Hukuki Güvenlik ve Belirlilik İlkesi
|
RG No :29028 -RG.T. :12.06.2014
B.No : 2013 / 849-K.T : 15.04.2014
34.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönündenherhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır veuygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup;birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımınveya sonucunbağlandığını, bunlarınidareye hangimüdahale yetkisini doğurduğunu,kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşenyükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kurallarınöngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerdenkaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21,K.2011/16, K.T. 13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM,E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012).
35.Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “-Kimse, … kanunun suç saymadığı bir fildendolayıcezalandırılamaz”denilerek”suçtakanunilik”,üçüncüfıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur”denilerek, “cezada kanunilik” ilkeleri güvence altına alınmıştır. Anayasa’da öngörülen “suçve cezada kanunilik” ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığıgünümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38.maddesine paralel olarak 26/9/2004 tarih ve 5237sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2.maddesinde de düzenlenen ilke, hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlereverilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesini,kuralınaçık,anlaşılır vesınırlarınınbelli olmasını gerektirmektedir.Kişilerin yasakeylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM, E.2010/69,’K.201 1/116, K.T. 7/7/2011).
40.Hukuk devletinde, bireylerin belirli bir zaman diliminde hangi fiillerin suç olarak tanımlandığı ve hangi cezai yaptırımlara bağlandığını bilip öngörebilmeleri, bir başkaifadeyle ceza hukuku kurallarının öngörülebilir ve erişilebilir olması şarttır. Aksi takdirde”Ceza kanunlarınıbilmemek mazeret sayılmaz”şeklindeifadeedilenceza hukukuprensibinin hayata geçirilmesi mümkün olmayacaktır. Zira ceza sorumluluğu, kişinin fiilininbilincinde olduğu ve özgür iradesiyle suç olan bu fiili işlediği varsayımına dayanır. Bunedenle, kişinin işlediği fiilden sorumlu tutulabilmesi için, hangi fiillerin suç olduğununkanunlarda açıkça gösterilmesi gereklidir (AYM, E.1991/18, K.1992/20, K.T. 31/3/1992).
41.Ceza yaptırımına bağlanan fiilin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi şartı, suç ve cezalara dair düzenlemelerin şeklî bakımdan kanun biçiminde çıkarılmasının yeterliolmadığı, bunların içerik bakımından da belli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarıgerektiğini ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardımalmak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucunbağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kalemealınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarınadair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç veetkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusumetnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibifaktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamandakolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012).
42.2918 sayılı Kanun’da, takograf kullanma zorunluluğundan muaf tutulan “şehiriçi ve belediye mücavir alanı içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapan” kişilerin, bufarklıstatüye nasıl dâhilolacakları konusunda herhangi bir açık düzenlemeye yerverilmemiştir. Böyle bir hükmün uygulama kabiliyetine sahip olabilmesi ve suiistimallerinönüne geçilebilmesi bakımından, muafiyetin bir işlem veya taahhüde bağlanması mantıki birgerekliliktir. Ancak 2918 sayılı Kanun’da sözü edilen muafiyet için herhangi bir şekil şartıöngörülmemiş ve ilgilinin yalnızca “Şehiriçi ve belediye mücavir alam içerisinde yolcu veyük nakliyatı yapan” bir kişi olması yeterli görülmüştür. Kanun’daki bu ifadeden herhangibir taahhüt, bildirim veya trafik sicil kayıtlarına şerh verilmesi gerektiğinin öngörülmesimümkün değildir. Buna karşılık, Kanun’da, örneğin, “yolcu ve yük nakliyatı yapacağınıbildirenler” ve benzeri bir ifade kullanılmış olsa idi, Genelge ile öngörülen ve idariyaptırıma bağlanan yükümlülüklerin bir kanuni dayanağı olduğundan söz edilebilirdi. OysaGenelge düzenlemesi, Kanun’da yer almayan bir yükümlülük ilgililere öngörülemez birşekilde yükleyerek dolaylı olarak yeni bir kabahat ihdas etmektedir. Zira, asıl kabahat eylemi”takografın kullanılır durumda bulundurulmaması” olup, Kanun hükmüne göre istisnası,şehir içi ve belediye mücavir alanı içinde yük ve yolcu nakliyatı yapıyor olmaktır. Genelge,Kanun’da olmadığı halde bu istisnanın istisnası olarak “Şehir içi ve belediye mücaviralanlarında çalıştığını beyan etmeme ve durumu tescil belgelerine işletmeme” halinde, ilgilikişinin, muafiyetten yararlanamayacağını ve fiilen Kanun’daki istisna kapsamında olsa dahiGenelge hükmüne uygun işlem yapmaması nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmasınıöngörmektedir.
43.Genelge, Kanunla tanınan ve herhangi bir şekle bağlanmamış olan takografmuafiyetini,bildirimve tescilbelgesineşerhverilmesişekline bağlayarakistisnaidüzenlemenin uygulama alanını, herhangi bir kanuni dayanağı olmaksızın daraltmıştır. İdaripara cezasını gerektiren bir eyleme ilişkin istisnai düzenlemenin uygulama alanının, idariişlemle daraltılması, somut olayda kabahat ihdas edilmesi sonucunu doğurmuştur. Ortayaçıkan bu sonuç, Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fırkasında düzenlenen “suç ve cezadakanunilik” ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
|
RG No :29111 -RG.T. : 06.9.2014
B.No : 2012 /1052 -K.T: 23.07.2014
33.Anayasa’nın36. maddesinde, hak arama özgürlüğüiçin herhangibir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılmasımümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemişhakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir.Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılmasıda mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin birkısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırlan ortayakoyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalarAnayasa’nın13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169.K.T. 1/11/2012).
41.Adil yargılanma hakkı,demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup, tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altınaalınmalıdır. Diğer taraftan hukuki eylem, işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altındabulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriylebağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fırkasındaki düzenleme ile askeri idare aleyhine açılan davaların ve bu davalar kapsamında sunulan taleplerin disipline edilmesinin hedeflendiği, daha ciddi takip edilmeleri sağlanarak davaların sürüncemede kalması ve belirsizliklerin önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması bağlamında değerlendirilebilecek bu amaçların meşru olduğu açıktır.
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No : 2013 / 1752-K.T : 26.06.2014
62.Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır.Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güvenduyabilmesini, devletindeyasaldüzenlemelerindebugüven duygusunuzedeleyiciyöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişilerhem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşıkoruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, K.T. 22/5/2013).
64.Yargı kararlarının geç uygulanması sebebiyle bireyler lehine zamanında kullanılamayan “işlevsel” güvenceninsöz konusu olduğu bir durumda,”ilkesel ve”kurumsal”güvencelerin bireyler adına etkin kılınabilmesi,kendilerinden beklenilenhukuksal korumayı sağlamaları mümkün olmaz. Dolayısıyla yargı kararlarının bireylerhakkındauygulanmasını içeren işlevsel güvence; ilkesel ve kurumsal güvenceleritamamlayan, bu güvencelerin istenilen sonuçları vermesini mümkün hale getirerek bireyselhak ve özgürlüklere yargısal koruma sağlanabilmesini olanaklı kılan vazgeçilmez bir hukukiteminattır.
|
RG No : 29022 – RG.T. : 06.06.2014
B.No : 2014 / 4705 – K.T : 29.05.2014
57.Bir internet sitesine erişimin engellenmesinekarar verildiği hallerde hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkelerinin göz önündebulundurulması zorunludur. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukukigüvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem veişlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güvenduygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasaldüzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuyayer vermeyecek şekilde açık, net,anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamuotoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bubakımdan, kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangisomut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli biraçıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.Dolayısıyla,uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,22/5/2013).
|
RG No :28519 -RG.T. :05.01.2014
B.No : 2012 / 51 -K.T : 25.12.2012
18.Hukukun genel ilkelerinden birisi hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Kanunlar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Bu nedenle, bireysel başvurular bakımından Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir.
|
RG No :28720-RG.T. :27.07.2014
B.No : 2013 / 757-K.T : 16.06.2014
26.Hukukun genel ilkelerinden biri hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güvenduyabilmelerini, devletindehukukidüzenlemelerdebu güven duygusunuzedeleyiciyöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012)
27.Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereğiolup, adil yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemeleri zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlaradayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekleoluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli vemeşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdiryetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünüzedelemedikçe Anayasa’da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar. (AİHM,Stubbings ve Diğerleri, 22083/93; 22095/93 § 51, 22/10/1996)
|
RG No :29116 -RG.T. :11.09.2014
B.No 2013 / 3063-K.T : 26.06.2014
42.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönündenherhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır veuygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup;birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımınveya sonucun bağlandığını, bunların idareye ne tür müdahale yetkisini doğurduğunu,kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşenyükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kurallarınöngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,devletin de kanuni düzenlemelerde bugüven duygusunuzedeleyiciyöntemlerdenkaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2013/849,15/4/2013, § 34).
|
RG No :28851RG.T. :14.12.2013
B.No: 2012/1061K.T:21.11.2013
70.Mahkemeye erişim hakkının kullanılması idari işlemler açısından kanunda belirtilen süreye ve bu sürenin de yazılı bildirime bağlanması karşısında, AYİM’nin kanunenbaşvurucuya tebliğedilmeyenvebaşvurucuaçısındanyerinegetirmeyükümlülüğüdoğurmayan atama işlemine yönelik dava açma süresini, uyuşmazlık konusu açık kuralı göz ardı ederek, başvurucunun atama işlemini öğrendiği tarih olarak esas alması ve davanınsüresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermesi, başvurucunun idari işleme yönelik iddialarının esasının mahkemece incelenmesine engel olmuştur.
72.Başvuru konusu olayda dava açma süresinin başlangıcına ilişkin açık bir kanun hükmü vardır. Bu hükme verilecek olağan anlam bellidir ve başvurucu buna görekendisine muamele edileceğini beklemektedir. Ancak derece mahkemesi, açık olan kanunhükmüne olağanın dışında farklı bir anlam verip buna göre uygulama yapmıştır. Buuygulama yönünde yerleşmiş içtihat olduğu ne derece mahkemesi kararında belirtilmiş ne de Bakanlık görüşünde ileri sürülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun dava açarken (hukukiyardımdan yararlansa bile) açık kanun hükmünden farklı bir şekilde kendisine muameleedileceğini beklemesini gerektiren bir durum eldeki belgelere göre bulunmamaktadır. Buna göre derece mahkemesinin yorumu öngörülemez niteliktedir.
73.Sonuç olarak, başvurucunun açık kanun hükmüne verilebilecek olağan anlama göre süresinde açtığı dava, bu başvurunun koşullan içinde derece mahkemesinin öncedenöngörülemeyecek şekildeaçık kanunhükmünüolağanın dışında veoldukçaesnekyorumlaması neticesinde reddedilmiş ve mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiştir.
74.Açıklanannedenlerle,başvurucununadilyargılanma hakkınınentemel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkının, dava açma süresine ilişkin açık usulkurallarının önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında yorumlanması suretiyle, ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
|
RG No :28942-RG.T.:15.03.2014
B.No:2012/1246-K.T : 06.02.2014
57.Başvurucu, taşınmazının kamulaştırma bedelinin tespiti davasında verilen kararın eşitlik ilkesini, mülkiyet hakkını ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüşsede kendisine Anayasa’nın 10. maddesinin ilk fıkrasında sayılan hangi nedene dayalı olarakveya hangi sebeple ayrı muamele yapıldığından bahsetmemiştir. Başvurucu esas olarak diğerilçelerde kamulaştırma bedelinin tespitinde sadece ilçe tarım müdürlüğü verileri dikkatealınıp bedel tespiti yapılırken Ermenek ilçesindeki taşınmazlarda Ermenek ilçesiyle birlikteçevre ilçeler ile Karaman ili tarım müdürlükleri verilerinin ortalamasının “mevki” olarakdeğerlendirilip bedeltespitindekullanılmasından şikâyetçi olmaktadır. Budurumdabaşvurucunun bahse konu şikâyetinin özünün mülkiyet hakkına yapılan müdahaleninkanunilik şartını ihlal ettiği iddiası olduğu anlaşıldığından konu mülkiyet hakkı kapsamındaincelenmiş ve hak arama hürriyeti ile eşitlik ilkesi yönünden ayrıca inceleme yapılmasınagerek görülmemiştir.
61.Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güvenduyabilmesini, devletindeyasal düzenlemelerindebu güven duygusunuzedeleyiciyöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişilerhem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni, bireylerin,gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksalyaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkânverecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun,muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM,E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
62.“Belirlilik” ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi nitelikselgereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyiciişlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcutşartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkünkılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103,16/6/2011).
69.Başvuruya konu dosya incelendiğinde; 2942 sayılı Kanun’un 11. Maddesinin (f) bendinde açıkça ilçe düzeyini temel alacak bir hesaplama yapılmasının öngörülmediği,bununyerine arazinin mevkii ve şartlarınagöre belirlemeyapılması öngörülerekuygulayıcılara ve mahkemelere takdir yetkisi tanındığı, ülkemizde arazilerin ürün verisiistatistiklerinin düzenli olarak resmi kurumlar olan il ve ilçe tarım müdürlüklerince tutulmasınedeniyle Yargıtay içtihatları doğrultusunda mahkemelerin bu verileri esas aldıkları, büyükkamulaştırma projelerinin kabul edildiği alanlarda kamulaştırma bedelini arttırmaya yönelikgayretlerin yasama organının dikkatini çektiği ve buna karşı bazı yasal düzenlemeler yapıldığı, Ermenek ilçesinde tarım müdürlüğü ürün verimlerinde büyük baraj ve HES projesinin kabul edildiği 2002 yılından sonraki yıllarda günlük hayatın olağan akışıyla izah edilemeyecek derecede artışlar meydana geldiği ve Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin bahsedilen bölge için 2006 yılından itibaren farklı bir yöntemle bedel tespiti yapılması yönünde içtihat geliştirdiği anlaşılmıştır. Ayrıca davacı idareler yeni yönteme rağmen halen Ermenek İlçesinde kamulaştırma bedellerinin olması gereken ve hakkaniyete uygun olan değerden yüksek olduğunu istatistikler vererek iddia etmektedirler.
70.2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendinin amacı kamulaştırılan arazilerin gerçek değerine ulaşmaktır. Kanunların yasa koyucunun amacı doğrultusundayorumlanması mahkemelerin yetkisinde ve görevleri arasında olup, başvuru konusu davadaYargıtay 18. Hukuk Dairesi gerekçesini önceden ortaya koyarak Ermenek İlçesindekiarazilerin kamulaştırılmasında gerçek değere ulaşmak için mevkii kavramını ilçe düzeyindendaha geniş yorumlamıştır. Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin Ermenek ilçesi için belirlediğimevkii kavramını daha geniş yorumlayan bedel tespiti yöntemi 2942 sayılı Kanun’un 11.maddesinin (f) bendine açıkça aykırı olmadığı gibi ikna edici gerekçesi ile keyfi olmaktan dauzaktır.
71.2006 yılından beriistikrarlıolarak uygulanan bu yöntem bireyler için erişilebilir ve bilinebilir olup başvuru konusu olayda 2010 yılında açılan kamulaştırmabedelinin tespiti davasında başvurucu bahsedilen yerleşik içtihadı önceden öngörülebilir birdurumdadır. Sonuç olarak bahsedilen uygulamayla hukuki belirlilik bağlamında kanunilikilkesi ihlal edilmemiştir.
|
RG No:29130 -RG.T. :25.09.2014
B.No : 2012 / 931 -K.T : 26.06.2014
35.Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin koruma alanı içindeyeralanmenfaatlerinkapsamına,mevcutbirmülk(“existing possessions”)girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları {“claims”) da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması halinde bir “mülk” teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıc/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76). Ancak, hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hallerde, özellikle ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hallerinin de mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Ancak bu hallerde, hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin, hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maltzan ve Diğerleri/Almanya (k.k.) [BD], B. No: 71916/01, 71917/01,10260/02,2/3/2005, § 74).
Son Yorumlar