Ayrımcılık Yasağı

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ

Madde 14 Ayrımcılık yasağı

Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımın­dan hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır.

Ek 12 No.lu Protokol

Madde 1 Ayrımcılığın genel olarak yasaklanması

1- Yasa ile öngörülmüş olan tüm haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasî veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupolma, servet, doğum veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır.

2- Hiç kimse, hangisi olursa olsun hiçbir kamu makamı tarafından özel­likle 1. Fıkrada belirtilen gerekçelere dayalı bir ayrıma maruz bırakılamaz.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1982)

Kanun Önünde Eşitlik

MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Ek fıkra: 5170 – 7.5.2004 /m.1) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.(Ek cümle: 5982 – 7.5.2010 /m.1) “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.”

(Ek fıkra: 5982 – 7.5.2010 / m.1) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (Ek ibare: 5735 – 9.2.2008 / m.1)

(…) (*) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorund­adırlar.
_____

(*) Madde 10 un 4. fıkrasına “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gel­mek üzere eklenen “ve her türlü kamu hizmetinden yararlanılmasında” ibaresi, Anayasa Mahkemesi’nin 22.10.2008 tarih ve 27032 sayılı R.G.’de yayımlanan, 5.6.2008 T., 2008/16 E. ve 2008/116 K. sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Değerlendirme ve Öne Çıkan İlkeler

Anayasa Mahkemesi, eşitlik ilkesini şu şekilde tanımlamıştır:”Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörül­müştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklan­mıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa ‘da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.” (Bkz. AYM, E.2009/47, K.2011/51, K.T. 17/3/2011).

Eşitlik ilkesinin istisnası bulunmamakla birlikte her türlü etkiden ari tam bir eşitlik de öngörülmemiştir. Eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar ara­sında söz konusudur. Aynı hukuksal durumlar aynı, farklı hukuksal durumlar farklı kurallara tabii tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmeye­cektir.(B. No : 2014/256, K.T : 25.06.2014, § 112).

AÎHM içtihatlarında ayrımcılık “nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın, konuyla ilgili olarak benzer durumda olan kişilere farklı muamele edilmesi” ola­rak tanımlanmıştır (bkz, Zarb Adami/Malta, B. No. 17209/02, 20/6/2006, § 71).

Bununla birlikte; farklı durumda olan kişilere aynı şekilde muamele edili­yorsa fakat bu muamele belirli bir kişiyi veya gurubun üyelerini orantısız ve olumsuz yönde etkiliyorsa da ayrımcılıktan söz edilebilir (B. No : 2014/256, K.T : 25.06.2014, § 115).

AİHS’nin 14. ve Anayasa’nın 10. maddelerine dayanan ihlal iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alın­ması gerekir (B. No: 2012/1049,26/3/2013, §33). Anayasal bir hakkın ihlal edil­diği iddiası tek başına incelendiğinde o hakkın ihlal edilmediği kanaatine varıla­bilirse de bu durum, o hakka ilişkin ayrımcı bir uygulamanın incelenmesine en­gel değildir. Bu çerçevede, ilgili temel hak ve özgürlük ihlal edilmemiş olsa da o hakla ilgili bir konuda sergilenen ayrımcı tutumun, eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılabilir (B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 48).

AİHS’nin 14. ve Anayasa’nın 10. maddeleri ile yasaklanan husus, ayrımın “objektif ve makul bir nedenden mahrum bulunması” yani “meşru bir amaca yö­nelik olmaması “ ve güdülen amaçla kullanılan araç arasında makul bir ölçülülük ilkesine” sahip bulunmamasıdır (Gözübüyük-Gölcüklü AİHS ve Uygulaması 8. Bası prg.715).

Mahkemeye göre; ayırımcılıkiddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığı makul delillerle ortaya koyması gerekir (B. No : 2013/514, K.T: 02.10.2013, § 46)

Mahkeme, birbirine karşılık gelen AİHS’nin 14. ve Anayasa’nın 10. mad­delerinde yazılı eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağının mahiyetini şöyle tanımlan­mıştır: “Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı bazen yan yana bazen de aynı şeyi ifade etmek için kullanılan kavramlardır. Günümüzde eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, uluslararası hukukun en üstünde yer alan temel hukuk normu olarak ka­bul edilmektedir. Bu itibarla eşitlik ilkesi hem başlı başına bir hak hem de diğer bir insan hak ve özgürlüğünden yararlanılmasına hakim temel bir ilkedir” (B. No : 2014/256, K.T : 25.06.2014, § 107).

KARAR NO : 1

RG No :29051-RG T. : 05.07.2014

B.No : 2014 /256-K.T: 25.06.2014

  1. Başvurucunun dilekçesinde ifade ettiği ve Anayasa’nın 48. maddes­inde yer alan çalışma ve sözleşme hürriyeti, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olmakla beraber, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına girmemektedir. Ancak başvurucunun çalışma ve sözleşme özgürlüğü konusundaki şikâyeti, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında olan din ve vicdan özgürlüğü ve ayrımcılık yasağı ile bağlantılıdır.
  2. Adalet Bakanlığı, başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerinin Sözleşme’nin 14. maddesi ile Anayasa’nın 10. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık görüşünde, objektif ve makul neden olmaksızın, aynı durumdaki kişilere farklı muamelede bulunulmasının ayrımcılık oluşturacağı belirtilmiş ve AİHM’in ayrımcılığa ilişkin kararlarına dikkat çekilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca, belirli bir gurubu hedef almasa da, bir insan gurubu üzerinde zararlı etkileri olan genel bir tedbir veya politikanın da ayrımcılık olarak kabul edilebileceği belirtilmiş ve ayrımcılığın yalnızca yasal bir önlemden değil, aynı zamanda fiili bir durumdan da doğabileceği belirtil­miştir. Bakanlık görüşünde, bugün için Türkiye genelinde uygulamanın bayan avukatların başörtülü olup olmadıklarına bakılmaksızın duruşmalara katılabilmeleri yönünde olduğu, AİHM’in başvurucu ile benzer durumda olan kişiler olumlu muamele görürken, başvurucunun bu kişilerden farklı muamele görmesi ile ortaya çıkan ayrımcılık vakasının olağan ayrımcılığın temel karakte­ristiği olduğunun vurguladığı {Eweida ve Diğerleri/ Birleşik Kıratlık, B. No: 48420/10,36515/10 ve 59842/10, 15/1/2013) belirtilmiştir.
  3. Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, bazen yan yana ve bazen de aynı şeyi ifade etmek üzere kullanılabilen kavramlardır. Günümüzde eşitlik ilkesi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin ayrılmaz parçasıdır. Başka bir deyişle eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, uluslararası hukukun en üstünde yer alan temel hukuk normu olarak kabul edilmektedir. Bu itibarla eşitlik ilkesi, hem başlı başına bir hak hem de diğer insan hak veözgürlüklerinden yararlanıl­masına hâkim, temel bir ilke olarak kabul edilmelidir.
  4. Anayasa’nın 10. maddesi “ayrımcılık yasağı” biçiminde düzenlen­memiş olsa bile eşitlik ilkesinin, anayasal bağlamda her durumda dayanılacak normatif bir değer taşıması nedeniyle ayrımcılık yasağının da etkili bir şekilde hayata geçirilmesi gerekir (Bkz. AYM, E.1996/15, K.1996/34, K.T. 23/9/1996). Başka bir deyişle eşitlik ilkesi somut bir ölçünorm olarak ayrımcılık yasağını da içerir.
  5. Anayasa’nın 10. maddesinin “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” biçimindeki birinci fıkrasında yer alan “herkes” ibaresi ile eşitlik ilkesi ve ayrımcılıkyasağının potansiyel kapsamı sınır­landırılmamıştır. Ayrıca aynı fıkrada, “benzeri sebepleriayrım yapılama­yacağı esası getirilmiş olmakla, ayrımcılık temellerinin yalnızca maddedesayılanlarla sınırlı olmadığı ifade edilmiş ve ayırım yapılamayacak konular genişletilmiştir (Bkz. AYM, E.1986/11, K.1986/26, K.T.4/11/1986).
  6. Anayasa’nın 10. maddesi eşitlik ilkesinden faydalanacak kişi ve il­kenin kapsamı konusunda bir sınırlama getirmemiştir. Anayasa’nın 11. maddes­inde yer alan “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” hükmü uyarınca Anayasa’nın “genel esaslar” bölümünde düzenlenen eşitlik il­kesinin sayılan organlar, kuruluşlar ve kişiler açısından da geçerli olduğu açıktır. Bundan başka, Anayasa’nın 10. maddesinin son fıkrasında yer alan “Devlet org­anları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşittik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” hükmü gereğince yasama, yürütme ve yargı organları ve idari makamları eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağına uygun davranmakla yükümlüdürler.

112.Anayasa’da ayrımcılık yasağının bir tanımı yapılmadığı gibi her somut olay için geçerli olabilecek standartlarda bir tanım yapılması da mümkün değildir. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, eşitlik ilkesini şu şekilde tanım­lamıştır:“Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durum­ları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklan­mıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa ‘da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.” (Bkz. AYM, E.2009/47, K.2011/51, K.T. 17/3/2011).

113.AÎHM ise içtihatlarında, ayrımcılığı kısaca “nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın, konuyla ilgili olarak benzer durumda olan kişilere farklı muamele edilmesi” (bkz, Zarb Adami/Malta, B. No. 17209/02, 20/6/2006, § 71) olarak tanımlamaktadır.

  1. Ayrımcılık yasağı ilkesi, din, siyasi görüş, cinsel ve cinsiyet kimliği gibi bir bireyin kişiliğinin unsurları olan ve kişisel tercihler temeline dayanarak veya cinsiyet, ırk, engellilik ve yaş gibi hiçbir şekilde tercih yapılamayacak kişi­sel özellikler temeline dayanarak fırsatlar sunulmasını ya da fırsatlardan mahr­umiyetin reddini içerir.
  2. Başvurucuya yöneltilen farklı muamelenin, din özgürlüğü hak­kından yararlanma ile ilgili olduğu açıktır (§ 75). Derece Mahkemesi Hâkimi, tüm avukatların duruşmaya başları açık olarak girmelerini istemektedir. AİHM’e göre “Farklı bir muamele tarafsız bir şekilde ifade edilmiş olsa bile, genel bir politika veya tedbirin, bir guruba karşı ayrımcılık oluşturacak orantısız olumsuz etkileri ortaya çıkabilir” (bkz, DH/Çek Cumhuriyeti.. B. No. 57325/00, 13/11/2007, § 184). Başka bir deyişle, farklı durumda olankişilere aynı şekilde muamele ediliyorsa fakat bu muamele belirli bir kişiyi veya gurubunüyelerini orantısız ve olumsuz yönde etkiliyorsa ayrımcılıktan söz edilebilir.
  3. Başvuru konusu olayda tüm kadın avukatların duruşmada başlarının açılması istenmekle beraber bu durum başvurucunun kişisel tercihi olan bir din­sel davranışı açığa vurması, başka bir deyişle başvurucunun “kişisel niteliği” sayılması gereken dinin emirlerini yerine getirme arzusunun dışa vurum da­vranışı olan başörtüsü kullanması sebebiyle başvurucuyu olumsuz yönde etkile­mektedir.
  4. Bu aşamada kamu gücünü kullanan organların ayrıcalıklı mua­meleyi haklı ve objektif gerekçeye dayandırması, somut olayın koşullarında başörtüsü takmayan tüm kadınavukatlar duruşmalara girebiliyorken yalnızca başörtülü olması nedeniyle başvurucununduruşmalara alınmamasındaki zor­layıcı toplumsal sebeplerin gösterilmesi gerekir.
  5. AİHM, Sözleşme’nin 14. maddesinde yer alan ayrımcılık yasağının temelde farklı olgusal durumların nesnel bir değerlendirilmesine dayanan ve toplumun menfaatlerinin korunması ile Sözleşme’de güvence altına alınan haklara ve özgürlüklere saygı arasında adil bir denge kuran muamele farklılıklarını yasaklamadığına karar vermiştir. AİHM14. maddenin uygulan­masına ilişkin ölçütleri şu şekilde ortaya koymuştur: “Belirli bir farklı mua­melenin, Sözleşme’de belirtilen haklar veya özgürlüklerin kullanılması ile ilgili olarak 14. maddeye aykırı olup olmadığı tespitine olanak sağlayacak ölçütler bulmaya çalışmak elbette önemlidir. Mahkeme bu konu ile ilgili olarak, çok sayıda demokratik devletin hukuk uygulamasından elde edilebilecek ilkeleri göz önünde tutarak, fark gözetmenin makul ve nesnel bir gerekçeyle haklı kılınma­ması durumunda eşit muamele ilkesinin ihlal edileceğine karar vermiştir. Bu şekilde, haklı kılınan farklı muamelenin olup olmadığı, gözden geçirilmekte olan tedbirin amacı ve etkisi ile bağlantılı olarak değerlendirilmeli; demokratik toplumlarda genellikle geçerli olan ilkeler gözönünde tutulmalıdır. Sözleşme’de yer alan haklardan birinin kullanılmasında uygulanan farklı muamele, yalnızca meşru bir amaç izlememelidir; Kullanılan araçlar ve gerçekleşti­rilmek istenen amaç arasında makul bir orantılıhk ilişkisi olduğu açıkça ortaya koyulmadığı taktirde, 14. madde aynı şekilde ihlal edilmiş olacaktır.”(bkz, Belçika ‘da Eğitim Dili Davası/Belçika, B.No. 1474/62, 23/7/1968 §10)

121.AİHM’in ortaya koyduğu ölçüt iki unsuru içermektedir: devlet açısından bir yükümlülük olan, farklı muamele için meşru bir amacın belirtil­mesi ve farklı muamele ileizlenen amaç arasında “makul bir orantılılık ilişkisi” olup olmadığının değerlendirilmesi.

  1. Anayasa Mahkemesinin önüne gelen farklı muamele davranışları incelenirken, devletin, iddia edilen ayrımcılığı herhangi bir şekilde haklı kılama­ması durumunda, başvurucunun bu iddiası, istisnai durumlar dışında sonuca ulaşacaktır. Farklı muameledavranışının amacına ilişkin olarak açıkla­malarda bulunuluyorsa, ortaya konulan gerekçelendirmelerin makul birtemelinin olması ve gerekçelendirmelerinkanıtlara dayandırılması gere­kir.
  2. Bu aşamada Ankara 11. Aile Mahkemesinin gerekçesinin meşru ve makul bir temelinin olup olmadığı ve toplumun menfaatlerinin korunması ile Anayasa’da koruma altına alınan hak ve özgürlükler arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi yapılmalıdır.

126.Herhangi bir dini inancın dışa vurum davranışının farklı mua­meleye temel oluşturması halinde bunun meşru kabul edilebilmesi ancak dinin dışa vurum davranışının “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” ve “kamu düzeninin sağlanması” amacına matuf olması ile mümkündür (Sözleşme’nin 9. maddesi bağlamında kullanılan ölçütler için bkz,Leyla Şa­hin/Türkiye,B. No.44774/98,29/6/2004,§ 108).Ankara11.Aile Mahkeme­sinin kararında başörtülü bir avukatın duruşmada görev yapmasıyla başkalarının hak veözgürlüklerininnasıl zarargöreceğivekamudüzenininnasılbozulacağı açıklanmadığı gibi, avukatların dini kimliklerini ifade eden semboller taşımasının hangi sebeple zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç karşılığı engellenmesi gereken bir davranış olduğu da belirtilmemiştir.

127.Bir dini sembolün onu kullanan din mensuplarınca zorunlu bir dini vazife olarak telakki edilmesi anlaşılabilir bir durumdur. Denetlenmesi gereken mesele, dini bir sembolün zorunlu olarak algılanmasının başkaları üzerinde oluşturduğu etkidir. İster birdinden isterse seküler bir dünya görüşün­den kaynaklansın her sembol, ona karşı olanlarüzerinde psikolojik bir baskı o­luşturabilir. Bu etkiler farklı inanç ve düşüncelere sahipinsanların yaşadığı çoğulcu toplumlarda kaçınılmazdır. Çoğunluğun belirli bir dine mensupolduğu toplumlarda azınlıkta kalanların kendilerini böyle bir baskı altında hissetmeleri isedaha kolaydır. Bu durumda Devletin görevi, varsayımlara dayanarak in­ançların sembollerini yasaklamak, başka bir deyişle hak ve özgürlükleri kısıt­lamak değil (benzer bir yaklaşım içinbkz. Şerif/ Yunanistan, B. No. 38178/97, 14/12/1999, § 53); hem çoğunluğun din ve vicdan özgürlüğünü yerine getir­mesine engel olmayacak, hem de çoğunluk karşısında azınlığın ezilmesine en­gel olacak ve bireylerin karşılıklı tanıma ve tahammül içerisinde yaşamasını sağlayacak tedbirleri almaktır (bkz. § 132).

  1. Nitekim AİHM, başka bir bağlamda “\çinde anlaşmazlığın ortaya çıktığı durumlarda yetkililerin rolü,çoğulculuğu elimine ederek gerilimin nedenini ortadan kaldırmak değil, fakat rakip gurupların birbirlerini tolere etme­sini sağlamaktır'” demiştir (bkz, Supreme Holy Council of the Müslim Commu­nity/ Bulgaristan, B. No. 39023/97, 16/12/2004, § 96). Başka bir deyişle devletin öncelikli görevi, inanç, düşünce ve hayat tarzları birbirleriyle çatışan insan­ların barışçıl biraradalığını ve toplumda her türlü inancın kendisini ifade ede­bileceği çoğulcu bir ortamı sağlamaktır.
  2. Bu bağlamda, demokratik toplumun ideallerinin ve değerlerinin kişilerin karşılıklı ödün vermelerini gerektirecek bir diyaloga ve uzlaşma ru­huna dayanması gerektiği hatırlanmalıdır. Bundan sonra demokratik devletin görevi, ortaya çıkabilecek baskı kurma, zorlama ve şiddete başvurma gibi suç oluşturacak davranışlar karşısında gerekli tedbirleri almaktır. Çoğulculuğun ve siyasal tarafsızlığın bu gerekliliği yerine, toplumda gerilim konusuoluştur­abilecek unsurları yasaklamaya kalkışmak,baskıcı, totaliter ve homojen­leştirmeyi hedefalan bir rejim ortaya çıkartma potansiyeli taşır (benzer değerlendirmeler için bkz. Leyla Şahin/Türkiye, B. No. 44774/98, 29/6/2004, Tulkens’in muhalefet şerhi, § 1). Çoğulculuk, kimlikleri bastırılmış, özgür­lükleri kısıtlanmış bireylerin bir arada yaşamasını ifade eden bir kavram değil­dir. Çoğulculuk, kişilerin kimlikleriyle ortak mekânlara katılabilmesini gere­ktirir.
  3. Bazıdinseldavranışların”azınlıktakilerikoruma”amacıyla sınırlandırılabileceği argümanının (bkz, Leyla Şahin/Türkiye, B. No. 44774/98, 29/6/2004, § 99) geçerli olabilmesi,olasılıklara dayanarak değil ancak mevcut olayın şartlarının değerlendirilmesine dayanan olgusal durumun analiz edilme­siyle mümkün olabilir. Başörtülü kadınların çoğunlukta oldukları gösterilse bile başörtülü avukatların hangi surette kendileri gibi görünmeyenler üzerinde baskı oluşturduklarının somut olgulara dayanarak gösterilmesigerekir. Doğru yargılama ilkeside bunu gerektirir. Ancak Türkiye’debaşörtüsünün hangi surette başkaları üzerinde baskı oluşturduğu yönünde herhangi bir id­dia ve somut olgulara dayalı veri ortaya konulabilmiş değildir.
  4. Son olarak başörtüsü yasağının toplumda ”tarafsızlığı” ve “çoğulculuğu” sağlamak için gerekli olduğu yönündeki bir düşünce beraberinde din ve inanç alanında devletin “normal” ve “doğru” olanı belirleme yetkisine sa­hip olduğu düşüncesini getirir. Herhangi bir dinsel davranış gibi başörtüsünün de dini bir inancın değil de siyasi bir görüşün ifadesi olup olmadığına karar vermek Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Öteyandaninsanların üzerlerinde taşıdıklarısembollere siyasalanlamlar yüklemelerinin yanlışlığı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın” ortaya konulması ile bağlantılıdır.
  5. 146. Anayasa’nın 10. maddesinin birinci fıkrasında “dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep” sebeplerine dayanılarak ayrım yapılamayacağı belirtildikten sonra fıkranın devamında “benzeri sebeplerle” de ayırım gözetilmeyeceği belirtilmiştir. Böylece Anayasa koyucu bazı türde farklı muamelelere özel önem vermiş ve ismensaymış, ayrıca aynıfıkrada,”benzeri sebepler”de ayrım yapılamayacağı esası getirilmişolmakla,eşitlikilkesiveayrımcılıkyasağınınpotansiyelkapsamı sınırlandırılmamıştır. Anayasa’nın is­men saydığı farklı muamele türlerini daha önemli gördüğü ve bu türlerde yapılan muamelelerin ancak “çok önemli gerekçeler” ileri sürüldüğü takdirde haklı kılınabileceği belirtilmelidir.

147.Alınan bir önlemin ölçülü sayılabilmesi ancak demokrasinin gereği olan çoğulculuğu koruyarak toplumsal çatışma ve gerilimleri azaltmanın mümkün olmaması durumunda söz konusuolabilir.Bununiçin devletinönce­liklebaşkalarınınhak ve özgürlüklerini ve çoğulculuğu koruyarak gerilimi kaldırmak için gerekli önlemleri almaya çalışması, bu önlemlerin yeterli gel­memesi durumunda ve somut koşulların gerektirdiği kadar sınırlandırma yap­ması gerekmektedir. Devletin bu görevini ne ölçüde yerine getirdiği sorgulan­madan, bu konuda sağlıklı bir karar verilemez.

  1. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin 1999 yılında yayım­ladığı tavsiye kararında devletlerin dinler arasında hoşgörüyü destekleme, giyim de dâhil olmak üzere dini teamülleri kolaylaştırmak ödevi altında olduğu belir­tilmiştir (1396 sayılı Tavsiye Kararı, 27/6/1999, § 8). Tavsiye kararına göre bu koruma alanının dışında kalan tek görüş başkalarının hak ve özgürlüklerinden yararlanmasını engelleyen aşırı davranışlardır. O halde bir din veya inancın dışa vurum davranışına yönelik sınırlandırmanın makul olduğunu ilerisürebilmek için o davranışın başkalarının hak ve özgürlüklerini engellediğinin somutolgulara dayanarak gösterilmesi gerekir. Din veya inanca yönelik sınırlandır­maların makul olduğunun gösterilemediği durumlarda o din ve inancın gerekle­rini yerine getirmek için başörtüsü taktığını ifade edenler ile diğerlerine yönelik farklı uygulamalar nedeniyle ayrımcılık yapılmış olabilir.
  2. Ayrımcılık yasağına ilişkin uluslararası metinlerde devletlerin sadece ayrımcılık yapmaması değil, aynı zamanda ayrımcılığı toplumsal hayatın tamamında engellemek için gerekli önlemleri alması beklenmektedir. Nitekim konuyla doğrudan ilgili, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 25/11/1981 tarihli Din ve İnanca Dayanan Her Türlü Hoşgörüsüzlüğün ve Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesi Bildirisi’nin 4. maddesinde ise “bütün devletler, kişisel, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yaşamın her alanında insan haklarının ve temel özgür­lüklerinin tanınması, kullanılması ve bunlardan yararlanılması sırasında din ve inanca dayanan ayrımcılığı önlemek ve tasfiye etmek için etkili tedbirler alır” denilmiştir.
  3. Aynı şekilde BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin ayrımcılığa ilişkin 2. maddesinde de din veya inanca dayanan ayrımcılığın önlenmesi ödevini devletlere yüklemiştir. Adı geçen Sözleşme’nin 2. maddesi şöyledir: “1. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet kendi ülkesinde yaşayan ve yetkisi altında bulunan bütün bireylere ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından hiçbir ayırım gözetmeksizin bu Sözleşme’de tanınan haklan sağlamak ve bu haklara saygı göstermekle yükümlüdür. 2. Mevcut me­vzuatta ve diğer yasal tedbirlerde henüz düzenleme bulunmayan durumlarda, bu Sözleşme’ye Taraf her Devlet, kendi anayasal kurallarına ve bu Sözleşme’nin hükümlerine uygun olarak, bu Sözleşme’de tanınan hakların uygulanmasını sağlamak bakımından gerekli olan yasama ve diğer tedbirleri almakla yüküm­lüdür.”
  4. Başvurucu avukatlık yapmaktadır ve daha özel olarak Avukatların mesleki faaliyetlerini yaparlarken herhangi bir ayrımcılığa uğramalarını engelle­mek için de uluslar arası anlaşmalar kabul edilmiştir. 7/9/1990 tarihinde kabul edilen BM Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler (Havana Kuralları)’nın 23. maddesinde “Avukatlar, diğer vatandaşlar gibi ifade, inanç, örgütlenme vetoplanma özgürlüğüne sahiptir” denilmiştir.Aynı bildirgenin 10. maddesinde ise devletlere, avukatların da diğer vatandaşlar gibi inançlarından dolayı ayrımcılığa maruz bırakılmaması ödevini yüklemektedir: “Hükümetleri avukatların meslek örgütleri ve öğretim kurumları, hukuk mesleğine girişte ve mesleğin icrası dışında bir kimseye karsı ırk, renk, cinsiyet etnik köken din, siyasal veya başka bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum, ekonomik veya başka bir statü gibi nedenlerle ayrımcılık yapılmamasını sağlar…”

153.Somut olayda, başvurucunun dini inançlarının bir gereği olarak kullandığı başörtüsüileduruşmalarakatılmasınınengellenmesindemakulvenesnelbir temel gösterilmediği gibi başvurucunun taktığı başörtüsünün başkalarının hak ve özgürlüklerini yararlanmalarına engel ve toplumsal çatışma ve gerilimlerin kaynağı olduğu yönünde hiçbir iddia ve somut olgulara dayalı veri de ortaya konulabilmiş değildir. Sonuç olarak, başörtülü bir avukat, duruşmalara girmesinin engellenmesi suretiyle başörtüsü takmayanlara göre dezavantajlı duruma düşürülmüştür.

154.Bu gerekçelerle, Anayasa’nın 24. maddesiyle birlikte ele alınan Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

158.Mevcut başvuruda müdahalenin kanuniliği şartının sağlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 24. maddesinin ve başörtülü bayan avukatların başör­tülü olmayanlara göre dezavantajlı duruma düşürülmesi nedeniyle Anayasa’nın10. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

159.Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, kararın gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından ye­terli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından, başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 2

RG No :29136-RG T. : 01.10.2014

B.No : 2013 /2738-K.T: 16.07.2014

  1. Yukarıdayerverilenhükümlergözönündebulundurulduğunda, başvurucunun ayrımcılık yasağı kapsamında incelenmesi gereken iddiasının, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, Anayasa ve AİHS kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
  2. Bununlabirlikte, bireysel başvuru incelemesinde ayrımcılıkyasağının bağımsız bir koruma işlevinin olmaması, bu yasağın genişletici bir yo­ruma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir.Anayasal bir hakkın ihlal edildiği iddiası tek başınaincelendiğinde o hakkın ihlal edilmediği kanaatine varılabilirse de bu durum, o hakka ilişkin ayrımcı bir uygulamanın incelen­mesine engel değildir. Bu çerçevede, ilgili temel hak ve özgürlük ihlal edilmemiş olsa da o hakla ilgili bir konuda sergilenen ayrımcı tutumun,Anayasa’nın 10. maddesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılabilir (B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 48).
  3. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, kural olarak kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda, ayrıca hangi te­mele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının tespiti gerekir. Ayırımcılık id­diasının ciddiye alınabilmesi içinbaşvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisineyapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ifade etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. bir ayrımcılık teme­line dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu tarafından, 5233 sayılı Kanun kapsamındayapılmışolan benzerbazı müracaatlardatazminat ödenmesine hükmedildiğinden bahisle kendisinin ayırımcılığa maruz kaldığı belirtilmiş olmakla beraber, kendisine hangi temele dayalı olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadığı gibi, belirtilen iddiasını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış olduğu anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 3

RG No :29064-RG T. : 18.07.2014

  1. No: 2012 /1269-K.T: 08.05.2014
  2. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme’nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edil­diğine yönelik iddiasının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alın­ması gerekir. Bir başka ifadeyle,ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konu­sunda ayrımcılığa maruz kaldığı sorularına cevap verebilmesi gerekir (B. No: 2012/1049,26/3/2013, § 33).

37.Bireysel başvuruincelemesinde eşitlik ilkesinin bağımsızbirkor­uma işlevininolmaması, bu yasağıngenişleticibir yoruma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir. Anayasal bir hakkın ihlal edildiği iddiası tek başına incelendiğinde o hakkınihlal edilmediği kanaatine varılabilirse de bu durum, o hakka ilişkin ayrımcı bir uygulamanınincelenmesine engel değildir. Bu çerçevede, ilgili temel hak ve özgürlük ihlal edilmemiş olsada o hakla ilgili bir konuda sergilenen ayrımcı tutumun, eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucunaulaşıla­bilir (B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 48).

  1. Salt “eşitlik” kavramı, herhangi bir nesnel ve makul dayanağı olmaksızın aynı durumdaki bireylere farklı muamelede bulunulmamasına ilişkin gerekliliği ifade etmektedir. Bu kavramın somutlaştığı Anayasa’nın 10. maddesi “dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle”; Sözleşme’nin 14. maddesi ise “cinsiyet, ırk, renk dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma” dayalı olan farklı muamele şekillerini yasaklamaktadır (B. No: 2012/606,20/2/2014, § 49).

KARAR NO : 4

RG No :26610-RG T. : 06.04.2013

  1. No : 2012 /1049-K.T: 26.03.2013
  2. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme’nin14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağı ile Anayasa’nın 40. Ve Sözleşme’nin 13. maddelerinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının,bahsi geçenmaddelerdeki ifadelerdikkate alındığında, soyutolarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle ayrımcılık yasağı ve etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için,ihlal id­diasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz kaldığıve hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorularınacevap verebilmesi gerekmektedir.

KARAR NO : 5

RG No :28924-RG T. : 25.02.2014

B.No : 2013 /1948-K.T: 23.01.2014

  1. Başvurucu ayrıca, cinayetin, maktulün cinsel yöneliminden dolayı işlendiğini, bu tür suçlara haksız tahrik indiriminin uygulanmasını engelleyecek herhangi bir yasal düzenlemenin olmamasının failleri cesaretlendirdiğini ve eşcinselleri zayıf hedef haline getirdiğini, mevzuatta eşcinselleri ayrımcılığa karşı açıkça koruyan bir düzenlemenin bulunmadığını, bir eşcinsel katili olan sanığa indirimli ceza verilerek diğer katillerden farklı bir muamele ile ayrımcılık yapıldığını, bu nedenle Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik” ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  2. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Başvurucu, maktulün cinsel yönelimi nedeniyleöldürüldüğünü,eşcinselleribu saldırılara karşıkoruyacakcezai indirimi engelleyecek bir yasal düzenlemenin olmadığını, eşcinsellere yönelik suç işleyenlere indirimli ceza verilerek farklı bir muamele ile ayrımcılık yapıldığını dile getirmiştir. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdakibaşka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığınbulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil,cinsel yönelim vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul de­lillerle ortaya koyması gerekir.
  3. Somut olayda başvurucu”bir eşcinsel katili olan sanığa indirimli ceza verilerek diğer katillerden farklı bir muamele ile ayrımcılık yapıldığı” yönündeki iddiasını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı görülmektedir. Mahkemenin karar gerekçesi incelendiğinde sanığın bu cinayeti eşcinsel karşıtı bir saik ile işlediği görüşüne dayandırmadığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, Mahkemenin, sanığın “kızlarla beraber olmak için eve geldiği” yönündeki savunmasına da itibar etmeyerek, sanık ve arkadaşı ile maktul ve ar­kadaşının aynı cinsel yönelimleri paylaştığını, hangi amaçla eve gidildiğinin ta­raflarca bilindiğini kabul ederek, olayı aksi kanıtlanamayan sanığın diğer savun­maları ve tanık beyanlarına bağlı olarak çözdüğü görülmektedir. Mahkemenin sanığa verilecek cezayı takdir ederken haksız tahrik hükümlerine dayandığı ve buna bağlı olarak cezada indirim yaptığı görülmekle birlikte bu kuralın uygulan­masının nedeninin maktulün cinsel yönelimi değil, sanığın istemediği bir şekilde maktul tarafından cinsel ilişkiye zorlandığının kabulü olduğu görülmektedir. Mahkemenin dosyadaki deliller çerçevesinde cinayetin sanığın, maktulün bazı cinsel isteklerine karşı koymasına rağmen bıçak tehdidi ile zorlanmasıyla başlayan bıçaklı kavga sonucunda gerçekleştiğinin kabulü çerçevesindekararını oluşturduğu anlaşılmaktadır. Dosyanın incelenmesinden öldürme fiilinin nedenininve faile uygulanan haksız tahrik kuralının maktulün cinsel yöne­limi değil, failin istemediğibir ilişkiye zorlandığı yönündeki Mahkeme tespit­inde bariz bir takdir hatası ya da açıkkeyfilik bulunduğunuişaret eden her­hangibir bulguya rastlanılmamıştır.Dolayısıylabaşvurucunun ölen kar­deşinin cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğradığı söylenemez.
  4. Açıklanan gerekçelerle, ayrımcılık yasağının ihlal edilmediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının da “açıkçadayanaktan yoksun ol­ması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 6

RG No :28946-RG T. : 19.03.2014

  1. No: 2012 /606-K.T: 20.02.2014
  2. Başvurucu,atamaya ilişkinbaşvurusureddedilirken,kendisiile”aynı durumda” ve “aynı hukuksal statüye sahip” olarak nitelediği bazı meslek­taşlarının atama isteklerinin kabul edildiğini ve bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından kullanılan bu ifadeler ile başvuru formu ve eklerinde yer alan bilgiler, ayrımcılığın değerlendirilmesi ko­nusunda yeterli çıkarımlar yapılmasına müsait değildir. Zira başvurucu ile diğer meslektaşlarının durumlarının ne derece aynı olduğu net olarakanlaşıla­madığı gibi, kendi atanma talebi ile aynı olan bir atama eşleşmesi başvurucutarafından emsal olarak gösterilememiştir. Bu nedenle, ayrımcılık iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun, iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
  3. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun ihlal iddialarını kanıt­layamadığı anlaşıldığından,başvurununbukısmınındiğerkabuledilebilirlikşartlarıyönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 7

RG No :28946-RG T. : 19.03.2014

  1. No: 2013 /2069-K.T: 20.02.2014
  2. Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının eğitim hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla eşit­lik ilkesi, bağımsız niteliktekoruma işlevine sahip olmayıp, bu hakkın kullanıl­masını, korunmasını ve başvuru yollarınıgüvence altına alan tamamlayıcı ni­telikte haklardandır (B. No: 2012/1049,26/3/2013, § 34).
  3. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut olayda başvurucu kendi atanmatalebi reddedilirken başkalarının taleplerinin kabul edi­lerek atamalarının yapıldığından bahisle ayırımcılığa uğradığını dile getirmiş fakat hangi nedene dayalı olarak kendisine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin olarak her hangi bir beyanda bulunmamıştır. Ayırımcılık iddiasının cid­diye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişi­lere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu sözünü ettiği benzer olaylar ile kendi duru­munun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene dayalı ola­rak ayırımcılık yapıldığına ilişkin de her hangi bir beyanda bulunmamıştır (B. No; 2013/1123,2/10/2013, § 50).
  4. Açıklanan nedenlerle, başvurucu ihlal iddialarını kanıtlayacak her­hangi bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

KARAR NO : 8

RG No :28822 -RG.T. :15.11.2013

B.No: 2013/514 K.T: 02.10.2013

  1. Ayrımcılık yasağınınihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesiiçin, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut olayda başvurucu benzer bazıolaylarda ceza davası açıldığından bahisle kendisinin ayırımcılığa uğradığını dile getirmiş fakat hangi nedene dayalı olarak kendisine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin olarak herhangibir beyanda bulun­mamıştır.Ayırımcılıkiddiasınınciddiyealınabilmesi içinbaşvurucunun kendi­siyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisineyapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeliolmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb ayırımcı bir nedene dayandığı makul delillerleortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu sözünü ettiği benzer olaylar ile kendidurumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene dayalı olarakayırımcılık yapıldığına ilişkin de herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

KARAR NO : 9

RG No :29208 -RG.T.:17.12.2014

B.No: 2013 /997 – K.T :15.10.2014

  1. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, kural olarak kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda, ayrıca hangi te­mele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının tespiti gerekir. Ayırımcılık id­diasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bîr fark­lılığın bulunduğunu ifade etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. bir ayrımcılık temeline dayan­dığını makul delillerle ortaya koyması gerekir.

KARAR NO : 10

RG No :29125-RG.T.:04.12.2014

B.No: 2013 /3170-K.T :18.09.2014

  1. Başvuru konusu olayda başvurucu, işe alınmada asker kişi ve sivil ayrımı yapılarak eşitliğe aykırı hareket edildiğini, dolayısıyla ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de söz konusu ayrımcılığın hangi te­mel hak ve özgürlüğün kullanımına yönelik olarak gerçekleştiğini belirt­memiştir. Başvuru dilekçesinin içeriğinden de, başvuru konusu olayın Anayasa ve Sözleşme kapsamındaki hak ve hürriyetlerden herhangi biri ile bağlantısının kurulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Leave a Reply

Your email address will not be published.