinde 5651 sayılı Kanun’un 8. mad­desinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi gerekçe gösterilmek suretiyle re’sen eri­şim engelinin devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
  2. Bu olgular ve ilkeler ışığında başvuru konusu olaya bakıldığında, TİB tarafından URL bazlı tesis edilmesi gerekli olan idari tedbirlerin yalnızca hukuka aykırılığı tespit edilen içeriğe yönelik olarak uygulanabilecek ve daha hafif nite­likteki bir müdahale tedbirininvarlığı araştırılmaksızın tedbir konusu içerikle il­gisi olmayan ve sayısal olarak kıyaslanamayacak ölçüde çok URL adresindeki yayına erişimi engellemeye yönelik genel bir yasağın uygulanması, bu kararın verilmesine gerekçe olarak gösterilen içeriklerin içerik veya yer sağlayıcısı ol­mayan kullanıcıların da erişiminin engellenmesine yol açacak tarzda tedbir ka­rarının genişletilmesi sonucunu doğurmaktadır (benzer yönde bkz. Yıldı­rım/Türkiye, B. No: 3111/10, 18.12.2012, § 63).
  3. TİB tarafından 5651 Kanun’un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi dayanak gösterilerek aynı maddenin (4) numaralı fıkrası uyarınca re’sen youtube.com isimli sitenin tamamına erişimin engellenmesine karar veril­diği anlaşılmaktadır. 5651 sayılı Kanun’un 8., 9. ve 9/A maddelerinde erişimin engellenmesi tedbirine kural olarak hâkim ya da mahkemelerce karar verilmesi, mahkeme dışındaki otoriterlerce karar verilmesi halinde derhal kararın mahkeme onayına sunulması, erişim engelleme kararının temel olarak zararlı içeriğe (URL bazlı) erişimin engellenmesi şeklinde verilmesi ilkesi çerçevesinde düzen­lendiği görülmektedir. 8. maddede katalog suçlar nedeniyle erişimin engellen­mesi düzenlenmişolup maddenin (2)numaralıfıkrasında erişiminengellenmesikararının soruşturma evresinde hakim, kovuşturma evresinde ise mahkemece ve­rileceği, soruşturma evresinde gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuri­yet savcısı tarafından da erişimin engellenmesine karar verilebileceği, bu du­rumda kararın 24 saat içinde hakim onayına sunulması ve hakimin de 24 saat içinde karar vermesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
  4. Maddenin (4) numaralı fıkrasında “İçeriği birinci fıkrada belirtilen suçları oluşturan yayınların içerik veya yer sağlayıcısının yurt dışında bulunması halinde veya içerik veya yer sağlayıcısı yurt içinde bulunsa bile, içeriği birinci fıkranın (a) bendinin (2) ve (5) ve (6) numaralı alt bentlerinde yazılı suçları oluş­turan yayınlara ilişkin olarak erişiminengellenmesikararıre’senBaşkanlıktara­fındanverilir. Bukarar, erişim sağlayıcısına bildirilerek gereğinin yerine geti­rilmesi istenir “denilmektedir. İdari işlemle engellemenin URL bazlı değil de tüm siteye erişimin engellenmesi şeklinde yapılabileceğine ilişkin bir düzenle­meye Kanun’un herhangi bir hükmünde yer verilmediği, ayrıca idarece bu ko­nudaki yetkinin hangi sınırlama araçları (alan adından erişimin engellenmesi, İP adresinden erişimin engellenmesi, içeriğe erişimin engellenmesi ve benzerî yöntemlerle erişimin engellenmesi) kullanılarak erişimin engelleneceğinin tam bir açıklıkla ortaya konulmadığı, dolayısıyla idareye verilen yetkinin kap­sam ve sınırlarının öngörülemez olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, Kanun’un 9. maddesinin (4) numaralı fıkrasında hâkime kademeli olarak erişimin engellen­mesi konusunda verilen yetkiye benzer tarzda bir yetkinin kamu idaresi açısın­dan da geçerli olup olmadığı belirgin değildir. Bu nedenle TİB’e erişimin engel­lenmesine yönelik olarak verilen yetkinin kanuni dayanağının kanunilik ilke­sinin asgari şartı olan kanunun anlaşılır, açık ve net olması zorunluluğunu karşılamaması nedeniyle kapsam ve sınırlarının belirsiz olduğu görülmekte­dir.
  5. 64. Yukarıda yapılan açıklamalardan, com sitesine erişimin tü­müyle engellenmesine yönelik müdahalenin, yeterince açık ve belirgin bir ka­nuni dayanağa sahip olmadığı ve bu yönüyle başvurucular açısından öngörü­lebilir nitelikte bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, siteden yararlanan tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne ağır müdahale niteliğinde olan söz konusu idari işlemin, başvurucuların Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgür­lüklerini ihlal ettiğine karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 6

RG No :28940-RG T. : 13.03.2014

B.No : 2013 /2602-K.T: 23.01.2014

  1. 45. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kana­atleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım hakla­rını kapsar (bkz. AYM, E. 1996/70, K. 1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bil­gilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncele­rin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşün­ceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demok­ratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgür­lüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir. Basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü iken diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıyla yakından ilgilidir.
  2. Demokratik bir sistemde, kamu gücünü elinde bulunduranların yetki­lerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamu­oyu denetimi en az idari ve yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk adınakamunun gözcülüğü işlevini gören basının iş­levini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür(bkz. AYM, E.1997/19,K.1997/66,K.T. 23/10/1997),(benzeryöndekiAİHMkararları içinbkz. Lin­gens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § <\\;Özgür radyo-Ses Radyo Tele­vizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006§ 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48-Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89, 23/9/1994, §31).
  3. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve onun kul­lanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgür­lüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir. Yukarıda belirtilen toplumsal işlevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket et­mesi de şarttır. Bu bağlamda geniş halk kitlelerinin düşünce ve kanaatleri üze­rinde etki yapan ve onları harekete geçirebilen basının basın etik kurallarına uyması, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin koruma altına aldığı düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile basın hürriyeti Anayasa’nın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle sınır­landırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gerekle­rine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
  4. İfade ve basın özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir. Ancak bu takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçe­vesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut birdeğerlendirme yerine,ifade­nintürü,şekli,içeriği,açıklandığızaman,sınırlama sebeplerinin niteliği gibiçe­şitli unsurlara görefarklılaşanayrıntılıbir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bu­lunmaktadır. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerineuygunluk kriterleri, öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da is­tisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alına­bilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nite­kim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcısosyalihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır.Bunagöre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, de­mokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarakdeğerlendiril­memektedir. Aynı şekilde zorlayıcı sosyal ihtiyacın varlığı araştırılırken deso­yut bir değerlendirme yapılmayıp, ifade ortamına dahil olan ifade edenin sıfatı, hedefalınan kişinin kimliği, tanınmışlık düzeyi, ifadenin içeriği, ifadelerin ka­muoyunu ilgilendiren genelyarara ilişkinbir tartışmaya sağladığıkatkıgibiçeşitlihususlar göz önünde bulundurulmalıdır. (Bu konudaki AİHM kararlan için bkz. Axel Springer AG /Almanya,[BD], B.No:39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2)[BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012)
  5. İfade ve basın özgürlüğüne yapılacak müdahalenin haklılığı konu­sunda “hedef alınan kişinin kimliği ve ifadenin içeriği” üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir. Kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması kapsamında ifade öz­gürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade va­tandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileribirbir­lerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir. Kamuya mal olmuş kişi­lerin özellikle siyasetçilerin ve gazetecilerin şöhreti söz konusuolduğunda top­lumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da dikkate alınarak daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerektiği ve bu alanda basın özgürlüğünden daha geniş olduğu, kamu görevlileriyle ilgili haber ve yorumlarda kamu gö­revlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sa­hip olmaları gerektiği, bunun ise kamu görevlilerinin asılsız suçlamalara karşı korunmakla sağlanabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
  6. İfadelerin içeriği konusunda ise sarf edilen söz, yazı, resim ve ben­zeri şeylerin olgusal iddia ya da değer yargısı olup olmadığına göre bir incele­menin yapılması gerektiği, değer yargısı ifade eden görüş ve yorumların kanıt­lanmaya elverişli olmadığı, gazetecilerin insanların kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan olgular isnat ettiğinde bu iddialarını desteklemek için güvenilir delil sunmaları gerektiği, basın etik kurallarına uygun biçimde davranarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarının olduğu unutulmamalıdır. İlke olarak demokratik toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemlerinin varlığı hâlinde kamu makamlarınca meşru amaç ve araçlarla ve ölçülü olmak kaydıyla ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulabileceği, nefreti ve şiddeti teşvik eden hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanmasının ve bunların önlenmesinin gerekli olduğu ifade edilmelidir.
  7. Müdahalenin haklı sebeplere dayanarak, hak ve özgürlüklerin sınırlan­dırılması sırasında hakların özüne dokunulmaması ve ölçülü olunması gerek­mektedir. Hakkın amacınauygun şekilde kullanımını son derece zorlaştıran, ciddi suretle güçleştiren, örtülü bir şekildekullanılamaz hale koyan ve etkisini ortadan kaldıran sınırlamalar öze dokunur niteliktedir (bk. AYM, E.2006/121, K.2009/90, K.T. 18/6/2009). Sınırlama amacı ile aracı arasında adilbir den­genin gözetilmesi şeklinde tarif edilen ölçülülük ilkesi ile daha az sınırlayıcı ya dadaha hafif tedbirlerle sınırlama amacına ulaşılması mümkün olduğu halde hak ve hürriyetleri daha çok sınırlayan, haklardan yararlanacak kişilere daha ağır yükümlülükler getiren düzenlemelerin önlenmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla belli bir amaca ulaşmak için alınan sınırlayıcı tedbir, gereğinden ağır ve katı ise o sınırlama ölçülü olmayacağı gibi demokratik toplum düzenine de uygun bir sınırlama olmayacaktır.
  8. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunmasıhukuk muhakemesi yo­luyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdaha­leler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nite­lendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35). Mahkemelerce ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulurken bası­nın düşüncenin iletilmesi ve yayılmasındaki rolü, bireyin ve toplumun bilgilen­mesine sağladığı katkı ve bu anlamda çoğulcu demokratik düzenin vazgeçilmez unsurlarından olduğu gözetilerek ifade edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin içeriğinde şiddet çağrısıveya nefret söylemi olmadığı sürece kişilerin cezai so­ruşturmalara maruz kalmamalarınadikkat edilmeli, özellikle hapis cezası ver­mekten kaçınılarak haksız müdahalelere karşıbireyin korunmasında diğer tedbirlere öncelik verilmelidir.
  9. İfade özgürlüğükonusunda devletin pozitif venegatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlü­lük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gün­dem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).
  10. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99). Bu denge kurulurken Anayasanın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gö­zetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir.
  11. Nitekim AİHM, Axel Springer AG davasında ifade özgürlüğü ile baş­kalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelen­mediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler;a) ba­sında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunuilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinintanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d) bilgininelde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçlan ve f) yap­tırımınağırlığıolarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG/Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012).
  12. Bu kriterlerden özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazı­nın amacı”nın özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişi­leri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarakdeğerlendirmeleryapmaktadır. Özellikle ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değer­lerinin çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş ise ko­rumayı üst düzeyde şöhretten yana tutmakta,siyasetçinin şöhreti söz konusu ise ilke olarak tercihini ifade özgürlüğünden yana kullanmaktadır.
  13. AİHM, kamu görevlileriyle ilgili olarak farklı bir tutum sergilemekte­dir. Kamu görevlilerinin kabul edilebilir eleştiri sınırını, sade vatandaşlar gibi görmese de siyasetçiler için kabul edilen eleştiri sınırı kadar geniş olmadığını, kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güve­nine sahip olmaları gerektiğini, bununisekamugörevlileriniasılsızsuçlamalarakarşıkorumaklasağlanabileceğini vurgulamaktadır (bkz.Steur/Hollanda,BNo: 39657/98, 28/10/2003, §40; Lesnik/Slovakya, B.No: 35640/97, 11/3/2003, §53). Mahkeme ayrıca basının ifade özgürlüğünü kullanırken görev ve sorumlulukla­rına uygun davranmak zorunda olduğunu, bu görev ve sorumluluklar kapsa­mında yayımlanan haberlerin bireylerin şeref ve hakları üzerinde ağır etkiler ya­ratma riski nedeniyle “başkalarının şeref ve haklarının korunmasıyla ilgili konul­muş sınırlara dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (bkz.Observer ve Gu­ardian/Birleşik Krallık, B.No: 13585/88,26/11/1991).
  14. Kişilerin hak veşöhretlerinin korunmasıileifade ve basın özgürlüğü arasındaki adil dengenin kurulması konusunda “yayının içeriği” kriterinde AİHM, ilkeolarak nefret ve şiddete teşvik söylemlerinin varlığı hâlinde kamu makamlarınca meşruamaçla ve orantılı olmak kaydıyla ifade vebasın özgürlüğüne müdahaledebulunulabileceğini, demokratik toplumlarda “for­maliteleri”, “koşullan”, “kısıtlamaları”veya “müeyyideleri” izlenen meşru amaçla orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahilolmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırımuygulanmasının ve hatta bunların önlenmesinin gerekli olduğunu ifade etmektedir (bkz. Sü­rek/Türkiye, (No:l), B.No: 26682/95, 8/7/1999, § 62;Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89,23/9/1994).
  15. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunul­madığını, ölçülü davranılıp davranamadığını ve ifade ve basın özgürlüğü ile baş­kalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde adil bir dengenin kurulup kurulmadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir.
  16. Makalebir bütünolarak değerlendirildiğinde bazıkamu görevlilerinin yetkilerini kullanma biçimine yönelik eleştiri amacı taşıdığı görülmektedir. Baş­vurucu söz konusu yazıda bu eleştirilerini “ucuz olmak” kavramı üzerinden kur­gulamıştır. Bu kavramın kişileri değersizleştirme amacıyla kullanıldığı açıktır. Ayrıca yazının başında anlatılan hikaye ile kavram arasında kurulan bağlantı dik­kate alındığında, kadının metalaştırılarak para ile satın alınabileceği ve kadının değerinin parasal karşılığıyla belirlenebileceği yönündekicinsiyetçibir söylemüzerinden “ucuzluk” mefhumunun temellendirildiği görülmektedir.
  17. “Ucuz olmak” şeklinde yer alan bu kavramla kimin değersizleştirile­meye çalışıldığı konusu önem arz etmektedir. Zira yazıda açıkça bir isim zikre­dilmemektedir. Bu konuda derece mahkemesi, yazıda geçen “Kamusal yetkisini kullanarak motosikletine (son üç rakamı aynı olan) özel plaka takan kurum amir­leri…” şeklindeki ifadeyi işaret ederek, yaptıkları araştırma sonucunda ilgili cüm­lenin yalnızca bir kişiyi hedef aldığını onun da motosikletinin son üç rakamı aynı (888) olan ve Çine ilçesinde kurum amiri olarak çalışan şikâyetçi emniyet müdür vekili H.Y’nin olduğunu, 5237 sayılı Kanun’un 126. Maddesi uyarınca başvuru­cunun Çine Emniyet Müdür vekilini hedef aldığı konusunda duraksama yaşama­dıklarını belirtmektedir. Derece mahkemesinin bu delillerle vardığı sonuca açıkça keyfilik ve bariz bir takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin müdahalesi söz konusu olamaz. Yazıda geçen “hakaret içerikli” ifadelerin emni­yet müdür vekiline yöneldiği ve kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığı açıktır. Bu sebeple başvuru konusu yazıyla şikayetçinin manevi bütünlüğünün korun­ması kapsamında ifade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin haklı ve demokratik toplum düzeni açısından gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
  18. 74. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğü ile şikayetçinin itibar hakkı arasında makul bir dengenin kurulup kurulmadığı bu çerçevede başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmeli­dir. Burada sözü edilen her iki hak da anayasal haklar olup eşit düzeyde korun­maları gerekir.
  19. Yukarıda belirtildiği gibi yazının bütünü dikkate alındığında genel bir kamusal eleştiri amacı taşıdığı görülmekle birlikte bu eleştirinin sözü edi­len kamu görevlilerini itibarsızlaştırma yoluyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Şi­kayetçinin kamu yetkisini kötüyekullanarak özel plaka aldığı için “ucuzlar” sı­nıfında olduğu, dolayısıyla diğer ucuzlar sınıfıgibi şahsiyetsiz, açgözlü ve dünya hırsına sahip biri olduğu, bu durumda annesinin birkabahatinin olmadığı gibi ifadelerin kamuoyunun bilgilendirilmesinden ziyade şikayetçininitibarsızlaştı­rılmasını amaçladığı görülmektedir. Yazıda yer verilen değerlendirmeler bir ol­gudan ziyade yazarın değer yargılarını içermektedir. Bu çerçevede yazarından bunları ispatlaması beklenemezse de yazının içeriğinin genel olarak basın eti­ğine uygun olması beklenmelidir. Gazetecilik mesleğinin belli ölçüde abartı hatta kışkırtıcı yargıları da hoş görebileceği kabul edilmekle birlikte, bu hiçbir şekilde üçüncü kişilerin anayasal haklarının ihlal edilebileceği anlamına ge­lemez.
  20. Kamu görevlilerinin kamusal yetki kullanmaları nedeniyle sıradan in­sanlara göre daha fazla eleştiriye katlanmaları gerekli ise de bu kişilerin görev­lerini layıkıyla yapabilmeleri belli ölçüde kamunun güvenine bağlı olduğundan bunlara yönelik eleştirilerin onlarıkamuoyu önünde itibarsızlaştırılmasısonu­cunu doğuracak düzeye ulaşmaması gerekir. Elbette kişiler kendi fiillerinin so­nuçlarına katlanmak durumundadırlar. Somut olayda başvurucunun şikayetçinin önceki hangi fiilleri nedeniyle böyle bir eleştiriye yöneldiği açık olmamakla bir­likte kişinin nüfuzunu kullanarak son üç rakamı aynı olan plaka aldığı bu nedenle “ucuzlar” sınıfına dahil olduğu yönündeki yargıya katlanması gerektiği sonucuna ulaşılamaz. Özellikle söz konusu yazıda yer alan cinsiyetçi söylem ve bu kişile­rinucuzluklarında annelerinin suçu olmadığı gibi ifadelerin demokratik bir toplumda korunması gerektiği söylenemez.
  21. Nitekim AİHM, Janowski davasında, gazeteci olan başvurucunun be­lediye görevlilerinin yüzlerine karşı “aptal” ve “hödük” ifadelerini kullanması sonucu yerel mahkemece cezalandırılmasını ifade özgürlüğü kapsamında ince­leyerek, başvurucunun bu sözlerinin,kamuoyunuilgilendirenkonularda yapılanbir fikiralışverişikapsamında olmadığını, bu sözlerin kamuya açık bir alanda ve birçok kişinin önünde sarf edildiğini bu sebeple başvurucunun olayda gazeteci değil sıradan bir vatandaş olarak kabul edileceğini, kamu görevlilerine yapılan bu hakaretin kabul edilebilir eleştiri sınırını aştığını belirterek, kullanılan sözle­rin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar vermiş­tir (bkz. Janowski/Polonya, B.No: 25716/94, 21/1/1999, §§32-35).

79.Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarına ilişkin olarak hürriyeti bağ­layıcı cezaya hükmedilmesi halinde bunun tüm basın üzerinde baskı kurabile­ceği ve kamuoyunu ilgilendiren konuların tartışılmasından gazetecileri caydı­rabileceği, böylece bir otosansür kurumuna dönüşebileceği göz önünde bulun­durulmalıdır. Bu nedenle demokratik bir toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemi gibi çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan ifadeler söz konusu olmadıkça hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmekten kaçınılması ge­rekir. Somut olayda başvurucu hakkında ceza davası açılmış ve yargılanmışol­makla birlikte başvurucu aleyhine hapis cezası verilmekten kaçınılarak adli para cezasınahükmedildiği ve verilen cezanın da hükmün açıklanmasının geri bıra­kılması suretiyleuygulanmadığı görülmektedir.

  1. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde “Ucuz olmak” başlıklı yazının içeriği ve amacı, hedef alınan kişinin kimliği ve konumu, yazının bağlamı, uy­gulanan yaptırımın ağırlığı gibi hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.
  2. Makalede genel olarak siyaset, özel sektör ve emniyet kurumlan hak­kında değer yargısı taşıyan eleştirel bir yaklaşım sergilediği, eleştirilerin kamu­oyunu ilgilendiren ve genel yarara ilişkin bîr tartışmaya katkı sağlama amacı ta­şıdığı, şiddet çağrısı veya nefret söylemi içermediği, yazıda yer alan siyasetçile­rin, emniyet yetkililerinin ve özel şirket sahiplerinin kim olduklarının açıkça be­lirtilmediği, yazıda geçen “motosikletli zibidiler'” ifadesiyle emniyet müdürünün mü yoksa yazının başında ifade edilen bir partilinin motosikletli oğlu gibilerinin mi kastedildiği konusunun açık bırakıldığı anlaşılmaktadır. Yazıda doğrudan bir kişi hedef alınmadığı için sarf edilen sözlerin kişiler hakkındaki değer yargısını mı yoksa olguyu mu ifade ettiği hususlarının ayrıca incelenmesine gerek görül­memiştir. Yazının bir bütün olarak incelenmesinden sözü edilen ifadelerin mu­hatabının şikayetçi olduğu açık bir şekilde anlaşılmamaktadır. Bu nedenle baş­vuru konusu yazı nedeniyle başvurucuya uygulanan yaptırımın şikayetçinin ma­nevi bütünlüğünün korunması amacıyla uygulandığı ve ifade ve basın özgürlü­ğüne yönelik bu müdahalenin haklı ve demokratik toplumda gerekli olduğu söy­lemez.
  3. Diğer taraftan müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken dikkate alın­ması gereken hususlardan biri de uygulanan yaptırımın ağırlığıdır. Somut olayda başvurucuya 10 ay hapis ve 7.080 TL adli para cezası verilerek hükmün açıklan­masının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir. Her ne kadar hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları mahkumiyet hükmü niteliğinde ol­masalar da beş yıl içinde kasıtlı bir suç işlenmesi hâlinde öngörülen cezaların aynen uygulanması söz konusudur. Hapis cezası tehdidinin gazetecileri kamu­sal meseleleri tartışmaktan caydırıcı bir rol oynayacağı ve otosansüre neden olabileceği göz önünde tutularak ertelenen cezaların miktarı ve maruz kalınan ceza tehdidinin ağırlığı dikkate alındığında ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez. Bu çerçevede müdahalenin amacının şikayetçinin şeref ve itibarının korunması olduğu kabul edilse bile şikayetçinin bu hakkı ile başvurucunun bir gazeteci olarak ifade ve basın özgürlüğü arasında adil bir dengenin kurulduğu sonucuna ulaşılamaz.

KARAR NO: 7

RG No :28961 -RG T. : 03.04.2014

B.No : 2014/3986 -K.T: 02.04.2014

  1. İnternet modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere te­mel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sa­hip bulunmaktadır. İnternetin sağladığı sosyal medya zemini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez nite­liktedir. Bu nedenle düşünceyi açıklamanın günümüzde en etkili ve yaygın yöntemlerinden biri haline gelen internet ve sosyal medya araçları konusunda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranmaları gerektiği açıktır.
  2. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü mutlak ve sınırsız değildir. Bu bağlamdadüşünceyiaçıklama veyaymaözgürlüğü kullanılırkenbireylerin hakve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması ge­rekir. Nitekim Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin koruma altına aldığı düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti Anayasa’nın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar ancak ka­nunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük il­kesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
  3. İfade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir. Ancak bu tak­dir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut birdeğerlendirmeyerine, ifadenintürü,şekli, içeriği,açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliğigibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılıbir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcısosyalihtiya町eklinde somutlaştırmaktadır. Bunagöre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değer­lendirilmemektedir. Aynı şekilde zorlayıcı sosyal ihtiyacın varlığı araştırılırken de soyut bir değerlendirme yapılmayıp, ifade ortamına dahil olan ifade edenin sıfatı, hedef alınan kişinin kimliği, tanınmışlık düzeyi, ifadenin içeriği, ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genelyarara ilişkinbir tartışmayasağladığıkatkıgibiçeşitlihususlar göz önünde bulundurulmalıdır. (Bu konudaki AİHM kararlan için bkz. Axel Springer AG / Almaya. [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08,7/2/2012)
  4. Kamu otoritesince yapılan müdahalenin haklı sebeplere dayanması, hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması sırasında hakların özüne dokunulmaması ve ölçülü olunması gerekmektedir. Hakkın amacına uygun şekilde kullanımını son derece zorlaştıran, ciddi suretle güçleştiren, örtülü bir şekilde kullanılamaz hale koyan ve etkisini ortadan kaldıran sınırlamalar öze dokunur niteliktedir (bkz. AYM, E.2006/121, K.2009/90, K.T. 18/6/2009). Sınırlama amacı ile aracı arasında adil bir dengenin gözetilmesi şeklinde tarif edilen ölçülülük ilkesi ile daha az sınırlayıcı ya da daha hafif tedbirlerle sınırlama amacına ulaşılmasımümkün olduğu halde hak ve hürriyetleri daha çok sınırlayan, haklardan yarar­lanacak kişilere daha ağır yükümlülükler getiren düzenlemelerin önlenmesi amaçlanmaktadır.Dolayısıyla bellibir amaca ulaşmakiçinalınansınırlayıcıtedbir, gereğinden ağır ve katı ise o sınırlama ölçülü olmayacağı gibi demokratik toplum düzenine de uygun bir sınırlama olmayacaktır (B.No:2013/2602,23/l/2014, §51).
  5. 43. İfadeözgürlüğü konusunda devletinpozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yüküm­lülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gün­dem/Türkiye, B.No;23144/93, 16/3/2000, §43). Bu denge kurulurkenAnayasanın 13.ve 26.maddelerikapsamında kanunenöngörülensınırlı sebe­plerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir (B.No:2013/2602,23/l/2014, §56).
  6. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunul­madığını, ölçülü davranılıp davranamadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir (B.No:2013/2602.23/l/2014, §61).
  7. 45. Somut olayda başvurucular, kullanıcısı oldukları twitter. com isimli internet adresine erişimin engellenmesi nedeniyle ifade hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. Genel ilkelerin açıklanmasından sonra bu genel ilkelerin somut olaya uygulanması sırasında ifade özgürlüğüne “müdahale olup olmadığı”, müdahale varsa “müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı”,haklı sebep varsa”müdahalenin demokratik toplum düzeni için gerekli olup olmadığı ve ölçülü olup olmadığı” hususları değerlendirilecektir.
  8. Başvuru konusu olayda TİB’in bazı mahkeme kararlarını gerekçe gös­tererek twitter.com internet sitesine erişimi engellediği anlaşılmakta ise de dayanak gösterilen kararların incelenmesinden söz konusu kararların sadece belli URL adreslerine erişimin engellenmesine yönelik olduğu, derece mahkemele­rince doğrudan twitter.com internet adresine erişimi engellemeye yönelik bir ka­rar alınmadığı anlaşılmaktadır.
  9. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının ilgili mevzuat hükümleri gereğince erişimin engellenmesine ilişkin kararının kural olarak bir yargı ka­rarını gerektirdiği, bu konuda görevli mahkemelerin sulh ceza mahkemeleri olduğu ve mahkemelerce verilen kararın niteliği itibariyle bir ceza muhakemesi koruma tedbiri olduğu açıktır. Buna göre TİB ancak mahkemece bu konuda alınmış bir karara dayalı olarak ve bu kararda öngörülen tarzda engelleme ka­rarının icrasını gerçekleştirebilecektir.
  10. Bir kamu idaresi olan TİB’in bir internet sitesine erişimi engellenme­sine yönelik yaptığı müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ve müdahalede bulunulurken ölçülü davranılıp davranılmadığı konusunda hangi genel ilkelerden hareket edileceği yukarıda belirtilmişti (§§ 37- 40). Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak veözgürlüklere ilişkin sınırlandır­malar kanunla öngörülmeli ve sınırlamalar kanuna uygunolmalıdır. Somut olayda, erişimin engellenmesinin URL bazında değil de tüm bir siteye yönelik erişimin engellenmesi şeklinde uygulandığı görülmektedir. 5651 sayılı Kanun’da yer alan düzenlemeler dikkate alındığında TİB’inkararma dayanak gösterdiğimahkemekararlarını aşan ve milyonlarca kullanıcısı bulunan bir sosyal medya ağı olan twitter.comsitesine erişimin tamamen engellenmesini öngören işlemin kanuni dayanağının bulunmadığı ve bu sosyal paylaşım sitesine erişimin kanuni dayanağı olmaksızın ve sınırları belirsiz bir yasaklama kararı ile engellenmesinin demokratik toplumların en temel değerlerinden biri olan ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturduğu açıktır.
  11. Bu durumda, bireysel başvuruya konu edilen ihlal iddiasının konusunu oluşturan ifade özgürlüğünün demokratik hukuk devletindeki önemi dikkate alındığında TİB tarafından twitter.com isimli internet sitesine erişimin engellen­mesi yalnızca bu engellemeye dayanak gösterilen ve URL bazlı verilen karar­ların muhataplarını değil, twitter.com ağından yararlanan tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne yönelik ağır müdahale niteliğinde olduğu ve hukuki dayanağınınolmamasınedeniyle başvurucularınAnayasa’nın26.Maddesinde korunan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 8

RG No :29252 -RG.T.:30.01.2015

B.No: 2013 /1821-K.T :05.11.2014

31.İfade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanama­ması ve bunları tek başına veyabaşkalarıylabirlikte çeşitliyollarlaserbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602,23/1/2014, §40).

  1. Mutlak değil sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir.İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. An­cak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerinsınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesin­deki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır.Bu sebeple ifade özgürlüğüne ge­tirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13.maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gere­kmektedir.
  2. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında, başvuru konusu odada daha fazla kitap bulunduramama yasağına ilişkin olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olma­dığı ve daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı incele­necektir.
  3. Başvurucunun odasında en fazla on kitap bulundurabileceğine ilişkin karar ile başvurucunun bilgi ve düşünceleri edinme özgürlüğü ve bu kapsamda ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapıldığı açıktır. Ayrıca müdahalenin mevcudiyetine ilişkin Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine herhangi bir itiraz da sunulmamıştır.
  4. Yukarıda anılan müdahaleler Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fık­rasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Ana­yasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Ana­yasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, sınırlamanın Ana­yasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili madde­sinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme,Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçü­lülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

1.Müdahalenin Kanuniliği

  1. Anayasa’nın 13. maddesi ile 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”layapılmasışartına aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddi­ada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 5275 sayılı Ka­nun’un 60. maddesinin (4) numaralı fıkrası ile 61. ve 62. maddeleri ve 12.7.2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Oda veya koğuşa verilecek yayın ve süresi” başlıklı 30. maddesinin“kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
  2. Meşru Amaç
  3. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanma­ması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut ka­nunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin ge­reğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik olması gerekir (bkz. B. No: 2013/409,25/6/2014, § 84).
  4. Başvurucuya on kitaptan daha fazla verilmemesinin sebebi olarak oda veya koğuşdüzenininbozulmasınınönlenmesigösterilmiştir.Başvurucuhak­kındaderecemahkemelerinin kararları birbütün olarak değerlendiril­diğinde başvurucunun ifade özgürlüğüneyapılanmüdahalenin”kamudüze­nininsağlanması kapsamındaDevlet tarafındanbelirlenenamaçların vefaaliyetlerin uzantısı niteliğinde olduğu kanaatine ulaşılmış ve bunun da Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin 26. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
  5. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
  6. Başvurucu, cezaevindeki odasında kendisine ait en fazla beş kitap bu­lundurulmasına ilişkin cezaevi idaresinin kararının araştırma ve incelemelerini aksattığını, yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
  7. İfade özgürlüğü mutlak bir hak olmayıp bazı sınırlamalara tabi olabi­lir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkra­sında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaş­madığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 91).
  8. 1982 Anayasası’nda belirtilen demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13. mad­desi ile AİHS’in “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9. 10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demo­kratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve tolerans temelinde yorumlanmalıdır (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 93).
  9. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, demo­krasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşın derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T.28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148,K.T. 17/4/2008; B. No: 2013/409,25/6/2014, § 94).
  10. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlen­dirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin ka­rarlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (benzer yöndeki bir karar için bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 98).
  11. AİHM de konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin yukarıda anlatılan yaklaşımına (§§, 57-59) benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e göre “gerekli” kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç”ı (pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahale­nin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gere­kecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale ol­malıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının göster­dikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).
  12. Dolayısıyla, başvurucunun on adetten fazla kitap bulundurmasına izin verilmemesi nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile oda veya koğuş dü­zeninin sağlanması arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, baş­vurucunun daha fazla kitap bulundurma talebinin reddine ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 87; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97).
  13. Yapılacak değerlendirmelerde ifade özgürlüğünün “herkes”e tanındı­ğının hatırda tutulması gerekir. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde kapatılmış bu­lunan bir hükümlü olan başvurucunun da, herkes gibi, Anayasa’nın 26. maddesi hükmünden yararlanacağı hususu her türlü tartışmanın dışındadır. Bununla be­raber, disiplini bozacak faaliyetleri önlemeye yönelik hukuki düzenlemeler ol­madan bir cezaevinde düzen sağlanması da düşünülemez. Bunlardan başka, bir kimsenin kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararına dayanarak cezaevine kapatılma­sındaki amacın, onu özgürlüğünden mahrum etmek yanında, cezasının infazı bit­tikten sonra infaz dönemindeki çalışmalarla yeniden topluma kazandırılması ol­duğu hatırda tutulmalıdır.
  14. Son olarak, Anayasa Mahkemesi kendi takdirini davada uygulamadan önce, müdahale ile hak arasında makul bir denge kurma konusunun, öncelikle kamu gücünü kullanan makamlara ait olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu konuda devletin bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu takdir yetkisinin genişliği birçok unsura, özellikle de söz konusu faaliyetin niteliğine ve sınırlamaların amacına bağlı olarak değişmektedir.
  15. Somut başvuruya dönecek olursak Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Gü­venlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan başvurucu yanında bulun­durduğu kitap sayısının artırılması için Eğitim Kurulu Başkanlığına talepte bu­lunmuştur. Kurul, 31/8/2012 tarihli kararı ile tutuklu ve hükümlülerin yanlarında kütüphaneye ait beş adet ve kendilerine ait beş adet olmak üzere toplam on adet kitap bulundurmalarına müsaade edildiğini, ayrıca bu kitapları her on beş günde bir değiştirebildiklerini belirterek talebi reddetmiştir. Kurul kararına başvurucu­nun şikâyeti üzerine Ankara İnfaz Hâkimliği, hükümlülere yeterince kitap okuma imkânı verildiği, verilen kitapların da yenisi ile değiştirilme olanağının bulunduğu gerekçesiyle şikâyeti reddetmiştir. Anılan karara başvurucunun yap­tığı itiraz ise Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarihli kararı ile red­dedilmiştir.
  16. Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin, olgu­ların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanarak yapıldığı ve keyfi olma­dığının denetlenmesini kapsar. Müdahaleyle elde edilmek istenen amaç ile müdahalenin ağırlığının orantısızlığının açık olduğu bir davada sınırlama ted­birinin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Buna karşın farklı etkenlerin ka­tılması nedeniyle bu orantının tartılmasının kolay olmadığı bir davada kamu gü­cünü kullanan makamlarca kurulan denge göz önünde bulundurulacaktır.
  17. Başvuruya konu olayda cezaevinde oda veya koğuş düzeninin sağ­lanması için her on beş günde bir değiştirmek üzere mahkûmun cezaevi dışın­dan beş kitap getirtmesine müsaade edilmektedir. Somut olayda başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ağır olduğu söylenemez. Buna karşın müdahalenin önemi ve ağırlığı bir olayın kendine özgü olguları ile yakın ilişki içerisindedir.
  18. Bu sebeple başvurucuya, kütüphaneden alabileceği beş kitap ile bir­likte toplam on kitabı aynı anda yanında bulundurmasına müsaade edilmek su­retiyle yapılan sınırlandırmanın başvurucu üzerindeki etkisinin de değerlendiril­mesi gerekmektedir. Başvurucu kitap sınırlaması nedeniyle araştırma ve ince­lemelerinin engellendiğini ileri sürmektedir. Buna karşın başvurucu araş­tırma ve incelemelerinin kapsamı ve mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yapmamıştır.Başvurucunun daha fazla sayıda kitap bulundurma talebi ise hü­kümlülere yeterince kitap okuma imkânı verildiği ve verilen kitapların da her on beş günde bir kez yenisi ile değiştirilme olanağının bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Üstelik başvurucu, kitap sayısı dışında kitaba erişiminin engel­lendiği yönünde bir şikâyette de bulunmamıştır.
  19. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, yüksek güvenlikli cezaevinde hükümlü olarak bulunan başvurucunun odasında bulundurduğu kitap sayısının on ile sınırlandırılması ile elde edilmek istenen oda ve koğuş düzeninin sağlanması amacına ulaşmak için yapılan sınırlama işleminin ölçülü olmadığı söylenemez. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. mad­desinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik şikâye­tinin reddine karar verilmesi gerekir.

Leave a Reply

Your email address will not be published.